TEKSTİLCİ bir arkadaşım bana masadaki su dolu bardağı gösteriyor. Bardak neredeyse dolu. “Biz” diyor, “şu dolu bardağın hep boş kısmına odaklanıyoruz. Gözümüze batıyor o boş kısım. Ne yapıp edip onu da doldurmaya çalışıyoruz. Dolu kısmına ise ancak belki senede bir kere bakıp memnun olabiliyoruz.” Halbuki İlhan’ın durumu akranlarından biraz daha iyi. Ürününe değer katabilmiş biri o. Kocaman bir Ar-Ge kadrosu var. Zamanının çoğunu yurt dışında geçiriyor; Çin, Güney Kore, Ürdün ve ABD en favori ülkeleri. Tekstilci olarak küresel rekabeti çok yoğun yaşıyor. Şimdilerde Ürdün’de kurduğu fabrikasına Vietnam’dan işçi getirmekle meşgul. Aşçıları bile Vietnam’dan. Ürdün’de ürettiği malları ABD’ye satıyor. Maliyetleri ancak bu şekilde düşürebiliyor. Yine de kâr marjları çok cazip değil. Onun gözü hâlâ bardağın boş tarafında.
Mithat Giyim’in patronu Tahir Bey de sektördeki artan rekabete dikkat çekiyor. Eski ve yeni durumu karşılaştırdığı bir konuşmasında şöyle diyor: “O zamanlar insanlar ihtiyaç için alışveriş yapardı. Öyle moda, marka bilinci, rekabet filan yoktu. Oysa bugün çok ciddi bir rekabet var, hata yapamazsınız. Tüketici, markayı ve modayı takip ediyor. Neyin ne olduğunu, kaliteyi çok iyi takdir ediyor. Geçmişte döve döve satardık, beğenmeme diye birşey yoktu. Biri gitse öteki gelirdi. Ama şimdi ailenin bir ferdi gibi müşteri.” İşadamlarımızdan öğreneceğimiz çok şey var. Dünya pazarlarında onlar savaşıyorlar. Hem de en ön saflarda. Yoğun rekabet, değişen müşteri tercihleri, bilinçli tüketici, küreselleşme ve daralan kâr marjları başlıca anahtar kelimeler. Bu kelimeler günümüz iş dünyasını anlamamızı kolaylaştırıyor.
İşadamlarımızın mutlulukları çoğu zaman kazandıklarıyla doğru orantılıdır. Para kazandıkça ve kazandırdıkça daha mutlu olurlar. Ancak herkesin de mutlu olması beklenemez. Ekonomi politikaları çoğu zaman simetrik çalışmaz. Bazı politikalar kimilerinin çok işine yarar, kimilerini ise üzer. Ekonomi bilimi bir anlamda kıt kaynakların tahsisi olduğuna göre buna şaşırmamak lazım. İşin doğası gereği toplumun bir kesimi gelir pastasından daha fazla pay alırken, bazılarının ise payı daha az olur. İşadamlarımızın ve özellikle de ihracatçı işadamlarımızın son zamanlardaki mutsuzluğu bu yüzden olsa gerek. Çünkü kârlılıklarının giderek düştüğünü söylüyorlar.
Kârlılığı değişik şekillerde ölçmek mümkün. En çok bakılan gösterge öz kaynak kârlılığıdır: Koyduğunuz sermayeye oranla ne kadar kâr elde edildiğini gösteren rakam. Öz sermaye kârlılığınız yüksekse iyi kazanıyorsunuzdur. Şirketlerin kârlılıklarını izlemek, çok zor değil. Bu konuda bakılabilecek birkaç kaynak bulunuyor. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda işlem gören büyük şirketlerin mali tabloları düzenli olarak yayımlanıyor. Sanayi ve ticaret odaları da zaman zaman kamuoyunu bilgilendiriyor. Bir diğer önemli kaynak ise Merkez Bankası’nın yayımladığı sektör bilançoları. 7103 firma ve 13 ana sektörü kapsayan sektör bilançoları diğerlerine kıyasla daha geniş bir yelpazeye sahip.
Sektör bilançoları bize önemli ipuçları veriyor. Buna göre 2003-2005 yıllarında da firmaların kârlılıkları gerilemeye devam ediyor. Bu, her sektör için geçerli. Örneğin imalat sektörünün ortalama öz kaynak kârlılığı 2003’te %12,3, 2004’te %9,5 ve 2005’te %7 olarak gerçekleşmiş. Ancak kârlılıktaki gerileme sektörden sektöre değişiyor. Örneğin tekstil sektörü gibi dış rekabete açık ve emek yoğun sektörlerde gerileme daha yüksek seviyelerde. Sağlık işleri gibi dış rekabete daha kapalı ve daha yüksek nitelik gerektiren hizmet sektörlerinde ise kârlılıktaki gerileme daha düşük. Bir diğer önemli ipucu ise büyük şirketlerin daha çok kazanması. Yani ölçek ekonomisi işliyor. Büyük ölçekli şirketler ile küçük ölçekli şirketler arasında kârlılık açısından ciddi farklılıklar bulunuyor. Örneğin makina ve teçhizat imalatındaki büyük ölçekli şirketlerin 2005’teki öz kaynak kârlılığı %18,2 iken, küçük ölçeklilerde bu rakam sadece %2,9.
Öz kaynak kârlılığını artırmanın üç önemli aracı bulunuyor: Birincisi, kâr marjını artırmak. Bunu yapmanın yolu maliyetlerin kontrol altına alınmasından geçiyor. İkinci bir araç, aktif devir hızını yükseltmek yani aynı varlıklarla daha çok satış yapabilmek. Son araç ise daha düşük maliyetli yabancı kaynaklara, dış borca başvurmak suretiyle kârlılığın artırılması.
Sektör bilançolarına bu açıdan bakıldığında karşımıza ilginç bir tablo çıkıyor. Örneğin imalat sektöründeki kârlılığın düşüşünde en önemli nedeninin daralan kâr marjı olduğu anlaşılıyor. Kâr marjları 2003 ve 2004’te %4,4 iken, 2005’te %3,2’ye geriliyor. Hem ithalat nedeniyle yaşanan yoğun rekabet, hem dezenflasyon süreci, hem de artan girdi maliyetleri firmaların kâr marjlarını daraltıyor. Buna mukabil şirketlerin ne ölçüde verimli kullanıldığını gösteren aktif devir hızlarının pek değişmediği görülüyor. İyileşmenin yolu varlıkların daha etkin ve verimli yönetiminden geçiyor. Belki de bunun için kurumsallaşma ve kurumsal yönetim daha da önem kazanıyor. Yabancı kaynakların payı ise 2005’te az da olsa artmasına rağmen, firmaların finansal borçluluk oranları azalıyor.
Türkiye’de firmaların finansman kaynakları maalesef sınırlı. Özellikle küçük firmaların banka kaynaklarına erişimleri hem zor hem de pahalı. Bu yüzden küçükler için ticari krediler, büyükler için banka kredileri ön plana çıkıyor. Dolayısıyla kârlılığın artırılmasının yolu, orta vadede finansman imkanlarının çeşitlendirilmesi ve artırılmasından geçiyor. Özel sektör tahvilleri, sermaye piyasası ve risk sermayesi gibi finansman olanaklarının çeşitlendirilmesi bu açıdan önemli. Finansman imkanının küçük firmalar açısından kıt, büyükler açısından daha avantajlı olması kârlılık rakamlarının neden farklılaştığını da açıklıyor.
Şu var ki günümüzde para kazanmak eskiye nazaran çok daha zor. Firmaların öz kaynak kârlılıkları giderek azalıyor. Kâr marjlarındaki gerileme bunun en önemli nedeni. Kâr marjının keyfi olarak belirlendiği yıllar geride kaldı. Rekabetin arttığı, fiyatların gerilediği ve maliyetlerin yükseldiği bir ortamda kâr marjları da hızla daralıyor. İşadamları firmalarını eskisinden daha iyi yönetmek durumunda. Sadece bardağın boş kısmına odaklanmak yetmiyor. Bardakları hem büyütmek hem de farklılaştırmak zorundayız. Üstelik hep bardak üretemeyiz ya.
Paylaş
Tavsiye Et