PAKİSTAN, 11 Eylül olaylarının ardından Afganistan ve Irak’tan sonra adı en çok zikredilen ülkeler arasında yer aldı. Özellikle ülkede büyük bir yekûn oluşturan geleneksel medreseler, dünyadaki hemen her terör olayının ardından hedef haline getirildi. Bu medreselerde okuyan dünyadan bihaber talebeler, bir anda dünya gündeminin ilk sırasına oturtuldu. İşte tam da bu noktada, Lâl Mescidi olayı patlak verdi. Pakistan’ın kuruluşunda büyük emeği olan ve Hinduizme karşı İslam’ın varoluş merkezleri olarak da tanımlanan medreselerin tarihleri, Emeviler döneminde İslam’ın Hint alt kıtasına girmesine kadar dayanır. Bugün Batılıların dillerine pelesenk ettikleri Daru’l-Ulum Diyobend Medresesi ise 19. asrın ortalarında kurulur. İngiliz sömürgeciliğine karşı Hint alt kıtasındaki insanlara İslami ilimleri anlatmak için kurulan bu medrese daha sonra bölgenin en etkin iki ekolünden biri haline gelir. Osmanlı’dan da büyük destek gören bu medresede Batılıların iddia ettiğinin aksine Vahhabi-Selefi düşünce değil, koyu bir Hanefi mezhebi taassubu hâkimdir; hatta bazı araştırmacılar tarafından tasavvuf ekolü olarak da kabul edilir. Bağımsızlığın ardından devletin kurucuları tarafından Diyobend Medresesi hocalarına, ülkenin her tarafında medrese açmaları için tüm imkanlar seferber edilir. Bugün Pakistan’da bu medreselerin sayısı on bine ulaşmaktadır.
Lâl Mescidi 1965’te hükümetin de desteğiyle başkent İslamabad’ın en büyük camisi olarak inşa edildi. Başkentin merkezinde yabancı elçiliklerin, hükümet binalarının hatta ulusal istihbarat örgütünün bulunduğu bir bölgede yer alan mescit, ülke tarihindeki birçok önemli siyasi olayda rol aldı. Eski Devlet Başkanı Zülfikar Ali Butto hükümetinin düşürülmesinde etkili oldu. 1977-88 döneminde General Ziya ül Hak’ın iktidarıyla ilişkileri gayet iyiydi. 1979-89 yıllarında Afganistan’a savaşmak üzere gönderilen mücahitlerin toplandığı bir merkez işlevini gören mescit, Ziya ül Hak döneminde üç önemli medrese inşa etti: Feridiye, Hafsa ve Lâl medreseleri.
Lâl Mescidi Olayı Nasıl Patlak Verdi?
Lâl Mescidi’nin devletle ilişkilerinin kopması, 2005’te mescidin imamı Şeyh Abdülaziz’in, Kuzey Pakistan’da kabile üyeleriyle çatışmada ölen subayların dinen şehit sayılmayacağı ve cenaze namazlarının kılınmasının caiz olmadığı yolunda bir fetva vermesiyle başladı. Yine aynı senenin 7 Temmuz’unda meydana gelen Londra saldırılarının ardından Pakistan asıllı İngiliz gençler itham edildi. Basın-yayın organlarında bu gençlerden bazılarının Pakistan’daki medreseleri ziyaret ettiği ileri sürüldü. Pakistan hükümeti bundan istifade ederek şiddetli bir baskı uygulamasına rağmen mescidi denetimi altına alamadı. Mescit yönetimi ile Pakistan hükümeti arasındaki sürtüşmeler devam etti.
2007 başlarında ise İslamabad Belediyesi, içlerinde Lâl Mescidi’nin de bulunduğu 7 cami ve medrese binasının kaçak olarak inşa edildiğini -yıllar sonra- tespit etti ve bunların yıkılarak uygun yerlerde yenilerinin yapılmasına karar verdi. Söylentilere göre ise bu karar, özellikle Lâl Mescidi’nin güvenlik açısından kritik bir yerde bulunması dolayısıyla alındı. 20 Ocak 2007’de belediyenin iki mescidi yerle bir etmesi üzerine Pakistan genelinde protestolar başladı. Aylar süren görüşmeler bir netice vermedi. 3 Temmuz sabahı Pakistan ordusu mescide bir baskın düzenledi. 10 Temmuz’a kadar süren olaylarda 100’e yakın kişinin öldüğü açıklandı. Gayri resmî rakamlar ise daha fazla. Öğrencilerin bir kısmı tutuklandı, önemli bir bölümü de evlerine gönderildi.
Lâl Mescidi’ndeki olayların kanlı bir şekilde bastırılmasının ardından ülkenin kuzeyindeki kabileler Pakistan ile olan tüm anlaşmalarını feshetti. Ardından Pakistan ordusu ve polisine yönelik saldırılar arttı. İki hafta içinde yaklaşık 100 asker öldürüldü. Uzmanlar kabilelerin ayaklanmasını “Pakistan Talibanı”nın doğuşu olarak yorumlarken, ülkenin 1973’te Doğu Pakistan/Bangladeş’in ayrılmasından sonra yeniden bir yol ayrımında olduğunu vurguluyorlar.
Öldürülen Medrese İmamı: Abdurreşid
Lâl Mescidi’nin kurulduğu günden beri imamlığını yapan Şeyh Muhammed Abdullah, 1998’de bir suikast sonucu öldürüldü. Yerine büyük oğlu Şeyh Muhammed Abdulaziz ile küçük oğlu Şeyh Muhammed Abdurreşid geçti. Hafız olan küçük kardeş Abdurreşid, babasının tüm tekliflerine rağmen ilk ve orta öğrenimini dinî okullarda değil, devlet okulunda tamamladı. Babasının zorla kaydettiği Feridiye Medresesi’nden kaçarak İslamabad’daki en büyük üniversitelerden olan Kaidi Azam Üniversitesi’nde okudu ve burada tarih alanında master yaptı. 1989’da Eğitim Bakanlığı’nda çok önemli görevlerde bulundu. UNESCO’nun İslamabad’daki bürosunda eğitim işlerinden sorumlu müsteşar olarak çalıştı. ABD’deki 11 Eylül olaylarının ardından görevinden ayrıldı. Abdulaziz’in önerisiyle Lâl Mescidi’ne dönerek burada ağabeyinin yardımcısı olan Abdurreşid, devlet nezdindeki görevini de sürdürdü.
Abdurreşid’in ilk çıkışı ülkedeki tüm dinî grupların 2001’de Afganistan işgalini protesto etmek için kurduğu Afganistan’ı Savunma Hareketi ile oldu. Babasının Taliban ile ilişkileri çok güçlü olan ve kendisi de Taliban’ın merkezi konumundaki Kandahar şehrini birçok kez ziyaret eden Abdurreşid, 10 Temmuz sabahı Lâl Mescidi baskınında ordu tarafından öldürüldü.
Pakistan-ABD İlişkileri
Pakistan-ABD ilişkileri çok iyi gibi görünse de, aslında iki ülke karşılıklı çıkarlar doğrultusunda zorunlu bir evlilik yaşıyor; zaman zaman sorunlar dışa vuruluyor. Bunlardan ilki, Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref’in yeni çıkan kitabını tanıtmak üzere yaptığı ABD ziyaretinde ayyuka çıktı. Müşerref, Amerikan CBS televizyonunda, Bush yönetiminin 11 Eylül sonrası Taliban’la savaşta işbirliği yapmamaları halinde Pakistan’ı bombalamakla tehdit ettiğini söyledi. Müşerref, “İstihbarat şefim bana Armitage (ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı)’ın ‘Bombalanmaya hazır olun. Taş çağına dönmeye hazır olun’ dediğini aktardı. Bu çok terbiyesiz bir üsluptu” demişti. Bu tehdide sorumlu bir lider tavrıyla yanıt verdiğini söyleyen ve “Birinin ulusun çıkarlarını düşünerek hareket etmesi gerekiyordu, ben de öyle yaptım” diyen Müşerref, ABD’nin bazı taleplerinin ‘gülünç’ olduğunu eklerken, buna Pakistan’daki ABD karşıtlarının baskı altına alınması talebini örnek göstermişti.
Sorunlardan ikincisi ise, 27 Şubat 2007’de ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin Pakistan ziyaretinde ortaya çıktı. Afganistan’da Hindistan istihbaratının rolü, Hindistan-ABD arasındaki stratejik ittifakın güçlenmesi, İran’dan gelen doğalgaz ve petrol boru hatları ikili ilişkilerde yaşanan sorunlardan bazılarıydı. Amerikan olmak üzere Batı basınının Müşerref’in şahsına ve askerî yönetimine karşı yürüttüğü karalama kampanyası da bir başka sorundu.
Bush yönetiminin Pakistan’a karşı yürüttüğü bu politika, ABD’nin tüm İslam ülkelerine karşı yürüttüğü politikanın bir benzeri. Pakistan bugün kaynayan bir kazanı andırıyor. Irklar, kabileler, merkezî hükümet, yargı organları, askerî ve dinî müesseseler arasında artan olaylar, tarafları ayrıştırarak ülke tarihini sarsacak düzeye ulaşıyor.
Paylaş
Tavsiye Et