12 EYLÜL 1980 askerî müdahalesi, Cumhuriyet döneminin etkileri en uzun süren darbesidir. Bu müdahale, Kemalist ordunun, toplumun vesayetle olgunlaşacağı, yani modernleşeceği kanaatinin ciddi yara aldığı ve bu düşünceyle toplum mühendisliğine yöneldiği “Soğuk Savaş mantığı”nın içinde şekillenmiş ve topluma güvensizliğin şahikasına varan 1982 Anayasası’nın sözüne ve özüne sinen “milli güvenlik rejimi”yle sonuçlanmıştır.
Ordu Neden Müdahale Eder?
Ordu, siyasete neden müdahale etmektedir? Bu konuyu 27 Mayıs darbesini önce hararetle desteklerken, sonraları 27 Mayıs aleyhtarı olan bir siyasetçinin yorumuyla ele alalım. Bahsettiğimiz siyasetçi, 12 Mart muhtırasından sonra müdahaleyi destekleyen partisi CHP’nin genel sekreterliğinden istifa eden, 12 Eylül darbesine tek başına direnen, 28 Şubatçıların dayatmalarına karşı çıkabilen ama son tahlilde bu bahiste kendisiyle tenakuza düşen Bülent Ecevit’tir. Ecevit ordunun müdahale mantığını şöyle özetliyor:
“Ordular güvenliği istikrarda aradıklarından, toplumda fazla değişiklikten ürkerler. Çoğulcu topluma geçişin, çağdaşlaşmanın ve gelişimin doğal sonucu olan değişimi de genellikle istikrarı sarsıcı bir etken gibi görme eğilimindedirler. Hemen belirteyim, ben genel olarak orduların sosyal, kültürel veya siyasal değişime öncülük ettiği veya edebileceği düşüncesine katılmıyorum.” (Tercüman, 11 Temmuz 1986)
Esasen 12 Eylül, aksini düşünenleri caydırmak için çok iyi bir örnektir. Zira 12 Eylül müdahalesiyle ordu artık, modernleşmeyi ve Cumhuriyet’i kontrol etmek düşüncesinden, modernleşmenin ve demokratik bir Cumhuriyet rejiminin karşısında bir engel olmaya savrulmuştur.
12 Eylül: Topluma ve Siyasete Deli Gömleği
Müdahaleyi yapan ordu, toplumu ve buna bağlı olarak siyaseti zor araçları ve Kemalizm’in ikna kabiliyetiyle yeniden kurmaya yöneldi. Toplumdaki etnik ve sınıfsal farklılıkları yok sayanlar, siyaseti de bu emsalde yeniden kurmayı planladılar. 1982 Anayasası’nın %92 nispetinde kabul edilmesinin de verdiği cesaretle fütursuzca siyaset dünyasına girdiler. Esasen, 12 Eylül başlangıçtan beri, 12 Eylül öncesi şiddet ve kriz ortamının müsebbibi olarak her türlü siyaset anlayışını, siyasi partileri ve siyasetçileri görmekteydi. Bu öylesine bir hal aldı ki, kendi görüşleri Kemalizm’in soy temsilcisi olan Cumhuriyetçi Güven Partisi’nin Genel Başkanı Turhan Feyzioğlu’nun başbakanlık yapması düşüncesinden bile son anda vazgeçip, bu görevi emekli bir asker olan Bülent Ulusu’ya verdiler.
Yeni Siyasi Partiler Kanunu
12 Eylül’de ordu komuta kademesinin aldığı isimle Milli Güvenlik Konseyi (MGK) ilk iş olarak siyasi faaliyetleri yasakladı. 16 Ekim 1981’de ise tüm siyasi partiler kapatıldı ve mal varlıkları hazineye devredildi. Anayasa’nın 7 Kasım 1982’de kabul edilmesini takiben 22 Nisan 1983’te MGK, yeni siyasi partiler kanununu kabul etti. Böylece Anayasa’nın topluma giydirdiği “deli gömleği”ni, siyasi partiler kanunu da siyasi partilere giydirmeye çalışıyordu.
Kanunun geçici maddeleri 11 Eylül 1980 günü faaliyette bulunan siyasi partilere ve bu partilerin mensuplarına istisnasız çeşitli siyasi yasaklar getirmişti. Bu şekilde, eski siyasilerin, MGK’nın toplum ve siyasi mühendisliğini bozması engellenmiş ve cezalandırılması temin edilmiş olacaktı.
Partiler Kuruluyor: Vetolar, Yasaklar, Sürgünler
1983 Mayıs’ında siyasi partilerin kurulmasına izin verildi. 13 Haziran’da ise MGK, seçim kanunu yayımladı. Bu kanuna göre, siyasi partilerin seçime girebilmesi için en az 30 kurucu üyesinin MGK’nın onayından geçmesi gerekiyordu. Böylelikle zaten dar olan siyasi alana, hangi partilerin hatta kimlerin gireceğini de MGK kararlaştırmış olacaktı. Nitekim siyasi partilerin kurulmaya başlamasıyla Adalet Partisi (AP)’nin devamı olduğunu saklamayan Büyük Türkiye Partisi, darbe komutanı Kenan Evren’in çok sert eleştirileri eşliğinde kapatıldı. Yeni siyasi partilerin kurulmasına ve siyasi faaliyetlere perde arkasından katılan AP’li ve CHP’li siyasetçiler Süleyman Demirel, Ali Naili Erdem, Ekrem Ceyhun, Sadettin Bilgiç, Nahit Menteşe, İhsan Sabri Çağlayangil, Sırrı Atalay, Metin Tüzün, Celal Doğan, Deniz Baykal, Ferhat Aslantaş vs. Zincirbozan’a sürüldü. Yine Evren’in ifadesiyle “Tencereyi pisletenlere bir daha fırsat verilmeyeceği” ilan edildi.
İki Buçuk Partili, Milli Güvenlik Düzeni Hayali
Seçim kanununda, 1980 öncesi koalisyonlara ve bilhassa MSP ve MHP’ye duyulan husumetin bir sonucu olarak, ülke ve seçim çevresinde baraj uygulaması getirildi. Seçim sistemi ve MGK’nın seçime girmesine izin verdiği siyasi partiler, darbecilerin iki buçuk partili bir siyasi partiler düzeni isteğini gösteriyordu. Darbeciler açıkça Emekli Orgeneral Turgut Sunalp’in genel başkanlığındaki Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP)’nin tek başına iktidar olmasını, İsmet İnönü’nün özel kalem müdürlüğü görevinde bulunmuş Necdet Calp’ın genel başkanlığındaki Halkçı Parti (HP)’nin ana muhalefet görevi almasını ve 24 Ocak Kararları’nın mimarı ve 12 Eylül’ün Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Turgut Özal’ın liderliğindeki ANAP’ın da sağın %70’e varabilecek oyunu düşürmekle sınırlı “buçuk muhalefet partisi” olmasını arzu ediyorlardı. AP’nin devamı olan Doğru Yol Partisi, CHP’nin devamı olan Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) başta olmak üzere MSP’nin devamı olan Refah Partisi’nin ve MHP’nin devamı olan Muhafazakar Parti’nin diğer partilerle beraber seçimlere girmesine, vetolar marifetiyle izin verilmedi.
Seçimlere Açık Müdahale
6 Kasım 1983 tarihli seçimler, 12 Eylül öncesine göre değişen Türkiye’nin bir yansıması olarak siyasi reklam sektörünün devreye girdiği yeni bir siyaset anlayışı getirdi. Seçim kampanyası sırasında Turgut Sunalp ve MDP kendilerinden beklenen performansı gösteremezken, buçuk parti olması planlanan ANAP ve lideri Turgut Özal öne geçti. Özal’ın ‘değişim’ mesajı ve diğerlerine nispetle ‘sivil’ duruşu merkez sağ seçmenin adresini tayin ederken; Sunalp’in nobran duruşu, Ege ordusunu kurmakla siyasi parti kurmak arasındaki farkı tayin edemeyen “kurmay zekası” ve askerî yönetimin devam edeceği mesajı MDP’yi buçuk parti haline getirdi. Seçimlerden bir gün önce darbe komutanı Kenan Evren’in televizyonda Özal aleyhinde ve MDP lehinde her zamanki naif konuşmalarından birini yapması ise işin tuzu biberi oldu.
Seçim Sonuçları: Hayalden Geleneğe ve Gerçeğe
Seçim sonuçlarına göre, ANAP %45,1 oyla 400 milletvekilinden 211’ini, HP %30,5 ile 117’sini, MDP %23,3 ile 71’ini kazandı. ANAP Bingöl’de bir eksik aday gösterdiği için, kazandığı halde bir milletvekilini muhalefete kaptırdı. Bu sonuçlar, MGK seçimleri yeniletecek veya hükümeti kurma görevini Özal dışında birine verecek gibi spekülasyonlara yol açsa da, MGK seçmen iradesini kabul etmek zorunda kaldı. 7 Aralık’ta Turgut Özal hükümeti kurmakla görevlendirildi.
12 Eylül’ün öngördüğü siyasi partiler sistemi, toplumsal ve siyasi gelenekler ile gerçekler karşısında kısa zamanda iflas etti. 12 Eylül’ün iki partisi MDP ve HP varlıklarını devam ettiremediler. HP, seçime giremeyen SODEP ile birleşti ve Sosyal Demokrat Halkçı Parti adını alan ve CHP’ye nispetle sosyal demokrasiye daha yakın duran bir parti içinde eridi. MDP ise DYP’ye iltihak etti, bir kısım milletvekili de ANAP’a katıldı. Siyasi partiler kanunundaki yasaklara rağmen, eski liderler ve kadroları fiilen siyaset yaptılar. Nihayet bu anlamsız yasak, 1987’de referandumla %50 nispetinde oyla kaldırıldı.
Seçim sonuçları, 12 Eylül darbecilerinin istediği şekilde ortaya çıkmadı. Bu şekilde daha sivil demokratik bir süreç başladı. Ancak toplumun ve siyasi partilerin üzerindeki “deli gömleği”ni yırtıp atmak mümkün olmadı, olsa olsa gömlek biraz gevşedi. 12 Eylül’ün istikrar adına otoriter bir şekilde dayattığı iki buçuk partili düzen bir süre sonra, tam da onların destekledikleri geleneklerin aleyhine, tasfiye etmek istedikleri geleneklerin lehine işlemeye başladı. 28 Şubat’taki post-modern darbeye ve 27 Nisan’daki e-bildiriye bakılırsa darbecilerin kurmay zekasının Turgut Sunalp’e nispetle ne ölçüde geliştiği hâlâ tartışma konusu. Siyasi partilerin ve toplumun “deli gömleği”ni yırtmak bakımından kat ettiği mesafenin ise giderek arttığını söylemek mümkün.
Paylaş
Tavsiye Et