22 TEMMUZ seçimlerinin galibi AK Parti oldu. AK Parti’nin tekrar iktidara gelmesi sürpriz değil. Yapılan onlarca kamuoyu yoklaması tek parti iktidarını işaret ediyordu. Sürpriz, iktidar partisinin oylarını %12,3 oranında artırması oldu. Bu kuşkusuz siyasi tarihimizin ikinci istisnası. Daha büyük bir patlamayı 1954 yılında Demokrat Parti (DP) gerçekleştirmişti. Bir başka sürpriz ise, AK Parti’nin her bölgeden ve toplumun her kesiminden yüksek düzeyde oy alması oldu. Bu haliyle AK Parti, tüm Türkiye’nin partisi olduğunu gösterdi. Bu başarının analizi hem kolaydır hem de zor. Kolaydır; çünkü AK Parti’yi diğerlerinden farklı kılan bir faktör aynı zamanda bir başarı unsurudur. Bu farklılık en basitinden lidere özgü olabileceği gibi partinin söylemine ya da uygulamasına dönük de olabilir. Örneğin, “Recep Tayyip Erdoğan’ın giderek yükselen karizması çok önemliydi” demeniz mümkün. Aslında son iki seçim arasında cereyan eden herhangi bir önemli olayın asıl faktör olduğunu da iddia edebilirsiniz. İsterseniz, “En büyük katkıyı e-muhtıra yaptı” ya da “Asıl etkili olan cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşananlardır” yahut “dağıtılan kömür torbalarıdır” diyebilirsiniz. Bu tür gerekçeler gerçekte bizim kişisel algılarımızdan ibarettir. Çoğunlukla kendi tercihlerimizi ya da çevremizin bakış açısını yansıtır. Analizin zor olan tarafı bunların test edilmesidir. “Diğer şartlar aynı kaldığında” diye başlayan bir test sosyal bilimlerde hiç de kolay olmasa gerek. Üstelik yukardaki gerekçelerin hepsi doğru da olabilir; ancak önem derecelerine ilişkin net bir açıklama seçmenlerin aynı zamanda ‘Neden?’ sorusuna verecekleri cevapta gizli. Bu ise pratikte mümkün değil.
Daha kolay bir yol, algılarımızı etkileyen mecraların incelenmesinden geçiyor. AK Parti’nin seçim mitinglerinde, söylemlerinde, reklamlarında veya propagandalarında kullandığı temalar bu açıdan yol gösterici. Burada ağırlıklı olarak iki konu ön plana çıkıyor: Birincisi, ekonomideki kazanımlardan hareketle güven ve istikrara yapılan vurgu; diğeri ise, cumhurbaşkanlığı seçiminde uğranılan haksızlığa yapılan atıf. Bu açıdan denilebilir ki AK Parti’nin seçim başarısındaki aslan payı ekonomiye aittir. Cumhurbaşkanını seçememe sürecinin payı ise daha küçüktür. Bu iki ayrı faktörün oylar üzerindeki etkilerini kestirmek gerçekten çok zor. Karar sizin.
AK Parti hükümetinin en büyük artısı ekonomide kazanılan istikrardır. 22 Temmuz seçimleri bu açıdan, ekonomide başarılı olan hükümetlerin seçimlerde de başarılı olduğu hipotezini destekliyor. AK Parti’nin ekonomi karnesinde artılar eksilerden daha fazladır. Ortalama %7’nin üzerinde büyüyen bir ekonomi ve tek hanelere düşen enflasyon en önemli kazanımdır. Yine borç dinamiklerinde sağlanan iyileşme ve yüksek yabancı sermaye girişleri de karnenin artı tarafındadır. Burada, AK Parti iktidarının son dönemlerin en başarılı ekonomik performansını ortaya koyduğu iddia edilebilir. 1954’te DP seçimlere girdiğinde de ortalama büyüme hızı %8,5 ve enflasyon tek hanelerde idi.
Ekonomik büyümede yakalanan başarının halka yansımadığı eleştirisi inandırıcı bulunmuyor. Her şeyden önce kişi başına düşen milli gelir 5.477 dolara ulaştı. Özellikle enflasyonun düşmesi kişilerin satın alma gücünde ciddi bir artış sağladı. Hane halkının alım gücü arttı. Başta dayanıklı tüketim malları olmak üzere, konut ve taşıt satışlarının artması bunun bir göstergesidir. Yaşam standartlarında ilerleme sağlandı. Ayrıca, 2002’ye kıyasla gelir eşitsizliğinde de düzelme yaşandı. Toplumun en fakir çeyrek kesiminin milli gelirden aldığı pay %5,3’ten %6,1’e çıkarken; en zengin grubun payı %50,1’den %44,4’e geriledi. Daha da önemlisi toplumun ikinci ve üçüncü gelir dilimlerinde bulunan orta sınıfın aldığı pay %44,6’dan %49,5’e yükseldi. İmalat, inşaat ve hizmetler sektöründe canlanma, tarım sektöründen gelen işgücünün istihdamında önemli rol oynadı.
AK Parti hükümetinin en büyük başarısı politikalarının öngörülebilir olmasıdır. Başta kamu maliyesi, dalgalı kur rejimi ve enflasyon olmak üzere temel politikalarda sergilenen kararlı ve ısrarlı tutum hem başarıyı hem de beraberinde güveni getirdi. Öngörülebilir bir yapının oluşturulması belirsizlikleri azalttı ve yatırım ortamını iyileştirdi. Birçok ekonomik göstergede yakalanan iyi gidiş, geleceğe dönük umutları da yeşertti. “İleride daha da iyi olacak” beklentisi oluştu. AK Parti’nin “Durmak yok, yola devam” sloganı bu beklentiyi daha da geniş kitlelere taşıdı.
Ekonomimizin yumuşak karnı cari işlemler açığıdır. Başka bir deyişle dış dengedir. Uluslararası konjonktürün ve likidite bolluğunun olumlu seyri dış dengenin sürdürülebilmesinde önemli bir fırsat sundu. Ancak bu fırsat aynı zamanda ciddi bir risk kaynağıdır. Yurtiçi finansal piyasaların başta ABD kaynaklı olmak üzere yurtdışı gelişmelere bağımlı olması ekonomi politikalarının uygulanmasını güçleştiriyor. Önümüzdeki günlerde siyasi belirsizliklerin azalmasıyla bu güçlükler giderek ön plana çıkacaktır. Özellikle yurtiçine sermaye girişlerinin hız kazanmasıyla bir taraftan Türk Lirası değer kazanmaya devam edecek, diğer taraftan faizler üzerinde aşağı yönlü bir baskı oluşabilecektir. Bu ise bankacılık kesimine, kredi arzını artırmak için ihtiyaç duyduğu fırsatı verecektir. Bu gelişmeler cari açığın ve ekonominin daha da büyümesine neden olurken; enflasyon üzerinde risk de yaratabilecektir.
Görünen o ki, AK Parti iktidarının ekonomik başarısı kendisine iktidar yolunu açtı. Ancak uygulanan ekonomi politikaları fırsatların yanında riskleri de beraberinde taşıyor. Zira kısa vadede cari işlemler açığının önemli bir risk unsuru olmaktan çıkmayacağı anlaşılıyor. Klişe tabiriyle “yüksek faiz, düşük döviz kuru” sarmalının bir süre daha devam edeceği görülüyor. Şimdiye kadar yüksek faiz dışı fazla ve doğrudan yabancı sermaye girişleri bu riskleri bertaraf edebildi. Siyasi istikrarın daha da güçlendiği bir Türkiye’de potansiyel büyüme hızının artırılması, mikro reformların öncelenmesiyle mümkün. Mesleki eğitimin yaygınlaştırılması, rekabetin güçlendirilmesi, işgücü piyasasında esnekliğin sağlanması, istihdam üzerindeki vergi yüklerinin azaltılması, hukuk ve vergi gibi alanlarda reformlar bunlardan sadece birkaçı. Bu reformlar toplam faktör verimliliğimizin artmasına katkıda bulunacaktır. Sürdürülebilir bir büyümenin yolu, sürdürülebilir bir verimlilikten geçiyor. Daha az işçiyle verimlilik sürekli kılınamaz.
Paylaş
Tavsiye Et