Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (October 2007) > Toplum > Bir irfan sofrası: Ramazan-ı Şerif
Toplum
Bir irfan sofrası: Ramazan-ı Şerif
Sadık Yalsızuçanlar
KARS’TA med­fun ol­du­ğu söy­le­nen bü­yük bil­ge Ebu’l-Ha­san Ha­ra­ka­ni (Yu­suf He­me­da­nî ve Ah­med Ye­se­vî, onun ge­le­ne­ği­ne bağ­lı­dır­lar. Şey­hü’l-Me­şa­yih [bil­ge­le­rin bil­ge­si] di­ye anı­lır ve bu­gün Ana­do­lu’yu bes­le­yen ir­fa­nî yol­la­rın pek ço­ğu ona çı­kar), bir dua­sın­da şöy­le der: “Al­la­hım! Be­ni dün­ya­ya te­miz gön­der­din. Hu­zu­ru­na, be­ni dün­ya­ya gön­der­di­ğin gi­bi te­miz dön­mek is­ti­yo­rum.”
İba­det­ler, kul­lu­ğun bi­rer şek­li ola­rak, bi­za­ti­hi ya­pa­nın arın­ma­sı­nı sağ­lar. Kur’ân’da sü­rek­li ‘na­maz’la bir­lik­te anı­lan ze­kat ke­li­me­si, ‘tez­ki­ye’ kelimesiyle kök­teş­tir ve te­miz­len­me an­la­mı­na ge­lir. Ze­kat, sa­hip­lik duy­gu­su­nun; na­maz ise ‘ol­ma’nın arın­ma­sı­dır. Al­lah’ın em­ri­ne uya­rak im­sak­tan ak­şam na­ma­zı vak­ti­ne de­ğin nef­sin ih­ti­yaç duy­du­ğu ve lez­zet al­dı­ğı şey­le­rin ya­sak­lan­dı­ğı oruç ise, bi­za­ti­hi in­sa­nın ‘ken­di’si­nin ya­ni nef­si­nin arın­ma­sı­dır. Os­man Hu­lu­si Efen­di, gör­kem­li ese­ri Di­van’da şöy­le der: “Sa­na mat­lûb sen­sin ey dil gay­rı bir söz ara­ma / Sen­de­dir ol gö­re­cek yüz taş­ra­dan yüz ara­ma.
İn­sa­nın asıl di­le­ği, ara­dı­ğı, muh­taç ol­du­ğu ve is­te­di­ği ‘ken­di’sin­de­dir, ru­hun­da­dır. Ken­di (self), bir ba­kı­ma ‘so­ul’, ya­ni ruh de­mek­tir. Kla­sik Arap­ça­da ‘nefs’ ke­li­me­si, ‘ruh’ için kul­la­nı­lır. Ruh ise “Rah­man’ın so­lu­ğu”dur. İbn Ara­bi haz­ret­le­ri, ‘ruh’un in­san­da­ki ‘Rabb’, Rabb’ın te­cel­li­si ve ne­fe­si ol­du­ğu­nu söy­ler.
İn­sa­nın iki kut­bu var­dır: Nefs ve ruh. Nefs, ru­hun em­ri­ne gi­rer­se, in­san baş­tan aya­ğa ruh ke­si­lir ve er­de­min, ol­gun­lu­ğun, iyi­lik ve gü­zel­li­ğin me­ka­nı olur. Hu­lu­si Efen­di, “O yüz sen­de­dir, dı­şa­rı­da ara­ma” der­ken, in­sa­nın ru­hu­na yö­nel­me­si ge­rek­ti­ği­ni be­yan eder. İn­san, nef­si­nin is­tek ve tut­ku­la­rın­dan arın­dık­ça, ru­hun da­ire­si­ne gir­me­ye baş­lar. Ruh, esa­sın­da ema­net­tir ve Al­lah’ın ne­fe­si ola­rak, be­den­de ko­nuk­tur. Be­den için bi­zim ini­si­ya­tik söz­lü­ğü­müz­de ‘ik­lim’ ya­ni yurt, va­tan ta­bi­ri de kul­la­nı­lır. Ruh, arın­mış olan be­den­de, şa­i­ra­ne otu­rur. Bu, be­den mül­kü­nün, iba­det ve kul­luk­la arın­ma­sı ma­na­sın­da­dır. Be­de­nin arın­ma­sı an­cak kul­luk­la müm­kün­dür.
Su, mad­di arın­ma­yı; se­ma­vi su (sa­lih amel­ler) ise ru­hun, arın­mış bir yer­de ika­me­ti­ni sağ­lar. Kul­luk için üç ta­bir kul­la­nır İbn Ara­bi haz­ret­le­ri: İba­det, ubu­di­yet, ubu­det. İba­det, di­nî iba­det form­la­rı­dır. Na­maz, hacc, oruç, ze­kat vb… Ubu­di­yet, in­sa­nın sü­rek­li iba­det­le meş­gu­li­yet ha­li­dir. Ubu­det ise in­san­da ubu­di­yet ha­li­nin sü­rek­li ga­le­be­si­ne de­nir. Na­maz dı­şın­da da na­maz­da ol­ma, sü­rek­li Al­lah’ı zik­ret­me, her şe­yi O’ndan bil­me, O’nu ta­nı­ma ve ita­at şu­u­ru içe­ri­sin­de ol­ma, ha­yır ve şer­rin O’ndan gel­di­ği­ni id­rak ha­li­nin ke­sin­ti­siz­li­ği, ubu­det ma­ka­mı­nın ni­te­lik­le­rin­den­dir.
Oruç, tıpkı na­maz gi­bi, in­sa­nın nef­sa­ni olan­dan arı­na­rak, ru­hun dai­re-i ha­ya­tı­na gir­me­si­nin vaz­ge­çil­mez bir şö­le­ni­dir. Oruç­la bir­lik­te in­sa­nın ru­hu, nef­sin kö­le­leş­ti­ri­ci zin­cir­le­ri­ni kı­rar ve ha­ki­ki ma­na­da öz­gür­leş­me yo­lun­da iler­ler. Bir Ha­dis-i Şe­rif’te Pey­gam­ber Efen­di­miz, “Ra­ma­zan’da şey­tan­la­rın zin­cir­len­di­ği­ni” be­lir­tir ki, bu, Ra­ma­zan-ı Şe­rif’in kut­si ni­te­li­ği­ni ifa­de eder. Şey­ta­nın ve nef­sin zin­cir­len­me­si, in­sa­nın ru­hen öz­gür­leş­me­si an­la­mı­na ge­lir. Ubu­di­ye­tin ya­ni sü­rek­li iba­det et­me ha­li­nin, Ra­ma­zan-ı Şe­rif’te, her mü­min­de do­ru­ğa çık­tı­ğı gö­rü­lür.
Ra­ma­zan-ı Şe­rif, ila­hi bir sof­ra, se­ma­vi bir meş­her, bir ti­ca­ret­gah ve pa­zar­dır. Pir Sul­tan’ın de­di­ği gi­bi, “Ak­tar­lar dük­kan­la­rı­nı açar”lar bu ay­da. İr­fan eh­li­nin aç­tı­ğı bu pa­zar­da ne arar­san bu­lu­nur. Bu sof­ra koz­mik­tir, ev­ren­sel­dir, umu­mi­dir. Her­kes çağ­rı­lı­dır bu­ra­ya. Asi, mu­ti, gü­nah­kar, abid, efen­di­sin­den kaç­mış kö­le, is­ya­na düş­müş bi­ça­re, sey­yid’ine ta­bi mü­rid, mür­şi­di­ni bul­ma­mış sa­lik, ka­dın, er­kek, ço­cuk, yaş­lı, her­kes bu sof­ra­nın çağ­rı­lı­sı­dır. Hat­ta oruç mü­kel­le­fi­ye­ti ol­ma­yan ço­cuk­lar, has­ta­lar da…
Ço­cuk­lu­ğu­muz­dan şen­lik­li an­la­rı­mız if­tar ve sa­hur­lar idi. Er­te­si gün oru­cu­mu­zu giz­li­ce bir bar­dak su­ya fe­da et­ti­ği­miz gün­ler­de bi­le, sa­hu­run, o ge­nel sof­ra­nın neş­ve­sin­den biz de na­sip­le­nir­dik. Bu, Ra­ma­zan’da Al­lah’ın Rah­man ism-i şe­ri­fiy­le, Rez­zak sı­fa­tıy­la aza­mi mer­te­be­de te­cel­li et­ti­ği­nin de bir be­lir­ti­si­dir. Rah­man, her şe­yi ku­şat­mış­tır. Ar­şı is­ti­va et­miş, var­lı­ğın ta­va­nı olan ar­şı ku­şat­mış­tır. Kalp, bey­tul­lah­tır. Bu­ra­da­ki gö­nül, ön­ce­lik­le bi­ze oruç’u ge­ti­ren Pey­gam­ber Efen­di­miz’in gön­lü­dür. O’nun gön­lü­ne gir­mek, Al­lah’ın rı­za­sı­na ulaş­mak­tır. Yu­nus Em­re şöy­le bu­yu­rur:
Yu­nus Em­re der ho­ca / Ge­rek­se var bin hac­ca / Hep­sin­den iyi­ce / Bir gö­nü­le gir­mek­tir
Bu­ra­da­ki gö­nül’den ka­sıt, Efen­di­miz’in gön­lü­dür. Efen­di­miz’in gön­lü ise iman ve İs­lam di­ya­rı­dır. Onun rı­za­sı, Al­lah’ın rı­za­sı­na ve­si­le­dir. İş­te Ra­ma­zan-ı Şe­rif, “bir gö­nü­le gir­me­nin” en el­ve­riş­li anı­dır. Bu anın be­re­ke­ti hem mad­di hem ma­ne­vi­dir. Yok­sul­lu­ğun son sı­nı­rı­na var­dı­ğı ül­ke­miz­de, en fa­kir if­tar sof­ra­sın­da bi­le bir­kaç çe­şit ye­mek bul­mak müm­kün­dür. Him­met sa­hi­bi şef­kat­li ve cö­mert Müs­lü­man­lar, bu ay­da, Al­lah’ın bah­şet­ti­ği rı­zık­tan sof­ra­lar açar, yok­sul­la­rın gön­lü­nü şen­len­di­rir­ler.
Ra­ma­zan-ı Şe­rif’le bir­lik­te şe­hir­le­rin üze­ri­ne Rah­ma­nî bir rüz­gar es­me­ye baş­lar. Bu, hem gö­nül­le­re hem şe­hir­le­re hem de ül­ke­le­re doğ­ru esen rah­ma­nî bir ne­sim­dir ki, on­da Al­lah’ın rah­met ve mer­ha­me­ti tü­ter.
Ra­ma­zan, bir tez­ki­ye, bir te­miz­len­me, bir arın­ma, dün­ya bağ­la­rın­dan kop­ma, nef­sin zin­cir­le­rin­den bo­şan­ma­dır. Kal­bin ci­la­lan­ma­sı, par­la­ma­sı ve te­miz­len­me­si­dir. Kalp ma­dem Al­lah’ın evi­dir, ora­ya Sa­hi­bi’nin teş­ri­fi için arın­ma­sı şart­tır. Bu­nun en be­re­ket­li za­ma­nı Ra­ma­zan-ı Şe­rif’tir. Al­lah’ın cö­mert­li­ği­ne ni­ha­yet yok­tur. Bu, Ra­ma­zan’da iyi­ce taç­la­nır. Ka­dir Ge­ce­si gi­bi kut­si bir an Ra­ma­zan-ı Şe­rif’te­dir ve o ge­ce Al­lah, in­san­lı­ğa ev­ren­sel bir hi­da­yet çağ­rı­sı ola­rak in­dir­di­ği Kur’an-ı Ke­rim’ini ba­ğış­la­mış­tır. Bu ge­ce­de bir se­va­ba on bin­ler­ce mü­ka­fat ve­ri­lir. Ça­ğı­mı­zın bü­yük bil­ge­si Es­sey­yid Os­man Hu­lu­si Efen­di, “Bu yo­lun mer­din­den olup nef­si­ni bas­dın ise / Merd-i mey­dân-ı ci­hân­sın gel yo­kuş düz ara­ma” der­ken bu ha­ki­ka­ti, bu sır­rı ifa­de et­mek­te­dir. Bu yo­lun mer­di ol­ma­nın, yi­ği­di ol­ma­nın en el­ve­riş­li za­ma­nı Ra­ma­zan-ı Şe­rif’tir.
Nef­si ‘bas­ma’nın, nef­sin bağ­la­rın­dan azad ol­ma­nın im­ka­nı en çok bu ay­da açı­lır. Ru­hun, kay­na­ğı­na doğ­ru iler­le­me­si, o se­ma­ya uruc et­me­si, o gö­ğe yük­sel­me­si, Ra­ma­zan-ı Şe­rif’te ade­ta ila­hi bir lü­tuf ola­rak in­san­la­rın üze­ri­ne in­mek­te­dir. Şey­tan­la­rın bağ­lan­dı­ğı, me­lek­le­rin ara­mız­da do­laş­tı­ğı, in­sa­nın me­le­ki yan­la­rı­nın güç­len­di­ği bu be­re­ket­li ve fe­yiz­li ay­da bol bol Kur’an oku­mak, na­maz kıl­mak, is­tiğ­far et­mek, sa­la­vat-ı şe­rif ge­tir­mek, ev­rad ve ez­kar­la meş­gul ol­mak, yok­sul­la­rı gö­zet­mek, fa­kir­le­ri do­yur­mak, giy­dir­mek, has­ta­la­ra bak­mak, kim­se­siz­le­rin kim­se­si ol­mak ge­re­kir.
İn­san, hem­cin­si­nin sı­kın­tı­la­rı­nı pay­laş­ma­dan in­san ol­maz. Di­ğer­kam­lık ve nef­sin­den ön­ce öte­ki­ni dü­şün­mek, ne­be­vi bir has­let­tir. Bu­nun için bir fır­sat sof­ra­sı önü­mü­ze açıl­mış­tır. Ra­ma­zan-ı Şe­rif’te bil­has­sa kim­se­siz ve yok­sul­la­rın, ça­re­siz ve has­ta­la­rın ya­nın­da ol­mak, on­la­rın der­di­ne der­man bul­mak en de­ğer­li iba­det­tir. Bu, fü­tüv­vet ah­la­kı­dır.
Os­man Hu­lu­si Efen­di’nin de­di­ği gi­bi: “Sî­ne­ne yaz­dın­sa eğer nakş-ı ha­yâl-i dil-be­ri / Gay­rı­ya bak­ma Hu­lû­sî var şeb ü rûz ara­ma.
De­mek ki, as­lo­lan O’nun rı­za­sı­dır. O ise kul­luk eden­le­rin ve gön­lü kı­rık­la­rın kal­bin­de­dir.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Sadık Yalsızuçanlar