Yönetmen: Catherine Hardwicke Senaryo: Mike Rich
Oyuncular: Keisha Castle-Hughes, Oscar Isaac
Yapım: ABD, 2006, 101 dk.
Roma İmparatoru adına Kudüs’ü yöneten Kral Herod’un buyruğu altında yaşayan Meryem, ailesi tarafından, çok da istekli olmayarak Yusuf isminde bir gençle nişanlandırılır. İffeti ile tanınan Meryem’e bir gün Cebrail görünerek, kendisine bir erkek dokunmaksızın hamile kalıp bir çocuk dünyaya getireceğini söyler. Bu esnada Fars bölgesinden gelen üç kahin, Kral Herod’a topraklarında dünyaya gelecek olan bir çocuğun yer ve gökte krallığını ilan edeceğini müjdelemektedir(!). Kral Herod, iktidarını kaybetmemek adına ülkede yeni doğan bütün erkek çocuklarının öldürülmesi de dâhil her yola başvururken; Meryem ve onun iffetinden sonuna dek emin olan Yusuf ise Nasıra’dan Beytüllahim’e uzanan çileli bir yolculuğa çıkarlar.
Mel Gibson’ın yönettiği İsa’nın Çilesi filminin kan banyosu etkisinden yeni kurtulmuşken, vizyona bu defa Meryem’in Çilesi formatında Meryem Ana: Hz. İsa`nın Doğuşu filmi girdi. İsa’nın Çilesi’nin başlangıcı niteliğindeki film, İsa’nın doğumunu Kitab-ı Mukaddes’i temel alarak anlatıyor.
Vahye muhatap olan ilk kadın Hz. Meryem, Kur’ân’da üstün ahlakı, imanı ve tavırlarıyla tüm kadınlara örnek olarak gösterilen bir peygamber annesidir. Aziz Pavlus’tan sonra kurumlaştırılmış bir din olarak Hıristiyanlıkta ise Hz. Meryem’in beşeri tabiatı ilahileştirilmiş, Roma’nın politeistik kültürünün etkisiyle oluşan Baba-Oğul-Kutsal Ruh şeklindeki teslis inancına adeta bir tanrıça ana olarak eklenmiştir.
Her iki dinin anlatısında da Meryem’in ortak yönü olarak öne çıkan iffetinin ve güçlü imanının altının çizildiği Meryem Ana, görselliği ve mekan kullanımı ile ele aldığı dönemi çok güzel tasvir etmesine karşın, aynı başarıyı maalesef anlatım dili bağlamında gösteremiyor. Sinema filminden ziyade bir TV doküdraması niteliğindeki film, Hıristiyanlar için bir nevi “Dinimizi Öğrenelim” tadında bir belgesel niyetiyle kotarılmış. Meryem rolündeki aktristin her daim takındığı Küçük Emrah ifadesi onun ‘temizliği’ni ifade etmekte yeterli olmazken; Zekeriya peygamberin eşi olan ve kendisi gibi bebek bekleyen kuzeniyle birbirlerinin karnına dokunup “Bak işte benimki de tekme attı, bak şimdi seninki de attı” şeklindeki ‘tekmeleşmeler’, inandırıcılıktan uzak oyunculuklar nedeniyle zaten dahil olamadığınız filmden iyice uzaklaştırıyor. Bütün karakterlerin neredeyse her iki saniyede bir birbirlerine “Şalom” dediği ve kötü adamların bu sefer Yahudiler değil de Romalılar olarak gösterildiği filmin, bu anlamda İsa’nın Çilesi’nin ürküttüğü kurbağaları teskin etmeye yönelik olduğu da aşikar. Kitab-ı Mukaddes’teki sinematografik anlatım ve Hıristiyan geleneğindeki ikonografik malzeme var oldukça, Kutsal Orman Hollywood da çektiği konu sıkıntısı içerisinden can havliyle metafizik-dinî konulara sarılmaya devam ettikçe, İsa ve Meryem’le ilgili bir seri filmin daha bizi beklediğini anlamak için kâhin olmak gerekmiyor. /Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen-Senaryo: Luc Besson Oyuncular: Bruce Willis, Mila Jovovich
Yapım: Fransa, 1997, 126 dk.
23. yüzyılda dünya yok olmanın eşiğindedir. Her 5 bin yılda bir geri dönerek yaşamı yok etmeye çalışan şeytani güç, bir gezegen biçiminde hızla dünyaya yaklaşmaktadır. Tek kurtuluş beşinci güç olarak adlandırılan, kimsenin ne olduğunu bilmediği elementin dünyaya ulaşmasıdır. Hollywood tarzı büyük bütçeli filmleriyle Fransız sinemasının Spielberg’i olarak anılan ve sinemayı sadece bir asprin olarak gördüğünü ifade etmekten gocunmayan Luc Besson’un Beşinci Güç filmi, aksiyonun müzikle mezcedildiği Wagnervari bir uzay operası tadında fantastik bir seyirlik. Empedokles’in her şeyin temeli olarak gördüğü “anasır-ı erba”dan ilham aldığı ismiyle film, yaşamın devamını beşinci elementin keşfine bağlıyor. Dört temel unsuru bir araya getirip uzaklaştıran hareket ettiricilerin de aşk ve nefret olduğu yönündeki düşüncesiyle uyum gösteren film, beşinci element özlemi altında Mesihyen bir bekleyişi de bünyesinde barındırıyor. /Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen: Milos Forman Senaryo: Milos Forman, Jean Claude Carrière
Oyuncular: Javier Bardem, Natalie Portman
Yapım: İspanya, 2006, 114 dk.
Francisco Goya kraliyet ressamı olarak çalıştığı için stratejik bir konumdadır. Hem zengin tüccarlarla hem Kilise ile arası iyi olan Goya’nın müşterilerinden birisi rahip Lorenzo diğeri ise tüccar Bilbatua’nın kızı olan Ines’tir. Ines gittiği bir tavernada domuz eti yemediği için Kilise muhbirleri tarafından Yahudi olma iddiası ile suçlanır. Engizisyon Mahkemesi‘nde yargılanan genç kıza zorla Yahudi olduğu itiraf ettirilir. Goya, Ines’in suçsuz yere hapse atılması ve Engizisyon’da işkence görmesi üzerine, rahip Lorenzo’ya gidip Ines’in hayatını bağışlaması için yalvarır. Kızın ailesine ve Goya’ya rağmen Lorenzo, zavallı Ines’e hapiste zarar vermekten başka bir şey yapmaz. Ve nihayet Fransız İhtilali’nin etkisiyle çalkalanan İspanya, Katolik Kilisesi’ni gücün ve iktidarın zirvesinden aşağı indirir. Kilise tarafından aforoz edildikten sonra Fransa’ya kaçan Lorenzo, ülkesine Napolyon rejiminin başsavcısı olarak geri dönerken, Ines 15 yıl sonra yeniden özgürlüğüne kavuşur. Ancak kadın hapisten çıkar çıkmaz Goya’nın yanına gider ve hapisteyken Lorenzo’dan bir bebeği olduğunu söyler. Artık işitme yetisini kaybetmiş olan ünlü ressam kafasındaki şüphelerle Ines’in bebeğini bulmasına yardım etmeye çalışır.
Filmin adı Goya’nın Hayaletleri olsa da film Francisco Goya’nın hayatını anlatmıyor. Katolik papazlığından Fransız ihtilalciliğine uzanan rahip Lorenzo ile suçsuz yere yargılanan Ines’in hayatlarının kesişme noktası toplumsal bir hareketlilik eşliğinde ilerliyor. Milos Forman, 18. yüzyıl İspanya’sında Engizisyon mahkemelerinin hâlâ insanlara zarar veriyor olmasından etkilenerek aslında zamanında Aydınlanma’dan nasibini alamamış, Batı Avrupa’nın en geri kalmış ülkesi olan İspanya’yı Goya’nın resimleri eşliğinde belgeliyor. Kilise İspanya’ya katı bir Katolik bakış fırlatırken, halk bundan nasibini fazlasıyla alıyor. Sanatla iktidarın kavgasından da Goya’nın resim ve gravürleri doğuyor. Filmin sadece Goya merkezli olmaması kimi zaman Goya’yı sadece Ines ve kendi dramının bir parçası kılarken, kimi zaman da beslendiği tarihi gerçekçi aktarması noktasında filme bir avantaj sağlıyor. Yine biyografik bir kökten beslendiği Amadeus filminde yönetmen Goya’nın Hayaletleri’ne göre daha sakin ve gerçekçi bir atmosfer yakalamıştı. Bu yüzden Goya’nın Hayaletleri tipik olmaktan ziyade vasat bir Forman filmi olarak görülebilir. Filmi etkili kılan en önemli şey ise Goya’nın müthiş bir gözlem gücüne sahip oluşu. Eskizleri ile tanıklık ettiği olaylar, tarihe gömülü iktidar ve çıkar ilişkilerinin, zalimliğin ve adaletsizliğin gerçek yüzünü tarafsız sayılabilecek bir gözle belgeliyor. /Esra Bulut
Tavsiye Et