Yönetmen: Goro Miyazaki Senaryo: Ursula K. Le Guin-Goro Miyazaki
Yapım: Japonya, 2006, 115 dk.
Yerdeniz’de denge bozulmuştur. Ekinler çürümekte, hayvanlar ölmektedir. Bu yıkımın nedenini araştırmaya koyulan baş büyücü Atmaca, sürgün edilmiş genç prens Arren’le karşılaşır. Arren içine kapanık, sessiz bir genç gibi görünse de onu içten içe kemiren karanlık bir sırrı vardır. Bu sır onu birdenbire acımasız ve nefret dolu birine çevirebilmektedir. Arren ile birlikte yola düşen Atmaca, baş düşmanı kötü büyücü Cob’un sonsuz yaşama ulaşmak adına canlıların dünyasıyla ölülerinkini ayıran kapıyı açtığını öğrenir. Cob, amacına ulaşmak ve Atmaca’yı alt etmek için Arren’in korkularını kullanmayı planlamaktadır.
Isao Takahata ile beraber yaptığı Heidi dizisiyle tanıdığımız, sonrasında kurduğu Ghibli Stüdyosu’nda üç boyutlu animasyon teknolojisine karşı çizimlerini geleneksel bir şekilde hâlâ elle yapan anime ustası Baba Miyazaki’den sonra Oğul Miyazaki de anime dünyasına iddialı bir filmle katıldı. Filmin iddiası, fantastik bilim-kurgu yazarı Ursula K. Le Guin’in dünyaca ünlü Yerdeniz Öyküleri roman dizisinden uyarlanmasından kaynaklanıyor.
Romanlarında karşıtlıkların etkileşimi, gerilimi, birbirlerini dengelemesi ve bütünü oluşturması temalarını işleyen ve taoizm, zen, feminizm ve anarşizm gibi akımlardan etkilenen Le Guin’in yarattığı ütopyalarla, Japon mitolojisini ve Shinto inancını filmlerine hem hikaye hem de karakter anlamında taşıyan; büyüyenler, küçülenler, ölümden ve hayattan korkanların, kısaca her ne olursa olsun doğası gereği hep ‘eksik’ insanların yer aldığı; ancak bu eksikliklerle iyiliklerin hep denge noktasında buluştuğu Miyazaki geleneğinin mükemmel bir kimya oluşturması bekleniyordu.
Ancak Ghibli filmografisinde Ruhların Kaçışı (2001)’ndan Howl’ın Yürüyen Şatosu (2004) ve Yerdeniz Öyküleri’ne doğru özellikle anlatım dili bağlamında bir zayıflama olduğunu söylememiz mümkün. Ruhların Kaçışı ile 2002 En İyi Yabancı Film Oscar’ını tabiri caizse bileğinin hakkıyla kazanan Miyazaki, bu filmdeki yalın anlatımı, kendine has ve ana akım animasyonlardan oldukça farklı karakter yaratımını, maalesef Howl’ın Yürüyen Şatosu’nda devam ettirememişti. Çizimin anlatımın önüne geçtiği, hikayede hiçbir yeri olmadığı halde önümüzde resmî geçit yapan anlamsız kareler Ruhların Kaçışı’ndaki ne anlatmak istediğini bilen dramatik yapıdan oldukça zayıf bir film ortaya koyuyordu. Oğul Miyazaki’nin pastoral bir tonla çizdiği Yerdeniz Öyküleri’nin -henüz Baba Miyazaki’nin olgunluğuna ulaşmayan- görsel etkileyiciliği ise anlatımın ve metnin gücüyle desteklenemiyor maalesef. Zira film, romanın büyüsünü ve derinliğini yansıtmaktan uzak. Karakterlerle ilgili önemli detaylar verilmediği gibi, sadece romanı okuyanların bilebileceği öğeler de herhangi bir açıklama yapılmaksızın boca ediliyor. “Boynuz kulağı geçer mi?” sorusunun cevabı ise şimdilik ‘hayır’. Yine de en az havalar kadar korkunç vizyonda ehveni şer Yerdeniz Öyküleri, içinizi bir parça da olsa ferahlatabilir. /Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen: Martin Scorsese
Senaryo: Paul Schrader
Oyuncular: Robert De Niro, Judie Foster Yapım: ABD, 1976, 113 dk.
Amerikan sinemasının 70’li yıllarına damgasını vuran usta yönetmen Scorsese, suç, adalet ve şiddet unsurlarını Katolik ahlakçı bir üslupla işlediği filmlerinde kendine has bir görsellik inşa eder. En önemli filmi Taksi Şoförü’nde geceleri uyuyamadığı için taksi şoförlüğü yapan, Vietnam gazisi Travis Bickle’ın yalnızlık ve iletişimsizlikten şizofreniye geçişini adım adım sunar. Katolik simgelerle dolu filmde şehir de tıpkı dünya gibi kötülük sembolüdür Travis için. Her şeye karşı öfkeli Travis, kendini kahramanlaştırma uğruna, bedenini satarak hayatını kazanan 13 yaşlarında bir kızı kurtarırken bir dizi cinayet işlemekte beis görmez.
Taksi Şoförü, modern-kentli bireysel faşizmin psikolojisini merkezine alan ve Robert De Niro’nun etkileyici performansıyla sinema tarihinin en büyük anti-kahramanlarından birini yaratan bir sinema klasiği. /Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen: Steven Soderbergh Senaryo: Brian Koppelman, David Levien
Oyuncular: Al Pacino, George Clooney
Yapım: ABD, 2007, 122 dk.
Kumarhane ve oteller zinciri sahibi Willy Bank, Reuben Tishkoff ile yaptığı anlaşmaya uymaz ve otelini elinden alır. Tishkoff, Danny Ocean ve arkadaşlarının yakın dostudur. Bu yüzden Bank, yeni otel ve kumarhanesini açılışa hazırlarken, Danny Ocean ve arkadaşları kumarhaneyi çökertmek için çalışmalara başlarlar. Yaptıkları planın iki ayağı vardır. Kumarhanenin tüm masalarının açılış gecesinde kaybetmesini sağlamak ve daha önce açmış olduğu prestijli oteller için Bank’e verilen Beş Elmas Ödülleri’ni çalmaktır. Stratejilerinin ilk basamağı ile Bank’i ekonomik anlamda çökertmeyi, ikinci basamak ile de hayatta övündüğü mutluluk kaynağını elinden almayı hedeflerler. Tehlikeli ve gerçekleştirmeleri neredeyse imkansız planlarına rağmen sınır tanımaz çete, Bank’in zenginliğine ve mutluluğuna kasteder, iş başına geçer. Ocean’s Eleven (2001), 1960 yapımı olan ve aynı adı taşıyan filmin yeniden çevrimiydi. Senaryosu ve oyuncuları itibariyle kendi türleri içinde çok sıkıcı sayılmayabilirdi. Ardından gelen Ocean’s Twelve (2004) hem ilk filmin verdiği keyfi kaçırdı hem de bir devam filmine dönüşen yapıyı sıradanlaştırdı. Zorlama senaryosunun yanında geriye ezbere bildiğimiz mimikleri, bakışları ve tripleriyle bir dizi cilalı oyuncu bıraktı. Ocean’s Twelve’in aldığı olumsuz eleştirilerden sonra serinin geleceği tehlikeye girse de oyuncu kadrosunun istekli oluşu ve Soderbergh’in inatla devam kararı alması üçüncü filmin de çevrilmesini sağladı. Sıradanlık dozajını her yeni devam kararıyla biraz daha arttıran yönetmen, arkası yarınvari filmlere alıştırıldığımız bir dönemde üçlemenin üçüncü filminin sonuna dörtleyebileceği ihtimalini de sıkıştırmayı ihmal etmiyor. Yönetmenle aynı isteğe sahip, artık orta yaşın da üstü sayılabilecek ihtiyar delikanlılar(!) çetesi de kendilerini eğlendirmek ve belki gençliklerinde birbirlerine ayırmakta zorlandıkları vakti film setinde telafi etme noktasında hevesli gözüküyor. Ocean’s Thirteen, duruşu ile Ocean’s Eleven‘a çok benzer bir senaryo ve olay örgüsüne sahip. Özgüvenlerini ve kibirlerini perdenin dışına da taşıran çete üyeleri espri anlayışları ile yine fazlaca zeki olduklarını düşünüyorlar. Ukala bakışlarını saklayan, hata yapabilen, belki kaybeden olduğu için daha mütevazi duran ama varlığıyla filmi ikiye bölen Al Pacino ise yeteneği ve karizmasıyla göz dolduruyor. Ancak serinin sıradanlığını ve tekrarlarını çözmeye Al Pacino’nun oyunculuğu bile yeterli olmuyor. Eğlenmek için film yaptıklarını söyleyen ekip Amerikanvari dik bakışlarını Üçüncü Dünya’ya uzatırken de Nasreddin Hoca misali bir mizahla, eğlendirirken düşündürmeden edemiyorlar(!). /Esra Bulut
Tavsiye Et