BAŞÖRTÜSÜ sorunu, türban sorunu, başörtüsü meselesi, başörtüsü yasağı meselesi… İsimlendirmeler çok ve çeşitli. Son otuz yıllık zaman dilimi içerisinde Türkiye’de siyasi hayatı ve gündelik yaşantıyı etkisi altına alan bir sıkıntı ile ilgili yaygın tanımlamalar bunlar. Hangi zaviyeden baktığınıza, sıkıntının hangi cenahında bulunduğunuza göre şekillenen, değişen, tercih edilen tanımlamalar. Tanımlama, anlamak istenen bir konu yahut alanla ilgili ilk düşünsel çaba. Tanımlamalar, genellemelere ve sınırlamalara muhtaç. Tanım dışı her ayrıntı ise istisna. Oysa toplumsal olaylar ve içerisinde gerçek kişilerin öykülerini barındıran hadiseler, esasında her türlü tanımlamanın dışında yer alıyor. Anlamak gayesiyle aynı potaya konan, ortak yönleri sebebi ile ortak bir adla anılan kişisel hikâyelerden oluşan toplumsal hareketlerin, bireylerle ilgili her bir cüz’ü, aslında bir yönüyle tanım dışında ve birer istisna. Bu, içerisinde insan unsurunu barındıran bir olaya genellemelerle bakmanın ilk dezavantajı. İkinci bir dezavantaj, genellemelerin ve süslü tanımlamaların var olan sıkıntının kanıksanmasına hizmet etmesi. Zira küçük yahut büyük bir kitleyi ilgilendiren herhangi bir sıkıntıya bir kez isim konduğunda, ‘sorun’, ‘mesele’ yahut ‘problem’ gibi bir kelime ile yan yana anılmaya başlandığında, artık sıkıntının varlığı, bir anlamda yadsınmaz hale geliyor.
Başörtüsü takma ve yürürlükte olan yasak nedeniyle acı çekme ortak paydasında buluşan ve sayısız insanın hikâyesinden oluşan “Başörtüsü Sorunu” da benzer dezavantajları bünyesinde barındırıyor. Çünkü basit bir tanımlama ile karşımıza çıkan, adeta kavramsal, düşünsel bir sorunmuş gibi zihinleri geçici süreler için işgal edip, bir sonraki karşılaşmaya dek hayatımızdan çıkan bu sıkıntının, gerçek insanlardan, onların acılarından ve hikâyelerinden oluşan, hayata değen bir yüzü var.
Bugüne dek başörtüsü sorununun hayata değen yüzü ile hemen hemen hiç karşılaşmadık. Başörtüsü sorunu televizyonlardaki açık oturumlarda, genellikle takım elbiseli ve asık suratlı konuklar ile, çay-kahve eşliğinde konuşulan bir konu yahut polemik arayışı içerisinde olan köşe yazarlarının zaman zaman uğradığı bir durak olarak var oldu. Hatta çoğu zaman bırakın insani yönünü, somut sayısal verilere bile başvurulmaksızın afaki bir biçimde konuşuldu, tartışıldı. Gariptir, kamuoyunu bunca meşgul eden, bu kadar kelime ve enerji sarfiyatına sebep olan böylesi bir konuda, mümtaz medyamız, buram buram manipülasyon kokan münferit olayları manşete çekmek dışında pek bir şey yapmadı.
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV)’nın, “Değişen Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset” konulu araştırması, yüzeyin altında olup bitenlerin anlaşılması için atılan bir adımdı. Fakat araştırma, nesnel bir biçimde tartışılmak yerine, “Başörtülülerin oranı azalıyor” yaygarasıyla gündemi günlerce işgal eden bir konuya dönüştü ve alan araştırmalarının içerikleri kadar yorumlanmasının da ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Rakamların ideolojiye nasıl kurban edilebileceğini göstermesi açısından sosyoloji bölümlerinde, araştırma teknikleri dersinde okutulması gereken bir çalışma olan TESEV araştırması, bu nedenlerle kendisinden beklenen açıklayıcılığa ulaşamadı.
Geçtiğimiz günlerde, İstanbul’da gerçekleştirilen oldukça geniş katılımlı bir toplantı ile sonuçları kamuoyuna duyurulan “Başörtüsü Yasağı Alan Araştırması” ise bu konuda atılmış yeni bir adım olarak ortaya çıktı. Hazar Eğitim Kültür ve Dayanışma Derneği tarafından, Ankara Sosyal Araştırmalar Merkezi (ANAR)’ne yaptırılan ve “Türkiye’nin Örtülü Gerçeği” adı verilen çalışma dokuz ilde, toplam 1112 katılımcı ile yüz yüze görüşme tekniğiyle gerçekleştirilmiş. Ümit Meriç, Mümtaz’er Türköne, Hilal Elver, Naci Bostancı, Yıldız Ramazanoğlu, Melek Göregenli, Ferhat Kentel ve Ayşe Güveli’den oluşan bir akademisyenler topluluğu tarafından yorumlanan araştırma pek çok önemli sonuç ile kamuoyunu karşı karşıya getirdi.
Bu sonuçlar içerisinde en dikkat çekici nokta ise otuz yılı aşan bir maziye sahip olan başörtüsü yasaklarına rağmen başını hiçbir biçimde açmayanların %40,5 gibi yüksek bir rakamda seyretmesine karşılık, başını tamamen açanların oranının %1,2 gibi düşük bir seviyede kalması. Bu rakamlar aradan geçen bunca yıla rağmen başörtüsü yasaklarının başarılı olamadığını kanıtlıyor. Dikkat çekici bir diğer sonuç ise katılımcıların %95,5’lik bir kısmının başörtüsü yasağı nedeniyle çeşitli sosyal baskılara uğradıklarını, %28,1 gibi ciddi bir oranın başını örttüğü için sokakta tacize/hakarete uğradığını belirtmesi. Bu oran yasakla karşı karşıya olan gerçek kitleye uyarlandığında ortaya çıkan tablo, sosyal barışı tehdit eden bir unsur olarak temayüz ediyor.
Katılımcıların %97’si dinin emri olduğuna inandığı için başını örttüğünü söylerken, %79,4’lük bir oran başını örttüğü nesneyi ‘başörtüsü’ olarak tanımlıyor. ‘Türban’ kelimesini kullananların oranı ise sadece %6. Bu rakamlar, medyanın, başörtülüleri ‘Türbanlılar’ adlı nevzuhur bir kavramla özdeşleştirerek marjinalleştirme çabalarına ve başörtüsünün siyasal bir simge olduğu yönündeki vurgularına yönelik ciddi bir direniş olduğunu gösteriyor. Başörtüsünün siyasal bir simge olduğu yönündeki görüşü yanlışlayan bir diğer rakam, katılımcıların %75’inin, politik/ideolojik görüşlerin oluşması için erken yaşlar olan ilkokul öncesi, ilkokul, ortaokul veya lise döneminden beri başörtülü olduklarını belirtmeleri ve %62,2’lik bir oranın kendi kararı ile örtündüğünü ifade etmesi.
Katılımcıların %76,2’sinin hukuk yolunu denememiş olması, mahkemeye başvurmamanın büyük oranda yargıya duyulan güvensizlikten kaynaklanması ve katılımcıların %96,2’lik bölümünün çeşitli düzeylerde psikolojik mağduriyet yaşamış olması, araştırmadan çıkan diğer çarpıcı sonuçlar.
Başörtüsünün bir iktidar kavgasını örttüğü ve kimi menfaat gruplarının dilinde bu “bir metrelik bez”in adeta oyuncak haline geldiği halihazırdaki durumda, sesi duyulan tarafların bu rakamları görmezden gelmemesi gerekiyor. Zira bu rakamların açıkça ifade ettiği tek bir şey varsa, o da yaşananların son derece büyük ve acımasız bir ayrımcılık olduğudur. Geç gelen adalet, adalet değildir.
Paylaş
Tavsiye Et