İNANÇLARI ve siyasal tercihleri dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu döneminde hayatta kalma mücadelesi veren Aleviler, Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte bu sorunu aştıkları için devlete karşı mesafeli de olsa güven duymaya başladılar. Ancak Aleviler ve devlet arasındaki problemler bu dönemde de tam olarak çözümlenemedi ve ilişkiler nötr bir biçimde gelişti. Bu yüzden Aleviler taleplerini çoğunlukla ertelediler; uzun bir süre varlıklarını muhafaza etmeyi yeterli gördüler. Fakat bu ilişki biçimi Alevi kimliği ve inancının muhafaza edilmesine yetmedi. Dolayısıyla Aleviler, yeni bir ilişki biçimi arayışına girdiler. Bu ilişki biçimi devlet katmanlarında Alevi kimliğinin tanınması ve Alevilerin taleplerinin karşılanması bağlamında gelişti.
Aslında Aleviler ve devlet arasında kurulan mesafeli ilişki biçimi, 1950’lerdeki kentleşme hareketleri ile birlikte yeniden şekillenmeye başladı. Zira kentleşme hareketleri, Alevilerin çevreden merkeze kaymasına neden oldu; kentsel alanda ciddi kazanımlar elde etmesini sağladı. Böylece kimliklerini daha rahat ifade eder duruma gelen Aleviler, devletle olan ilişkilerini talepler doğrultusunda farklı bir boyuta taşıma fırsatı buldular. Bunun için de irili ufaklı örgütlenmeler kurarak seslerini daha güçlü ve daha etkili bir biçimde duyurma yolunu seçtiler. Ancak bu taleplerin yerine getirilmesi ve devletle olan ilişkilerin uyumlu bir noktaya çekilmesi, Alevi kimliği ve inancı etrafında çıkarılan anlaşmazlıklar nedeniyle sağlanamadı.
Bu anlaşmazlıklardan ilki sosyolojik olarak Alevi kimliğinin tanımlanması noktasında ortaya çıktı. Yukarıda da işaret edildiği gibi kentleşme hareketleri, Alevi kesimlerin Sünni kültürün temsilcileriyle bir arada yaşamalarına neden olan farklı bir gelişim sürecini doğurdu. Sünni kültürün egemen olduğu bu süreçte inanç ve ibadetlerini tam olarak yerine getiremeyen Aleviler, kültür ve inançlarından habersiz bir şekilde yaşamak zorunda kaldılar. Böylece Alevi kesimler, inanç ve kimliklerinden koparak ya farklı kimlikleri benimsediler ya da dışlanmaktan korktukları için Aleviliklerini gizlediler. Bu durum Aleviliğin toplum içindeki görünürlüğünü azaltarak -neredeyse- unutulmasına neden oldu. Alevi kimliğinin bu unutulmuşluğu, 80’lerin sonlarına kadar sürdü. Ancak Aleviler, sonraki dönemde farklı sosyo-politik nedenlere bağlı olarak kendi inanç ve kültürlerini tekrardan keşfetmeye ve sahip çıkmaya başladılar. Fakat bu sefer de birbirinden farklı Alevilik tasarımları ve Alevi kimlikleri ortaya çıktı. Zira kentleşme ile birlikte profan (kutsal dışı) bir alana sürüklenen Aleviler, geçmişte daha ziyade dinî açıdan tanımladıkları kimliklerini terk ederek etnik, kültürel ve siyasi olarak da tanımlanan yeni kimlikler geliştirdiler. Bu durum Alevilerin homojen bir kimlik olarak algılanmasının önüne geçti ve devletin çözüm noktasında hangi Alevi kimliğini dikkate alması gerektiği sorusunu beraberinde getirdi.
Alevi kesimlerin taleplerinin yerine getirilmesini zorlaştıran bir diğer önemli neden ise bir inanç biçimi olarak Aleviliğin tanımlanması noktasında ortaya çıkıyor. Bilindiği gibi Alevilik daha ziyade dinî bir kimlik olarak ön planda. Ancak günümüz Türkiye’sinde Aleviliği dinin dışında gören yaklaşımlara da rastlamak mümkün. Bu yaklaşımlar bir yana konuyu, Aleviliği dinin içinde gören yaklaşımlar çerçevesinde değerlendirecek olsak bile, ortak bir noktada buluşulduğunu ifade edebilmek güç. Çünkü Alevi kesimler, mensubu oldukları inancı bazen mezhep, bazen tarikat, hatta bazen de İslamiyet’ten etkilenmiş farklı bir inanç biçimi olarak tanımlayabiliyor. Hal böyle olunca Alevilerin taleplerini yerine getirmek ve problemlerine tatmin edici bir çözüm üretebilmek zorlaşıyor.
Bu bağlamda taleplere baktığımızda durum daha iyi anlaşılır. Öyle ki talepler TRT’de Alevi kültürüne yer verilmesi, okullarda Alevi öğretisinin tanıtılması, Alevilerin Diyanet’te temsili, cemevlerinin yapılması ve dedelerin yetiştirilmesi gibi daha çok inanç temellidir. Dolayısıyla bu talepler yerine getirilmeye çalışılsa bile Aleviliğin bir mezhep mi yoksa bir tarikat mı olduğunun netleşmemesi ve Aleviliği dinin dışında gören kesimlerin tatminsizliği devam edeceği için problem tam olarak çözülmüş sayılmayacaktır.
Sonuç olarak, Alevilerin problemlerini çözme noktasında olan devlet için hangi Alevi kimliğinin ya da hangi Alevi inancının muhatap alınacağı önemli. Ancak bu sorun Alevilerin çözmesi gereken bir sorun olarak ortada duruyor. Bu da devletin Alevilerin problemlerine köklü bir çözüm getirmesini zorlaştırıyor. Ancak Alevilerin problemlerinin toplumun diğer kesimlerini de etkileyecek kadar ciddi bir boyutta olduğu unutulmamalı. Bu aşamada AK Parti hükümetinin Alevilerin problemlerini çözme amacıyla yapmaya çalıştığı açılımlar devletin iyi niyetini göstermesi bakımından oldukça önemli. Zira bu açılımlar, bir muhalefet imgesi olarak gördükleri devlet ile Aleviler arasında ortak bir zeminde buluşmaya da yardımcı olacaktır.
Paylaş
Tavsiye Et