ALEVİLİK üzerine düşünmek, oldukça netameli bir anlama tekabül ediyor. Zira Alevilerin Cumhuriyet sonrasındaki serencamları dikkate alındığında, bu karmaşık yapıya dışarıdan sağlıklı bir şekilde bakmak güçleşse de, Alevilerin gerçek anlamda var olmalarını sağlayacak özden günden güne uzaklaştıkları aşikâr oluyor. Bu uzaklaşmanın nedenini anlamak ise ancak Kemalizm’in Alevilerle girdiği ilişkinin nasıl bir özellik arz ettiğini kavramayla mümkün olacaktır. Kemalizm’in dinle olan ilişkisi, başlangıçta daha otoriter olmakla birlikte, sürekli olarak muhafazakâr bir tonu içinde barındırmaktaydı. Bir yandan dinden uzaklaşmaya dair yığınla eylemlilik olurken, bir yandan da dini içeriye almaya, onu bir tür devletleştirmeye dair adımlar atılmaktaydı. Dolayısıyla öteleme eylemiyle, dinin kendisini üreteceği alanlar tırpanlanırken; bu özü alınmış din de “mukaddesatçı” bir tarzda tekrar içeriye alınmaktaydı. Bu nokta, Kemalizm’in Alevilere dair “bakış ve hissiyatını” anlamamız açısından da önemli. Çünkü Aleviler var oluşlarını, bu ötelenerek içeriye alınmış, özünden uzaklaştırılmış Sünniliğin boşalttığı zeminin üzerinden üretmeye başlayacaklardı.
Kemalizm’in Alevileri kodladığı temel argüman, apolitik bir argümandı. Dinin özünden uzaklaştırılması ve negatif anlamda Sünnileştirilmesiyle sonuçlanan süreç, dine dair politik adımın bir ayağını oluşturuyorsa eğer, diğer ayağını da Alevilerin bu toprakların öteden beri asli parçası, bu toprakları var kılan yegane unsur olduğuna dair popülist söylem oluşturmaktaydı. Alevilik Kemalizm’e göre, bu toprakların dini olarak, Yunus Emre’den Hacı Bektaş’a kadar öteden beri vardı ve bu toprakların Türkleştirilmesinin yegane taşıyıcısı olmuştu. Öyle ki Alevilik; temiz, saf, bozulmamış bir Anadoluluk imgesiyle paralel bir şekilde, iffetine ve namusuna düşkün bir kadın imgesine tekabül ediyordu. “Eline, beline, diline sahip olan”, başındaki beyaz yaşmağıyla öteden beri bu toprakları bekleyen o olgun kadına göndermede bulunuyordu Kemalist Alevi imgesi. Dolayısıyla Alevilik yeniden üretilirken, bir yandan yeni devletin elinde kalmış yegane toprak parçasını meşrulaştırmak adına Anadoluculuk var ediliyor; diğer yandan da asıl dinin kötülenmesi, ötelenmesi anlamına gelecek, yeni bir söylem ve imge ağları oluşturuluyordu. Devlet ikili bir hamleyle, dışladığı Sünniliği, kendi temel inancından arındırarak içeriye alıyor; içeriye aldığı Aleviliği ise böylesi apolitik ve boş bir inanca dönüştürerek kendisinden uzaklaştırıyordu.
Öte yandan Kemalizm dinle asıl ilişkisini, ötelenerek içeriye alınmış, muhafazakârlaştırılmış Sünnilikle kurmaktaydı. Kemalizm kendi varlığını, siyaseten apolitik, kadınsı ve yeni Anadolucu bir inancın üzerine değil; bu mukaddesatlaştırılmış algı üzerine monte etmişti. Daha doğru bir ifadeyle, bu yeni düzende, sinirleri alınmış ve bir devlet dini haline getirilmeye çalışılan yeni din (Sünnilik) anlayışında Alevilik, boşlukları dolduran, gedikleri kapayan bir ‘yama’ vazifesi görmekteydi. Alevilik ise Kemalizm’in gözünde, bu yeni dinin dengeleneceği, ehlileştirileceği, apolitik kılınacağı bir anlama tekabül ettiği oranda önemliydi. Kemalizm bir baba figürü anlamında hâlâ Sünni idi ve fakat o saf kızını da “artık tanıyan” bir babaydı. “Eski kaba inanmayı” dengeleyeceği, erkeği ehlileştireceği oranda bu kızı (evi, Anadolu’yu, saf inanmayı) tanımaya başlamaktaydı.
Bununla birlikte Kemalizm’in Alevilik imgesini var kılabilmesi, sadece kendisinin başardığı bir durum değildi. Aleviler de, bu kız evlat imgesine sıkı sıkıya sarılmışlardı. Onlar, bu yeni kurulan devlet düzeninde kendilerine bir rol verilmesinden oldukça memnundular ve devletin kendisine muhafazakârlaştırılmış Sünniliği referans almasını göremeyecek kadar sarhoştular. Aleviler kendilerini, bu yeni yerin, bu yeni pozisyonun büyüsüne öylesine kaptırmışlardı ki, Kemalizm’in kendisine dair niyetini görmeyecek kadar şaşkın bir haldeydiler. Onlara göre devlet, onları ötelemeyen, üvey evlat muamelesi yapmayan ve son kertede de onlara var olma hakkını tanıyan bir pozisyonda duruyordu. Devletin tevdi ettiği bu yeni rol Aleviler tarafından o kadar kanıksanacaktı ki, son zamanlara kadar, devletin bu stratejisinin kendilerini nasıl da ehlileştirdiğini anlamayacaklardı. Alevilere verilen evi bekleme görevi, evde bir şey olmadığını anlamalarıyla son bulacaktı. Anadolu boş bir yuvaydı.
Sahih dinî dayanaklar üzerinden kendini var kılmanın tam zıt bir pozisyonunda bulunan devlet dini olarak Sünnilik ise kendisini, bütün bu süreçte Kemalizm’in ellerine bırakmıştı. Onun görevi “Hepimiz Aleviyiz, hepimiz Ali’yi severiz” demekti bir anlamda. Başka bir deyişle, devlet dini olarak Sünnilik, Alevilerle bırakın yeni bir ilişkiye geçmeyi, içi boşaltılmış Aleviliği sahiplenmek, ne olduğu belli olmayan bu Anadolu dinini olumlamaktan başka bir fonksiyon icra etmemekteydi. Kendi dinî özüne uzaklaşan devlet dini olarak Sünnilik, içi boşaltılmış boş bir inancı sahiplenmekten geri duramayacak kadar kördü. Bundan dolayı da Alevilere dair herhangi bir konuşma hâlâ o içi boş lakırdıyı tekrarlamaktan başka bir şey yap(a)mayacaktı. Oysa ne muhafazakârlaştırılmış Sünni algı ne de içi boş bir retoriğe sahip Alevilik böylesi sahih bir dinî anlama sahipti. Kemalizm’in dinle girdiği ilişkide iki araçsallaştırılmış, içi boşaltılmış boş retorik olarak muhafazakârlaştırılmış Sünnilik ve Aleviliğin birbirilerine karşı bir kıvılcımla tahrik olacak ve birbirini boğazlayacak kadar yabancılaşması, bu boş retoriğe her iki inancın da razı olmasının doğal bir sonucundan başka bir şey değildi.
Dolayısıyla da Kemalizm’in Alevilerle ilgili tasarrufu, bu içi boşaltılmış dinî algıların birbirlerini besleyen temel dayanakları dikkate alınmadan anlaşılamaz. Bu anlamda her iki yapı da, birbirlerine karşı siyaseten bir dil geliştirmek yerine, her defasında birbirlerini suçlayan algılar ortaya koyuyor. Bu, devlete dayanan siyasetsizliğin doğal bir sonucu olarak okunmalı. Bu anlamda Kemalizm’in Alevilere, Cumhuriyet’in kuruluş şartlarında kodladığı yer ve misyon şimdilerde daha da güçlenerek devam ediyor. Alevilerin kendilerini özgürleştirme çabalarıysa, Kemalist algının ters bir şekilde bir kez daha üretilmesi bağlamında, dinî olanı öncelemediği oranda, öteden beri devam eden hegemonik devlet söylemini daha rafine bir halde var kılmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Çünkü sorunu sadece daha önce olmayan cemevlerinin artık olması ve Alevi vatandaşların artık rahatça kendilerini tanımalarına indirgemek, bu Kemalist Alevi imgesinin yeniden üretilmesinden başka bir anlama tekabül etmiyor. Sorun daha fazla cemevinin açılması değil, o cemevlerinde gerçekten inanmış insanların nasıl var kılınıp kılınamayacağı sorunudur. Ve belirtmek gerekir ki, Kemalizm’in Alevi projesi böylesi liberalizasyon süreçleriyle birlikte, tampon yahut dengeleme görevini icra etmeye devama edecektir. Her ne kadar Aleviler özgürleşiyor olduklarına inansalar bile.
Paylaş
Tavsiye Et