Jacques Attali
Türkçesi: Gülüş Güncügil Türkmen
İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2005
Eleştirel bir müzik tarihi ve müzik sosyolojisinin kesiştiği yerde duran Gürültüden Müziğe, müzik tarihini -kısmen antropolojik sayılabilecek- sosyolojik bir okumaya tâbi tutarak dört döneme ayırıyor: Kurban, temsil, tekrar, besteleme. Müziğin yalnızca toplumsal kaynaşma ve ayin (ritüel) amaçlı kullanıldığı kurban döneminde, müzik insanlar arası şiddeti bastırıp düzen kurmaya ve kurulan düzeni korumaya hizmet etmiştir. Gürültü, kaos ve şiddeti simgelerken, müzik evrende var olduğu düşünülen ahengi simgeler. İnsan müzik yoluyla evrensel ahengi kendi düzeni içerisinde de tesis etmeyi başarmalıdır. Pythagoras, Konfüçyüs gibi düşünürler bu yaklaşımın temsilcisidir. Müziğin metalaşmaya başladığı ve mübadele değerine bağımlı kılındığı temsil döneminde ise, para ve meta kavramlarının şekillendirdiği yeni toplumsal düzende telif hakları kanunları da gündeme gelmeye başlamış ve daha önceleri besteledikleri eserler üzerinde hak iddia edemeyen müzisyenler, besteledikleri eserlerin satışından ve başka icracılar tarafından seslendirilmesinden gelir elde edebilmişlerdir. Attali, hâlihazırda içinde bulunduğumuz zaman dilimini tekrar dönemi olarak nitelendirerek, bu dönemin karakteristik özelliğinin müziğin bir ortam üzerine kaydedilmesi olduğunu söyler. Müziğin kapitalist üretim modeli içinde sınırsız bir şekilde yeniden üretilmeye başladığı bu noktada plak, CD ve diğer kayıt ortamlarının satışları milyarları bulmuş, konser organizasyonlarına alternatif olarak gelişen bu kültür endüstrisi büyük teveccüh görmüştür. Attali bu büyük teveccühü, tekrar edilebilirliğin işlevselliği ile açıklar. İnsanlar niçin müzik plakları alıp bulundukları ortamı sesli bir hale getirirler? Yazarımız bu soruya şöyle cevap verir: “Gelişmiş ülkelerde temel korku sefillik değil, fazlasıyla yalnız olmaktır. Müzik de her yalnız kişiye tek başına olmadığı inancını verir: Müziğin şu veya bu şekilde varlığı, bir başkasının varlığı, ikinci hayat sigortasıdır.” (s. 143) Attali’nin öngörüsüne göre, henüz gerçekleşmemiş ütopyacı bir gelecek tasarısı olan besteleme döneminde ise, insanlar sırf müzik yapmak için ve bunu başka insanlarla paylaşmak amacıyla müzik yapacaktır. Bu dönem yaratıcılığın ve yaratılanların paylaşılmasıyla gelen mutluluğun egemen olduğu bir dönem olacaktır. Bugün müzik üretiminin büyük çoğunluğu birkaç büyük şirketin tekelinde gerçekleşiyor. Plak şirketleri, mp3 formatı ve internet üzerinden dosya paylaşımının yıkıcı getirileriyle yüzleşmek zorunda kalsa da, çeşitli yasal düzenlemeler sayesinde üretim ve dağıtım masraflarında yakın bir gelecekte aşamalı olarak büyük bir düşüş göstereceği bekleniyor. Her ne kadar halihazırdaki kapitalist ortamda Adorno’nun kültür endüstrisi yaklaşımı geçerli olsa da, belki yakın gelecekte Walter Benjamin’in deyişiyle, sanat eserinin, mekanik üretim sonucunda hâlesini yitirmesinin bir getirisi olarak her türlü ritüel, sınıfsal ayrıcalık sağlama, vb. işlevlerden azade, herkesin erişimine açık bir şeye dönüştüğü besteleme dönemine girebiliriz. /Cihat Arınç
Tavsiye Et
Ahmet Meter
Yapım: Pan Yayıncılık, 2006
Teknesinin eğik kenarı uzun bir yamuk şeklinde, sapsız, üçer üçer akort edilen ve bir oktava sekiz mülayim ses gelecek şekilde düzenlenen kiriş (bağırsaktan) yahut naylon telli bir saz olarak tanımlayabileceğimiz kanunun icadı ile alakalı bir ‘efsane’ vardır. Bu efsaneye göre, bir ağacın üzerinde ölen bir kuşun, ağacın dallarından aşağıya sarkan kurumuş bağırsaklarının rüzgârın etkisiyle çıkardığı seslerden ilham alınarak ortaya çıkarılmıştır bu saz. Kaynakların bir kısmında büyük Türk filozofu Farabî tarafından icat edildiği belirtilen kanun sazının kökeni hakkındaki rivayetler ise muhteliftir. Kimisi onun kökenini kadim Mısır ve Sümer’e dayandırırken, kimi müzikologlar ise bu sazı Arap menşeli saymaktadır. Kurt ve Ursula Reinhard’ın belirttiğine göre, İslam’ın ilk devirlerinde sesler sistemini göstermek -yani müziğin kanon’unu (kurallarını) öğretmek- için pedagojik bir amaçla kullanılan kanun, Yakın Doğu’da bu sebeple büyük ilgi gördü. On beşinci yüzyılda yaşamış bir Türk bilgini olan Ahmet oğlu Şükrullah’ın kitabında anlattıklarına bakılırsa, o zamanki kanunun şekil ve tel düzeni bakımından bugünkünden esaslı bir farkı olmadığı anlaşılıyor. Rauf Yekta Bey’in verdiği bilgiye göre ise, istenilen perdenin tizliğini veya pestliğini ayarlayabilmek için yirminci yüzyılın başlarında İstanbul’da, yarım perdeler için mandal sistemi geliştirildi ve kanuna tatbik edildi. Mandal tertibatının bulunuşuna kadar bu saz, sol elin başparmağının tırnağı ile tellerin çeşitli yerlerine bastırıp perdeleri bulmak suretiyle büyük bir güçlükle çalınıyordu. Nitekim Kanunî Hacı Arif Bey, kanunun mandalsız olarak çalındığı devrin en büyük virtüozu olarak bilinir. Kendine has bir sese sahip ve arp/gitar tekniğine yakın bir teknikle polifonik icraya da yatkın geniş oktavlı bir saz olan kanun, her türlü hissi zengin bir şekilde ifade etmeye elverişli olması sebebiyle “Türk musikisinin piyano’su” olarak anılır. Ahmet Meter, bu albümde özgün icrası ile piyasada duymaya alıştığımız kanun sesinin ötesine geçiyor. Albüm, peygamber torunu Şerif Muhittin Targan’ın “Kapris 1”i ile açılıyor, Kasım İnaltekin’in “Kürdîlihicazkâr Medhal”i ile devam ediyor. Nevres Bey’in “Hüzzam Saz Semaisi” ve Hüseyin Sadeddin Arel’in “Nihavend Peşrev” ve “Buselik Semai”si dışında bestesini Meter’in yaptığı “Hicaz Saz Semaisi” ve “Kürdî Saz Semaisi” de albümdeki eserlerden bazıları. Titiz ve dinleyicisine ferahlık veren bir çalışma… /Cihat Arınç
Tavsiye Et
Yapım: Kalan Müzik, 2008
1982 yılında girdiği İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı’ndaki eğitimini çalgı eğitim bölümü ikincisi olarak tamamlayan Murat Aydemir, tanbur sazını icra etmeye Necip Gülses ile başladı ve mezuniyetine kadar aynı hocayla çalıştı. Tanburî Cemil Bey’in etkisinde sürdürdüğü çalışmaları sırasında, Tanburî Necdet Yaşar’dan bu ekolün bütün kendine has niteliklerini tahsil ederek, bu ekolü temsil eden yeni nesil sanatkârlardan biri oldu. Farklı dönem ve ortamlarda Bekir Sıdkı Sezgin, Alâeddin Yavaşca, Erol Deran ve İhsan Özgen ile beraber birçok konsere iştirak eden Aydemir, 1989 yılında genel sanat yönetmenliğini devlet sanatçısı Necdet Yaşar’ın yaptığı Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu’nda bir yıl süreyle misafir tanbur sanatçısı olarak çalıştı. 1990 senesinden itibaren Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Topluluğu’nda tanbur sanatçısı olarak müzik çalışmalarını sürdüren sanatçı, koronun yurtiçi ve yurtdışı konserlerinde solist olarak görev yaptı. “Lâlezar” adlı toplulukla CRR Konser Salonu’nda çeşitli konserlere katıldı. Kudsi Erguner, Cengiz Onural ve Derya Türkan’a çeşitli albümlerde eşlik etti. Bu albümde, Murat Aydemir’in çeşitli dönemlerde icra ettiği Isfahan, Arazbarbuselik, Bestenigâr, Evc, Suzidilâra, Hicazkâr, Kürdîlihicazkâr makamlarında taksim, peşrev, saz semaisi formlarında eserler yer alıyor. Bir Türk sazı olan kopuzun en gelişmiş formu olan tanburun büyüleyici seslerini usta bir icracıdan dinlemek için iyi bir fırsat… /Cihat Arınç
Tavsiye Et