Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (November 2003) > Türkiye Siyaset > Türkiye’de sermaye-medya ilişkisi
Türkiye Siyaset
Türkiye’de sermaye-medya ilişkisi
Can Dicle
TÜRKİYE’DE medya sektörü ana faaliyetinden kâr etmemesine, reklam ve satış gelirleri giderlerinin gerisinde kalmasına rağmen, “büyük işler yapan gruplar” sektörde şaşaalı yatırımlar yaptılar. Pahalı teknolojilerin kullanılmasıyla beraber yüksek sermayeli yatırımlara ihtiyaç duyulması, diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de medyadaki sermaye yapısını zaman içinde değiştirdi. Basın işinin içinde yetişen ailelerin çıkardığı gazete ve dergiler zaman içinde el değiştirdi, asıl işi olmayan kişiler değişik sebeplerle basın alanının renkliliği içinde yeni maceralara atıldılar.
Türkiye’deki basın-sermaye ilişkileri incelendiğinde, bize özgü demokrasinin sağladığı görece serbest düşün ortamının yanında serbest piyasa ekonomisinin de basının gelişmesini ve yatırımların çeşitlenmesini sağladığı anlaşılmakta. Türkiye’nin en çok satan ve etkili gazetelerinden Hürriyet Mayıs 1948’de, Milliyet ise Mayıs 1950’de yayın hayatına başladı. Hürriyet’i tüm hayatı yayımcılık işinde geçen Sedat Simavi çıkardı. Hürriyet yeniliklerin gazetesi olarak yayım hayatına atıldığı günden beri Türk basının amiral gemisi olmayı sürdürdü. Milliyet 1955’ten başlayarak Abdi İpekçi yönetiminde kendine ayrı bir rol biçti. Bilgin Ailesi’nin yerel gazetesi Yeni Asır ise ileride evrileceği ve gelişeceği dönem öncesinde gelişimini sürdürdü.
1960’lı ve 70’li yıllarda basın genel olarak işin içinden gelen ailelerin elindeydi. Simavi’ler kendi aralarında ayrışmış, Erol Simavi Hürriyet’te devam ederken, Haldun Simavi Kasım 1968’de Günaydın’la farklı bir kulvarda yeni bir maceraya atılmıştı. 1960 yılında İngiltere’deki eğitimini yarıda bırakarak, yirmi yaşında Yeni Asır’ın başına geçen Dinç Bilgin ise Ege’de gücünü konsolide etmenin, yeniliklerle gazeteyi belli bir yere getirmenin peşindeydi.
Günümüzdeki sermaye yapısının temellerini atacak gelişme 1979 yılında yaşandı. 1 Şubat 1979’da Abdi İpekçi’nin öldürülmesi ile beraber Milliyet bir kriz yaşamaya başladı. Sonunda işlerini tasfiye etmeye karar veren Karacan’ın imdadına Vehbi Koç’un damadı İnan Kıraç yetişti. Gazeteyi Aydın Doğan’a satmasını söyleyen Kıraç’ın bu önerisine Karacan olumlu cevap verdi. Ekim 1979’da Aydın Doğan’a hisse devri yapıldı. Dışardan birinin gelmesi itici olacağı için, hisselerin %75’i devredilmesine rağmen %25’inin devredildiği ilan edildi ve geri kalanın devri peyderpey yapıldı.
Son dönem basın dünyası kahramanı Aydın Doğan’ın hikayesi 1936 yılında Gümüşhane Kelkit’te başladı. Babası bölgenin ileri gelen toprak sahiplerindendi ve kuruluşundan 1958’e kadar CHP’nin yöredeki başkanıydı. Doğan 1958’de ticarete atıldı; nakliyat, müteahhitlik, kamyon ve traktör bayiliği yaptı. Koç’un otomotiv bayii olması ve İnan Kıraç’la arkadaşlığı dolayısıyla Milliyet’in asıl patronunun Vehbi Koç olduğu iddialarına sebep oldu.
1980’li yıllarda ülke bambaşka gelişmelere gebeydi. Askeri müdahale ve ardından gelen Özal iktidarı ülkeye yepyeni ufuklar açmıştı. İzmir’de tek başına kalan ve piyasada doyuma ulaşan Yeni Asır’ın patronu Dinç Bilgin büyük olmak için İstanbul’da olmak gerektiğine bu dönemde karar verdi. Nisan 1985’te yayın hayatına başlayan Sabah, önceleri Günaydın, Güneş gibi gazetelerle aynı ligde iken daha sonra bir atılımla hem tiraj hem de kulvar olarak Hürriyet’in karşısında ciddi bir rakip oldu. Dinç Bilgin, Zafer Mutlu’nun başkanlığında genç ve agresif bir ekip kurarak medya dünyasında hızla yükselişe geçti.
Aydın Doğan’dan sonra büyük paralar ödeyerek basın dünyasına giren kişi Asil Nadir oldu. İngiltere’de Polly Peckt International’la büyük işler yapan Nadir Türkiye’de de Vestel, Niksar Su ve Maypa ile büyük yatırımlar yaptı. Basında ise 1988 yılında Günaydın ve Tan’ı Haldun Simavi’den, Güneş’i de M. Ali Yılmaz’dan aldı. O döneme kadar yasak olan TV’den basın promosyonu Özal tarafından kaldırılınca Nadir’in önü açıldı. Günaydın kısa sürede büyük reklam ve promosyon kampanyası ile tirajda zirveye çıktı. Daha sonra Nadir’in İngiltere ayaklı PPI şirketi çökünce Türkiye’deki basın yatırımları da olumsuz etkilendi; Günaydın’daki ekip tekrar Hürriyet’e döndü. Nadir milyonlarca dolarlık zararla Türkiye’deki basın macerasını sonuçlandıran ilk büyük işadamı oldu.
1990’lı yıllar gazetelerde belli bir konsolidasyon sağladı. 1992’de Sabah ansiklopedi furyasını başlattı ve tirajda bir milyonun üzerinde bir rakamla inanılmaz bir fark yakaladı. Ansiklopedi savaşı bittiğinde Sabah, Hürriyet ve Milliyet “en büyük üç” olarak konumlarını sağlamlaştırdılar. 1994’-te Aydın Doğan Hürriyet’i satın aldı ve medya dünyasının bir numarası olurken Simavi’lerle basında önemli bir sayfa kapandı.
1990’lı yılların en büyük gelişmesi özel TV ve radyoların yayına başlamasıydı. İlk olarak Uzan’ların Magic Box Interstar’ı yayına başladı. Uzanlar medyaya kâr amacından ziyade diğer alanlardaki yatırımlarını korumak için giriyorlardı. Finansın dahi çocuğu Erol Aksoy SHOW TV ve ilk paralı TV kanalı olan Cine 5’i kurarak medyaya girdi. Zamanla dört büyükler olarak Kanal D, Show TV, atv ve Interstar yerlerini sağlamlaştırırken, başka gruplar da bu işe dahil oldular.
İşadamı için TV sahibi olmak, medyadakiler için de banka sahibi olmak cazip hale geldi. Bu dönemde kurulan TV’ler çoğunlukla grupların prestiji için büyük önem taşıyorlardı ve grup kaynaklarından finanse ediliyorlardı. Birkaç istisna dışında, grupların aktardığı kaynaklar haricinde TV’ler zarar ediyordu.
1998’de ilk facia Korkmaz Yiğit’le patladı. Büyük işadamı bir anda mafya ile bağlantılı bir suçlu olmuştu. Medya dünyasına sonradan dahil olan organlar neyse de, merkezdeki yeri tescilli olan Milliyet böyle birisine bırakılamazdı. Yiğit’in sahip olduğu TV kanalı tek bir işe yaradı: Medyatik bir intiharla kendini yok etmeden önce son darbeyi hükümete vurdu; Mesut Yılmaz Hükümeti güvensizlik oyuyla düştü. Korkmaz Yiğit olayı ile bir başka şey de anlaşıldı, merkez medyadakiler yolsuzluklara karışabilir ama karanlık ilişkisi olanlar merkezin merkezinde yer bulamazlardı.
2000’li yıllarda önce bankacılıkta sorunlar başladı. İflas eden bankalar zamanla TV’leri de etkilediler. Bu dönemde bazı TV’ler el değiştirdi;en büyük darbeyi ise Bilgin Grubu yedi. Sahibi olduğu Etibank Fon’a devredilirken, bankasını hortumladığı gerekçesiyle Dinç Bilgin tutuklanarak Kartal Cezaevi’ne kondu. Bu dönemde Kartal’ın pek çok ünlü müşterisi vardı; öyle ki Kartal Cezaevi’nde CESİAD’ın (Cezaevindeki Sanayici ve İşadamları Derneği) kurulduğu esprileri yapılır oldu. Dinç Bilgin cezaevinden çıkmayı başardı ama itibar liginde çok şey kaybetti ve İzmir’e geri döndü.
Büyük medyadaki son duruma bakıldığında çok iç açıcı bir tabloyla karşılaşılmadığı açık. Doğan Grubu, (diğer küçük ve pop-gazetelerin dışında) Hürriyet, Milliyet, Posta ve Radikal’le basında, DBR ile dergiler liginde, Kanal D ve CNN Türk ile televizyonculuk alanında rakipleriyle kıyaslanmayacak bir ölçeğe ulaşmış durumda. Medyanın yanında bankacılık ve finans, enerji, otomotiv gibi pek çok alanda yer alan Doğan Grubu’nun medya sektöründeki oligopol piyasa yapısını sonuna kadar kendi lehine kullanması artık kendi organlarında bile (kısık sesle de olsa) eleştirilmeye başladı. 15 Temmuz günü Radikal’deki köşesinde, “Türkiye uzmanı gazeteci” diye tanıttığı Nick Ludington’dan alıntı yaparak Doğan Grubu’nu, ‘medyayı kendi çıkarları doğrultusunda basın bağımsızlığına aykırı bir şekilde yönlendirmekle’ suçlayan Mehmet Ali Kışlalı, kendi genel yayın yönetmeninin sert ve ani tepkisine maruz kaldı.
Medya sahip olduğu güç sebebiyle, özellikle 1990’larda devlet-işadamı ilişkilerinin karmaşık bir çıkar ağına dönüştüğü Türkiye’de, koruması gereken değerleri bizzat aşındıran bir sektör oldu. Girişimciliğin evrensel normlarına ve kurallarına uyarak meşakkatli ama sahici büyüme peşinde koşmak yerine siyasete dayanarak rant elde etmek, 1980’lerin “köşe dönme” ikliminde boy attı. İşadamları neden banka sahibi olmak istedilerse hemen hemen aynı dürtülerle medyaya el attılar. Sonuç hem kendileri, hem toplum, hem de saygınlığı ayaklar altına alınan basın için hüsran oldu. Türkiye’de çok sayıda birinci sınıf gazeteci, ileri teknik donanım ve gelişkin dağıtım sistemleri olmasına rağmen hâlâ dünyadaki benzerleriyle kıyaslanacak birinci sınıf gazete olmadığını iddia eden Ludington, bunun nedenini medya-iş dünyası-siyaset üçgeninin Türkiye’yi sürüklediği yolsuzluk anaforlarında bulabilir. Bu sistem ülkemize 20 yıla ve yüz milyarlarca dolara mal oldu. Bu kadar pahalı bir ders iyi öğrenilmeli ve unutulmamalı.

Paylaş Tavsiye Et
Türkiye Siyaset
DİĞER YAZILAR