TÜRKİYE’NİN reyting kaygısıyla motive olan hareketli gündemi, etrafımızda akıp giden olaylara derinlemesine bakabilmemizi ve analiz edebilmemizi engelleyen bir filtre vazifesi görüyor. Ne zaman dikkatimizi dâhili yahut harici işleyişteki yapısal sorunlara çevirsek yahut orta ve uzun vadede başımızı ağrıtacak problemler üzerine eğilmek istesek, bir yerlerde birileri düğmeye basıyor. Birdenbire “aktüel” denen canavarın uzun kollarını boğazımızda hissediyoruz. Aktüel canavarının kolları arasında can havliyle oradan oraya savrulurken elimizde ne orta ve uzun vadeli atılımlar yapmak için enerji ve iştah ne de gelecek projeksiyonu kalıyor. Bu noktadan sonra mafyaya olan borcunu ödemek için, tefeciden borç alan adam misali günü kurtarma refleksleri dümeni devralıyor. Artan petrol fiyatları, alt üst olan dengeler, gıda fiyatlarındaki korkutucu yükseliş ve yaklaşan küresel kriz kehanetleri arasında bu kadar safderun bir eda ile oturuşumuz bu yüzden. Bir geleceğimizin olacağından dahi kuşku duyar hale geldiğimiz için zoraki safderunluk ve içe kapanışı tercih etmek zorunda kalıyoruz.
Sorunlar Hiyerarşisi
Karşı karşıya kalınan problemleri hiyerarşik bir düzenlemeye tabi tutma zorunluluğu, bizim gibi ülkelerin en ciddi sıkıntılarından biri. Kaynaklar ve enerji sınırlı, yolda karşılaşılacak kaza riski yüksek olduğu için, bu belki de bir zorunluluk. Fakat şurası bir gerçek ki, bu kadarı kelimenin tam anlamıyla bir ülke olmak için yeterli değil. Zira halkı, kurumları ve toprağı ile ülkeyi bir organizma olarak düşündüğümüzde, bu organizmanın hayatiyetini uzun yıllar devam ettirebilmesi için bütün organların, eşzamanlı olarak kendilerine düşen vazifeyi yerine getirmesi gerekiyor. Bünyenin sağlıklı bir biçimde varlığını devam ettirebilmesi için bu bir zorunluluk. Hayatiyeti korumak, varlığı muhafaza etmenin garantisi olsaydı, kanın vücutta deveran etmesiyle gerçekleşen ve “bitkisel” olarak tabir edilen yaşamsal düzey, canlılar için yeterli olurdu.
Uluslararası arenayı bir makro toplum ve bu makro toplumun bireylerini de ülkeler olarak düşündüğümüzde, yaşamsal göstergelerde bitkisel hayatta olarak görünen ülkelerin, sapasağlam ayakta olan ülkelerle aynı ligde oynayamayacağını teslim etmek zorundayız. Ayrıca yine bu teşbihten hareket ettiğimizde, tıpkı toplumu oluşturan bireylerin tek dertlerinin canlılıklarını muhafaza etmek olmadığı, birbirleri ile ilişki ve işbirliği içerisine girdikleri, birbirlerini değiştirip dönüştürdükleri düşünüldüğünde, ülkelerin de tek dertlerinin canlılıklarını muhafaza etmek olamayacağı ortaya çıkar. Bizim gibi sık sık bitkisel hayata giren ülkeler için, yukarıda sözü edilen karşılıklı ilişki, işbirliği ve dönüşüm kapasitesine işaret eden sosyal düzey bir tür kızıl elma gibi olsa da, durum böyle.
Bir an için şu sıralarda ülkenin karşı karşıya kaldığı bitkisel hayata girme riskinin ortadan kalktığını düşünelim. Şu halde Türkiye’nin gerçek gündemi ne olmalıdır? Bu soruya verilebilecek onlarca yanıttan temsil gücü yüksek bir küme oluşturalım. İlk anda zikredilecekler herhalde esasen bir sosyal sorun olan Kürt sorununun yine aynı düzlemde çözülmesi, haklar ve özgürlükler konusunun ciddi ciddi masaya yatırılması, ülkedeki işsizlik, eğitim ve sağlık sorunlarına çözüm bulunması, devletin iyice eriyen “sosyal” sıfatının tadil ve tahkim edilmesi olabilir.
Bir de, kimi kendi ülkemizde, kimi başka ülkelerde doğmuş olup, taşıdıkları mahiyet itibariyle uluslararası platformda sürekli olarak masamıza gelen sorunlar var. Yakın döneme kadar çok iyi yönetilemedikleri için kartopu misali büyüye büyüye karşımıza çıkan sorunlar bunlar. Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu gibi meseleler bu tür sorunlar arasında ilk akla gelenler. Bu sorunların yanında özellikle de Türkiye gibi Batı’da yaşayan büyük bir nüfusa sahip ülkeler için kaygı verici bir gelişme olan yabancı düşmanlığı ve 11 Eylül’den sonra yükselişe geçen İslamofobi en az diğerleri kadar önemli sorunlar olarak görünüyor.
Türkiye Neyle Meşgul?
Yukarıda saydığımız sorunlar Türkiye’nin içeride ve dışarıda karşı karşıya kaldığı devasa meselelerden yapılmış bir seçki. Yani ortada birkaç satırla anlatılabilecek olandan daha fazla sorun olduğu gibi, yapılacak çok fazla da iş var. Peki, Türkiye şu anda neyle meşgul? Cevap belli, kapatma davasıyla. Hükümet kapatılma korkusuyla felç halde. Muhalefet durumdan vazife çıkarma ve ortamdan alabildiğince nemalanma sevdasında. AKP’nin kapatılmasından yana olanlar “Biz istemezsek bu ülkede hiçbir şey yapılamaz, gününüzü göreceksiniz” efelenmesinde. Kimileri de darbe sevdasıyla yanıp tutuşmakta. Sanki memleketin üzerine kara bir bulut gibi çöken kapatma davasının sisli atmosferinde, işi gücü bırakıp, sorunlardan uzaklaşma lüksümüz varmış gibi. Biz onları bıraktığımızda sorunlar büyümeyecek, fırsatlar kaçmayacak, tüm dünyanın kapısına dayanan krizin ahtapot kolları bizi sıkmayacakmış gibi bir hava hâkim.
AKP ilk defa iktidara geldiğinde Tayyip Erdoğan’ın sıklıkla vurguladığı bir söylem vardı. “Biz bu yola memleket sevdasıyla çıktık, bu yoldan dönüş yok” mealinde dinamik, enerjik bir söylemdi bu. Oysa şu anda, Türkiye’de hem hükümet hem de toplum halihazırdaki durumda ölümü görüp sıtmaya razı olma refleksiyle hareket ediyor. Toplum kendisini buna bir yerde mecbur hissediyor. Çünkü elinde fazla bir seçenek yok. Diğer yandan sorunları tasnif etmek ve sistemin iflasını önleyecek anlık çözümler üretmek yönetici aklın neredeyse bütün enerjisini emen bir sünger gibi. Bunun nedeni, büyük ümitlerle ülkenin yönetimine gelen bir yapılanmanın sistemle çok fazla iç içe geçmesi olabilir. Zira yolun başında kaybedecek bir şey yokken atılan naraların, artık kaybedecek çok fazla şey olduğu düşünüldüğünde sessizliğe ve elindekileri muhafaza etme refleksine dönüşmüş olması muhtemel.
Oysa cari siyasi tablonun ne içeride ne dışarıda bu ruh durumuna tahammül etmesi beklenemez. Ortada çok iyi yönetilmesi gereken bir kriz olduğu muhakkak. Fakat bundan daha kesin olan bir gerçek varsa o da gerek içeride gerekse dışarıda bütün sorunların aynı anda üzerine gidebilecek bir siyasi olgunluğun, ferasetin ve dinamizmin gösterilmesi zorunluluğudur. Bireylerin dikkatlerinin karşılaştıkları can sıkıcı bir durum karşısında dağılması kabul edilebilir. Fakat büyük bir gemiye benzeyen ülkelerin dümenlerinde duranların böyle bir lüksleri olamaz.
Paylaş
Tavsiye Et