DTP Meclis Grup Başkanı Ahmet Türk’ün, Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin internet sitesinden nakledilen görüşleri, Kürt sorununda yeni bir aşamanın ilk işaretleri olarak değerlendirilebilir. Daha önce ısrarla PKK’yı bir terör örgütü olarak tanımlamaktan kaçınan DTP’den önemli bir siyasetçinin, PKK şiddetinin askerin siyasetteki ağırlığını meşrulaştırarak toplumsal çözüme zarar verdiğini, sorunun çözümünün demokraside aranması gerektiğini söylemesi, şimdiye kadar birlik görüntüsü veren etnik Kürt milliyetçi hareketinde bir ayrışmaya işaret ediyor. Her ne kadar DTP’liler bu sözlerin yanlış tercüme edildiğini ve partinin resmî görüşünü yansıtmadığını ileri sürmüşlerse de bu tekzibin, yayında bir çarpıtmadan daha ziyade parti içindeki yoğun tepkilerden kaynaklandığı anlaşılıyor. Kaldı ki Ahmet Türk’ün açıklamasının Kürtçe ses kaydı da söz konusu mülakatı gerçekleştiren site tarafından yayınlandı. Ahmet Türk’ün açıklaması yeni bir dönüşüme işaret etmekle birlikte, sunduğu “şiddet içermeyen demokratik çözüm paketi”nin içeriği son derece muğlak. DTP’li lider, terörizmin Kürt meselesi için çözüm olmadığını belirttikten sonra devletin iki konuda atacağı adımın bu meseleyi çözüme kavuşturacağını iddia ediyor: Kürt kimliğinin ve Kürtçenin resmî düzeyde tanınması. Ancak burada kastedilen tanınmanın mahiyeti açık ve net bir şekilde belirtilmiş değil. Zaten ortadaki fiilî durumda Kürt etnik realitesi hem sivil hem de askerî düzeyde kabul edilmiştir. Talep edilen bu tanınmanın resmiyette dile getirilmesi ise bu imkan sınırları dâhilinde görünmüyor.
Türkiye’de resmî ideolojiye göre milletin bir bütün halinde kimliği Türklüktür. Bu sadece devletin değil, farklı etnik unsurlarıyla geniş anlamda toplumun da tercihini yansıtıyor. Osmanlı Müslüman milletinin bir devleti olarak kurulan Türkiye, Türklüğü, bu Müslüman ortak kültürel mirasına sahip olan herkes için yeni kimlik olarak benimsetti ve dayattı. Osmanlı Müslüman milletine Müslüman değil de Türk denmesinin ise, daha ziyade tarihî nedenleri bulunuyor. Bu aynı zamanda yeni rejim tarafından benimsenen laik kimliğin bir neticesiydi. Diğer etnik unsurlar da bu formülü benimsemekte zorlanmadılar. Son yirmi yıldır ise Avrupa Birliği süreci içinde ve Soğuk Savaş sonrası değişen dünya şartlarına uygun biçimde Türkiye, etnik zenginliğini fark etti. Kürtlerin de içinde bulunduğu farklı etnik grupların varlığı artık daha rahat bir şekilde tartışılıyor ve konuşuluyor. Bu çerçevede anayasal olmasa da yaygın kabul gören anlayış çerçevesinde Kürtler, Türk üst kimliği altında etnik çeşitliliğin bir parçasılar.
Ancak DTP’nin Kürt kimliğinin kabulünden kastı, Kürtlüğü üst kimlik bakımından Türklüğün bir ortağı olarak tanımlamak ise bunun hem sivil ya da askerî devlet mekanizması içinde hem de geniş toplum kesimlerinde kabulünün imkansız olduğu açık. Bilhassa Türk ya da Kürt aidiyeti taşımayan etnik unsurları dışarıda bırakan bu formül, milleti bir ortak kimlikten yoksun bırakmak gibi bir tehlikeyi de içinde barındırıyor. Bu noktada Kürtlüğün geniş anlamda milletin etnik çeşitliliğinin bir parçası olarak tanınmasının dışında makul bir çözüm görünmüyor. Kısacası iki milletli bir Türkiye imkansız, tek milletli-çok etnisiteli bir Türkiye hem makul hem de elzem. DTP’liler ise kendilerini bu hususta netleştirmek zorundalar.
Bu noktada Ahmet Türk’ün Kürtçe dili konusunda talebinin içinin doldurulması gerekiyor. Kürtçe bir resmî dil olarak mı tanınacak? Kürtçenin hangi lehçesi, Kürtçe olarak kabul edilecek? Azınlık Kürt lehçelerinin statüsü ve hakları ne olacak? Kürtçe, okullarda Türkçeye paralel bir eğitim dili olarak mı kabul edilecek? Yoksa Kürtçeye halen verilen önemin ve temsilin artırılması, talebi karşılayacak mı? Şurası kabul edilmelidir ki Cumhuriyet dönemi boyunca uygulanan dil politikaları ve Türkçenin meşru tek dil olarak kabul edilmesi, adeta üst kimliğin ülkenin tek etnik kimliği olarak dayatılması anlamına geldi. Bu politikalar, imparatorluk bakiyesini içinde barındıran çok etnisiteli bir toplumu tek etnisite içine hapsetme sonucunu doğurdu. Aslında Türkçenin tek dil olarak dayatılması da Türklüğün ortak kültüre dayalı milli kimlik olarak benimsenmesiyle çelişkili bir durumdu. Açıkçası Kürt sorunu bu dayatmadan beslendi.
Ancak şurası da inkar edilemeyecek bir gerçektir ki son yıllarda Kürtçe ve diğer etnik dillere önemli haklar tanındı ve bunların daha da genişletilmesi süreç içerisinde mümkün olabilir. Ancak Kürtçenin, eğitimde Türkçeye paralel bir öğretim dili olarak benimsenmesi bugünün şartlarında karşılanması mümkün olmayan bir talep gibi gözüküyor. Ayrıca Kürtçe eğitimin getireceği entegrasyon sorunlarının özellikle Kürt toplumu açısından sağlıksız neticeler doğuracağı açık. Bu noktada alternatif olarak, Kürtçe ve diğer etnik dillerin okullarda seçmeli ders olarak okutulması, üniversitelerde Kürtçe üzerine akademik programlar açılması ve Kürt Dili ve Edebiyatı gibi bölümler kurulması karşılanması daha mümkün talepler. Ayrıca, Türkiye’nin tarihe uzanan ve sınırlarını aşan jeo-kültürel zenginliğinin bir parçası olarak Kürt kültürel mirasına sahip çıkılması, Türkiye’nin kendi çıkarlarının da bir gereği. Ancak Kürtler de, şayet aynı ülke sınırları içinde yaşamayı kendi çıkarları gereği görüyorlarsa, bunun yolu ülkenin geri kalan kesimiyle paylaştıkları ortak toplumsal mirası benimsemelerinden geçiyor.
Ahmet Türk’ün muğlak da olsa şiddeti reddeden söylemi demokratik sürece katılımın dönüştürücü etkisini ortaya koyuyor. Şayet DTP, Ahmet Türk’ün söylemini resmî bir çizgi haline getirebilirse Kürt sorununun çözümüne çok büyük bir katkı yapacaktır. Ancak böyle bir dönüşümün gerçekleşmesinin yolu, DTP’nin meşru siyasi sistem içinde tutulmasından geçiyor. Oysa bugün Kürt toplumsal tabanının oy verdiği yegane iki parti olan DTP ve AK Parti, kapatılma tehdidi ile karşı karşıya. Bu iki partinin kapatılması siyasetin Kürt temsilinden arındırılması anlamını taşıyor. Demokratik iradesi bu şekilde çiğnenen Kürtlere adeta siyasi sistem içinde bir yol bırakılmıyor. Bütün bu gelişmeler ise aslında Türkiye’nin Kürt meselesini de içine alan, sadece bir toplumsal sinerjiyle çözülebilecek kronik “demokrasi meselesi”ne işaret ediyor.
Bu yazı kaleme alındıktan sonra Ahmet Türk’ün partisinin Meclis Grup Başkanlığı görevinden ayrıldığı haberi geldi. Şüphesiz DTP, Ahmet Türk’ün ezberi bozan çıkışını cezalandırıyor ve böylece bir atılım fırsatını heba ediyor. Ahmet Türk gibi alternatif sesleri bastırmak suretiyle DTP, adını çok andığı demokrasinin neresinde durduğunu da göstermiş oldu. Ahmet Türk ve diğer cesur isimlere daha fazla sahip çıkılması gereği ortada. Şüphesiz Kürt etnik milliyetçi hareketin marjinalleştirilmesi parti içindeki şahinlere yarayacak. Zira Kürt sorununun çözümsüzlüğünden nemalanan güçler için barış ve kardeşliğin tesisi, çıkarların bitmesi demek.
Paylaş
Tavsiye Et