Ankara Havası
Montesquieu daha 18. yüzyıl ortasında, sınırlanmamış iktidarın engellenmesi gerektiğini, aksi takdirde kuvvetlerin tek bir elde toplanmasının despotizme yol açacağını söyleyerek modern siyaset kuramına önemli bir katkıda bulunmuş. İlginç bir tespit yaparak monarşinin ılıman, despotizmin sıcak, demokrasinin de soğuk kuşak iklimlerinde görülen yönetim türleri olduğunu söylemiş. Kendisine Ankara’dan selamlarımızı yolluyoruz. Zira burada havanın buz kestiği Ocak ayında bile demokrasiden eser yoktu. Yargıtay’ın da modaya uyduğu muhtıralar mevsimi geldi; hava hızla ısınıyor. Herkesin ince giyinmeye başladığı yaza girerken, despotizm, zırhını giymiş, kılıcını kuşanmış geliyor mu yoksa?
Ama haksızlık etmeyelim; bir şey daha diyor adamımız: “Despotizm büyük ülkelere, monarşi orta ölçektekilere, demokrasi ise küçük ülkelere özgüdür.”
Buna göre, bizim bugünlerde demokrat ya da despotik bir ülke olma ihtimalimiz yok gibi görünüyor.
Tavsiye Et
Yasama, yürütme, yargı; uygun adım marş!
Madem Montesquieu’yü andık; yasama, yürütme ve yargı arasındaki krizden de söz edelim. Yasamacıların ve yürütmecilerin bol bol kelam etmesine alışkınız da, emekli mensupları dışında yargı üyelerinin ancak adli açılış yıldönümlerinde altyazılı konuşma metni özetlerini görürdük.
27 Nisan Hatırası’nın yıldönümünü derin bir sükût ile idrak ettik derken 27 Mayıs’a doğru yargıcılar arz-ı endam etmeye başladı. Önce, AK Parti’nin kapatılması ve başörtüsü davalarına bakan Anayasa Mahkemesi’nden Başkanvekili Osman Paksüt “İzleniyorum, dinleniyorum” diye ortalığı birbirine kattı. İşin içinden Başbakan Erdoğan’ın eski Çömez’i çıkınca, iş büsbütün içinden çıkılmaz oldu. (Cümle de öyle oldu; cümlemize geçmiş olsun.)
Ardından heyecanı biraz yatışmış görünen Paksüt’ün “Dinleniyorum derken, aslında ben yorulmuştum, dinleniyordum” türünden cılız açıklamalarını dinledik. (Gerçekten de “dinleniyor” Paksüt; ihtiyacı da var anlaşılan.)
Birkaç gün sonra yasamanın başı Köksal Toptan, AK Parti’nin kapatılması ile ilgili bir orta yol bulunması gerektiğinden bahsetti.
Son olarak ise, Yargıtay’ın “laplaik” bildirisi ile hükümetin enerjik çıkışı ve Danıştay’ın Yargı’ya koltuk çıkışı geldi. İkisi de çıkıştılar yasama ve yürütmeye.
“Selam sana Montesquieu” derken haksızlık ettik herhalde. Tam anlamıyla demokrasi değil midir bu manzara? Tam bir kuvvetler ay(kı)rılığı var!
Bak, demokrasi ile anarşinin arasında kaldık, toprağı bol olasıca siyaset filozofu.
Buna ne dersin?
Son söz: “Benim aşkım uymaz öyle her saza” diyen Mona Roza şairinden mülhem: Bizim işimiz gelmez kitaba.
Tavsiye Et
“Sözüm maksadını aştı, yanlış anlaşıldım” klişesi Türk siyasetinin en eskimez başvuru cümlesidir belki de. Hem güldürür beni, hem sinirlendirir.
Sözünün maksadı neydi ki, onu aşabilecek kadar ileri gitti? Bilmediğin bir maksat var imiş de, söylediğin söz ona mı isabet etmiş. O zaman sözün, sana oyun oynayacak kadar senden önde demektir. Yani senin bir maksadın vardı, ona varmak için sözü kullandın; ama sen oraya vardın, baktın ki söz almış başını gidiyor.
Bunun tam Türkçesi ve mertçesi “Çenemi tutamadım”dır; fakat birkaç delikanlı dışında pek kimseden işitilmemiştir.
Hacca gitmek istediğini söyleyen bir ihtiyar vatandaşa önce, “Paranı Araplara kaptırma” nasihati verip ardından “Bakarsın Muhammed seni yanına alır” uyarısında bulunan densiz, bu kategorilere girmiyor. “Ben kameranın açık olduğunu bilmiyordum Sav’unması “Şecaat arz ederken merd-i Kıptî sirkatin söyler”e girer biraz. Oradan çıktıktan sonra da saklanacak bir delik bulup ortadan kaybolur.
Önder’inden de hiç ses çıkmaz; tepki yağmurunun dinmesini bekler ve arkasındaki siniğe bekle işareti yapar.
Muhammed (SAV) seni yanına almasın inşallah. Yarın seni Önder’in Sav’unsun!
Tavsiye Et
Bir yıldır siyasi krizin doruk noktasında gezinen Ankara’da 27 Nisan Hatırası’nı canlı tutma çalışmaları sürüyor. 22 Temmuz 2007 seçimlerinde kısmî sükût haline geçen gerginlikçiler, yeniden germek ve gerilmek için yeterli enerjiyi topladı maalesef. Merakla Erke Dönergeci’ni beklerken Erke-nokon ile müşerref olduk. Daha doğrusu olayazdık. Veli Küçük, İskender Büyük derken hayal ile hakikat, komplo ile operasyon, bilgi ile manipülasyon, paranoya ile fikr-i takip birbirine dolaştı.
Neredeyse irili ufaklı her aktörün kendi çapında komploculuk oynadığı Ankara’da, ortamı şenlendiren açıklama MHP’li Osman Durmuş’tan geldi:
“Bu kadar bunalımın olduğu bir ortamda bir de kene bunalımına gerek yok.”
Gazetede kene mevzuu ile sabık sağlık bakanını bir arada görünce gayri ihtiyari “Kene mi sen?” sözcüğü çıkıvermiş ağzımdan. Özetle küresel ilaç sermayesinin keneler üzerinden 1 milyar YTL’lik ciro yaptığını ve Kırım Kongo Kanamalı Ateşi virüsünün (Artık Çorum Kongo oldu) ilaç şirketleri güdümündeki küresel sermaye tarafından abartıldığını söylüyor sabık sağlık bakanı.
Kan bağışı kampanyasında Dr. Oktar Babuna ile giriştiği mücadeleden sonra, gene milli bir konuya el attı Durmuş. Benim aklım ise Erke’ye takılıp “durmuş.” Bu kene işinde de bir bit var; ama ne?
“Erke, erke” derken “İşte” diye fırladım yerimden; “Er-kene-kon!”
Buradaki “kon” emri her ne kadar sadece “er kene”lere verilmiş gibi görünüyorsa da, Ergenekon’dan çıkışta çok önemli rolü olan Asena’nın dişi kenelere gereken talimatı verdiğine kuşkum yok.
Biz ha bire “Nerede kaldı bu Erke Dönergeç?” diye kendimizi yırtarken, önce Erke-nokon geldi; ardından er keneye “kon” emri.
Dedik ya herkes kendi çapında komploculuk oynuyor Ankara’da. Bizimki de paranoyaya varmayacak derecede fikr-i takip.
Tavsiye Et
“Ne olacak bu Ankara’nın hali?” diyenlere…
Rivayete göre, II. Mahmud’a Afrika’dan hediye gelen zürafanın ne işe yaradığı tartışılırken, ata benzetildiğinden olsa gerek, saray ahalisinden Küpeli Çavuş namlı Abdi Bey, hayvanın üzerine bindirilir. Abdi Bey’in feryatlarıyla iyice ürken zürafa sağa sola koşuştururken onu da yaprak gibi sallamaktadır. Ancak Abdi Bey, zürafanın boynuna can havliyle sımsıkı yapıştığı için düşmez; hayvancağızla birlikte sarayın bahçesinde döner dururlar. Bu sırada Abdi Bey bir yandan da Padişah’a doğru haykırmaktadır: “Ahret hakkınızı helal eyleyin efendimiz. İlk menzilimiz ecel beşiğidir. Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete.”
Tavsiye Et