ŞUBAT ayında Türkiye’nin gündemini en fazla işgal eden ve Meclis’te yoğun bir mesaiye neden olan başörtüsü/türban meselesi uzadıkça, duyduğumuzda kulaklarımıza, okuduğumuzda gözlerimize inanamayacağımız yığınla açıklamaya şahit olduk. Siyasetçilerimiz, bilim adam ve kadınlarımız “İslam’da böyle örtünme yok”, “Türban kopya çekmeyi artırır”, “Başörtüsüne izin verildiği takdirde üniversitenin kapısına kilit vururuz” türünden akla ziyan açıklamalarıyla tüm yaratıcılıklarını hizmetimize sunma konusunda hiçbir zahmetten kaçınmadılar. Bu açıklamaları elbette her şeyden önce, karşı tarafı mahkum etmek için sürekli başvurdukları siyaset ve bilim ile din alanlarının ayrı olması gerektiğine ilişkin iddialarında ne ölçüde samimi ve tutarlı olduklarını gösteriyor: Samimiyet sıfır, tutarlılık sıfır. Böylece, kendi çap(sızlık)larını da ilan ediyorlar. İnsan böylesine saçma sapan açıklamalarda bulunanların akıl melekelerinden, yöneticilik becerilerinden şüphe etmekten kendisini alamıyor, ister istemez. Düşünme yeteneği dumura uğramış intibaı veren bu insanlara bu saatten sonra çoluğumuzu çocuğumuzu, hastamızı emanet ederken herhalde defalarca düşüneceğiz!
Rektör Fetva Verdi: Tesettür Kazaya!
“Türban konusundaki akla ziyan açıklamalar” dalında bir ödül konsaydı eğer, benim favorim şu olurdu: “Türban farz değil. İslam dininde kaza uygulaması var. Bu kızlarımız bunu bir kaza olarak saymalıdırlar.” Bu sözler, ne bir ilahiyat profesörüne, ne de Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görevli bir din görevlisine ait. Dinî bir cemaat önderinin sözleri de değil bunlar. Fetvayı, ne alaka diyeceğimiz bir isim, Genel Cerrahi dalında profesör ve aynı zamanda Ankara Üniversitesi Rektörü Nusret Aras veriyor.
Güzel insanımızın, bu ülkede “her şeyin mümkün olduğu”nu anlatmak için kullandığı “burası Türkiye” şeklindeki mottosunu bir kez daha haklı çıkaracak ucube bir açıklamaya imza atıyor Sayın Rektör. Aras, bu konuda yalnız da değil. O, Kurban Bayramı’nı hacca denk getiren, Hz. Peygamber’in “ayet”lerinden söz eden, İslam’la ilişkileri “nenelerinin başörtüsüyle ya da seccadesiyle” sınırlı kalmış olduğu anlaşılan bir zihniyetin parçası aslında. Bir din adamının ya da önderinin tıp konusunda benzer nitelikte bir fikir beyan etmesi durumunda nasıl tepkiler alabileceğini tahayyül edebiliyor musunuz? Ancak kendi disiplininde profesör olmuş ve koskoca bir bilim kurumunun yöneticiliğini yapan birisi, hiçbir alakasının ve bilgisinin bulunmadığı aşikâr olan bir konuda, bütün pervasızlığıyla fetva verebiliyor. Dilimize pelesenk olmuş meşhur “Eğitim Şart!” cümlesi de yeterli değil bu durumu anlatmak için. Belki de en uygun tavsiye şu: “Terbiye Şart!”
Aras’ın açıklamalarına dönelim: Doğrudur, “türban” farz değildir. Ancak inanan kadınlar için “örtünme” Allah’ın emridir. Allah’ın emri olan bir şey de, inananlar için farz olmaktadır; tıpkı namaz kılmak, oruç tutmak gibi. Bir şeyin kaza olabilmesi için, kazaya bırakılan için farz olması gerekir. Dolayısıyla ehliyetsiz müçtehidimizin vermiş olduğu fetva kendi içerisinde tutarsızlık ve çelişkiyle başlıyor.
Bu küçük ayrıntılara takılmayıp devam edelim: Müçtehidimiz kazaya bırakmalarını tavsiye etmiş; fakat kazanın ne zaman yerine getirileceği hususunu belirsiz bırakmış. Buradan müçtehidin örtünmeye karşı olmadığı ve “bu kızlarımız”ın üniversitelerini bitirdikten sonra örtünmelerine cevaz verdiği sonucunu çıkarabilir miyiz? Mesela “mütesettir fakat tesettürünü kazaya bırakmış üniversiteli kızımız”ın hukuk fakültesini “tesettürsüz” olarak bitirdikten sonra avukat, savcı veya hâkim olduğunu farz edelim. Mütesettir olarak avukatlık, savcılık ya da hâkimlik yapabilecek midir? Muhtemelen müçtehidimiz ikinci bir fetva yayımlayacak ve bu görevlerde bulundukları sürece de “tesettür”ü kazaya bırakmalarını tavsiye edecektir. Bu durumda önümüzde iki seçenek kalıyor: Tesettürlü öğrencilere ya okuldan çıktıktan sonra tesettürlü olmalarını tavsiye ediyordur ya da emeklilik sonrasında tesettüre sıkı sıkıya sarılmalarını. Mezara götürülürken hepimizin örtülmüş olduğu gerçeğini hatırlatıp konu ile ilgili muğlaklığa son da verebilir. Böyle bir zekadan beklenebilecek cevap da bu olmalıdır kanaatimizce.
Fakat en önemli husus, fetvaların müçtehitlere sorulan sorular üzerine verilmiş olduğu gerçeğinin ıskalanmış olması. Müçtehidimize konuyla ilgili “bu kızlarımız”ın herhangi bir soru yöneltip yöneltmediklerine dair herhangi bir bilgimiz yok. Teşbihte hata olmaz, örtünmek Allah’ın inanan hanımlara bir emri ise, konuşmak da insan olmanın bir gereğidir (farzıdır). Dolayısıyla Aras’a “konuşma” farzını “kaza”ya bırakmasını tavsiye ediyoruz. Dinî konularda fetva verme hakkını kendinde görmesinden hareketle dine inanan biri olduğunu düşündüğümüz Aras’ın, ölümden sonraki hayata da inanacağını varsayarak, “konuşma farzı”nı ahirette sorulacak sorular esnasında ifa etmesi uygun olacaktır.
Son olarak acizane bir tavsiyede bulunmak istiyoruz: Madem bu konularda fetva vermek gibi bir misyon yüklenmiş, farz ve kaza gibi kavramlardan ziyade, darülislam-darülharp gibi kavramlar üzerinden meseleye yaklaşmış olması, niyetleri açısından daha uygun sonuçlar doğuracaktır. Üstelik, eğer yeterince bilgilenirse tabii ki, bu kavramlardan hareketle söyleyeceklerinde tutarsızlıklara düşme ihtimali de pek bulunmuyor.
Baykal’ın Anadolu İslam’ı Sevdası
Sayın Aras’ın, din konusundaki cehalet ve aymazlıklarda yalnız olmadığından söz ettik. İkide bir laik rejimin tehlikede olduğunu iddia eden ana muhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı “İslam’da böyle bir örtünme yok” diyor. Laik bir rejimde, uygulanan bir yasağın sürdürülmesinin gerekçesi dinî olabilir mi? Bu tersinden, “devletin dinî esaslara göre yönetilmesi” anlamına gelmiyor mu? Ya İslam’da örtünme varsa -ki vardır- ne yapacaksınız? (Bu soruyu, iddiayı gündeme getirenlere kişisel olarak da sorabiliriz: İslam’da varsa örtünecek misiniz? Eğer örtünmeyecekseniz, İslam’da örtünmenin olup olmadığından, inanan insanların nasıl örtüneceklerinden size ne?)
Sayın Baykal, Anadolu İslam’ında farklı bir örtünme olduğundan söz ediyor. (Anadolu’dan kastının kır ve köy olduğunu varsayıyoruz. Herhalde İstanbul’un Anadolu yakası-Avrupa yakası ayrımından hareketle böyle bir şey söylemiyordur. Yoksa hepten mizah konusu olacak.) Şehir İslam’ının örtünme biçimine tahammül gösteremeyenlerin Anadolu İslam’ının örtünme biçimini alternatif olarak önümüze sürmeleri de cehaletlerinin, samimiyetsizliklerinin ve dinî istismar etme niyetlerinin en açık göstergesidir. Bir taraftan başörtüsü yasağı kalkarsa üniversitelerin çarşaflılarla, cüppelilerle, peçelilerle dolacağı tehlikesine vurgu yapıyorlar, öte yandan Anadolu İslam’ının örtünme biçimini öneriyorlar. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Hadi bakalım, kanuni bir düzenleme yapın ve Anadolu İslam’ındaki yaygın örtünme biçimleriyle kızlarımızın eğitim hakkından yararlanmalarının, kamuda çalışmalarının önündeki engelleri kaldırın o zaman. Sizi tutan ne? Avrupa ya da şehir İslam’ına sempati duymuyorsunuz anladık; o zaman sempati duyduğunuz Anadolu İslam’ına uygun örtünmek isteyenler için engelleri kaldırın, kapıları açın! Yok, bunların hiçbiri değil de, Anadolu İslam’ından kastınız çok daha dar bir şey ise, hadi biraz daha açık ifade edelim, belli bir mezhep ise, onu da açıkça söyleyin bilelim, tartışalım. Bilim tartışmak üzerine kuruluysa, tartışmaktan neden kaçınıyorsunuz? Neden tartışma yerine sürekli kavgayı tercih ediyorsunuz? Hem de toplumsal barışın zedeleneceğinden söz etmenize rağmen, neden sürekli barışı zedeleyici saçmalamalarda bulunuyorsunuz? Hukuk için deyip de lütfen bizi güldürmeyin. Konu ile ilgili Meclis çalışmalarının başladığı günlerde NTV’ye vermiş olduğunuz mülakatta, bu düzenlemelerin (hatta daha ileri giderek ortaöğretim kurumlarında öğrenim görenler ya da kamuda çalışanlar için bu özgürlüğün yaygınlaştırılmasının) Anayasa’ya da hukuka da aykırı olmadığını “bizzat sizinağzınızdan” işittik.
Her gün o TV kanalı senin, bu gazete benim dolaşıp abuk sabuk argümanlarla kendilerini rezil etmekten bir adım öteye geçemeyenlerden, türbanla başörtüsü arasındaki farkı bir de bize anlatmalarını isteyemeyiz. Onlara köyden kente göçü ve şehirleşmenin yarattığı toplumsal dönüşümleri de; örtünenlerin, “neneleri”ne kendilerinden daha yakın olduklarını da anlatamayız. Onlardan örtünmenin İslam’da olup olmadığının kendilerini hiç mi hiç ilgilendirmeyen bir mesele olduğunu, böyle bir tartışmayı ortaya atmanın T.C.’yi “dinle tanımlama çabası” olacağını anlamalarını da bekleyemeyiz. İslam’da olduğu ortaya çıkınca, tartışmada samimi iseler örtünmeleri gerekeceğini de söyleyemeyiz. Böyle bir tartışmaya girmekle -eğer samimi bir tartışma yürütüyorlarsa- İslam’da olan başka şeyleri de yapmaları gerektiğini anlatamayız; yapmadıkları takdirde dinen durumlarının ne olacağının farkında olup olmadıklarını da soramayız. Küçücük çıkar dünyaları için ve bütünüyle haksız olarak, tüm memleketi yangın yerine çevirmek ve hukuki olarak da suç işlemek üzere olduklarını söyleyemeyiz.
Bugün üniversitelerde uygulanan türban yasağının hiçbir hukuki dayanağı kalmamıştır. Aslına bakılırsa dün de yoktu. Bu konuda ortalıkta dolaşan bir sürü saçmalığın, doğrular söylendiğinde ortadan yok olup gitmeyeceğinin elbette farkındayız. Başörtüsü meselesi özelinde yasakçıların dile getirdikleri argümanlar ve söylemler, herkesten önce kendi ayaklarına dolaşacak kadar saçmadır ve bunlar kendi dar çıkar kavgalarının bir yansıması ve içine düştükleri acziyetin bir ifadesi olarak değerlendirilmelidir.
Ne diyelim? “Cehaletin bu kadarı ancak eğitimle mümkün olur!”
Paylaş
Tavsiye Et