Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (September 2008) > Toplum > Oruç günlerinin ışığı
Toplum
Oruç günlerinin ışığı
Cihan Aktaş
ÇO­CUK­LU­ĞU­MUN Ra­ma­zan­la­rı­nı, kış mev­si­min­de sa­hu­ra doğ­ru uyan­ma­ya ça­lı­şır­ken evin dı­şın­da ağaç­la­rın üze­ri­ne kü­me­len­miş kar yı­ğın­la­rı­nın oda­ya gön­der­di­ği gü­müş renk­li ışık­la ha­tır­lı­yo­rum ön­ce. Ge­ce kim­bi­lir na­sıl bir zor­luk­la ye­ni­den ya­kı­lır­dı ku­zi­ne so­ba ve san­ki bir çır­pı­da bir tep­si bö­rek pi­şi­ri­lir­di, der­me çat­ma gö­zün­de. So­ba­da­ki odun­la­rın çı­tır­tı­sı ve an­ne­min üzüm­lü, pi­rinç­li ya da pey­nir­li, kıy­ma­lı su bö­re­ği­nin kı­za­rır­ken et­ra­fa yay­dı­ğı ko­kuy­la uyan­ma­ya de­vam eder­dim. Kar yı­ğın­la­rı­nın gü­müş­ümsü ışı­ğı­nı bas­tı­rır­dı so­ba­nın de­lik­le­rin­den fış­kı­ran ateş ya­lım­la­rı ve ge­niş se­dir­de ku­rul­ma­ya de­vam eden sof­ra­yı ay­dın­la­tır­dı. So­ba­nın fı­rı­nın­dan çı­kar­tı­la­rak sa­hur sof­ra­sı­na ge­ti­ri­len ye­mek­ler -an­ne­min be­lir­gin ara­cı­lı­ğı­na kar­şı­lık- gök­sel bir zi­ya­fet­le il­gi­li gö­rü­nür­ler­di. Bir mu­ka­be­le açık­la­ma­sı ya da bir va­az cüm­le­siy­di: Gök­yü­züy­le iliş­ki­len­di­ri­len bir açık­la­may­la rah­met ka­pı­la­rı­nın açıl­mış ol­du­ğu an­la­tıl­mış­tı; rah­met, ge­ce ka­ran­lı­ğı­nı ay­dın­la­tan her şey­di, öy­le his­se­der­dim. Sof­ra­nın mut­la­ka sa­hu­ra doğ­ru ha­zır­lan­mış olan baş­ye­me­ği ise iyi ol­du­ğu­nuz; iyi ve dü­rüst bir in­san, sa­dık ve ha­ki­kat­li bir kul ol­ma­ya ça­lı­şa­ca­ğı­nız için ha­zır­lan­mış bir ödül ola­rak gö­rü­nür­dü.
Ay­nı ye­me­ği baş­ka bir sof­ra­da, baş­ka bir mev­sim­de ye­di­ği­niz­de ay­nı ta­dı al­maz­dı­nız.
İf­tar sof­ra­sı ha­zır­lık­la­rı­nın te­la­şı­nı pay­la­şa­bil­mek için ise oru­cu ucun­dan kı­yı­sın­dan tu­ta­bil­miş ol­mak ge­re­kir­di. “Tek­ne oru­cu” de­ni­len ya­rım gün sü­ren oruç­la­rı ola­bil­di­ğin­ce uzat­ma­ya ça­lı­şır, ba­zen tam bir oru­ca dö­nüş­tür­me­yi ba­şa­rır­dım.
Ha­ya­tı­mın ba­na en zor ge­len Ra­ma­zan gün­le­ri­ni ge­çi­rir­ken üni­ver­si­te öğ­ren­ci­siy­dim. Yaz ay­la­rıy­dı. Ge­ce­yi pro­je çi­zim­le­riy­le sa­hu­run ge­rek­le­ri­ne bö­lüş­tür­müş ola­rak, uy­ku­suz va­zi­yet­te düş­müş olur­dum yo­la. Bir ke­re­sin­de Hay­dar­pa­şa Ga­rı’nda bir bank­ta ya­rı bay­gın dü­şüp kal­dı­ğı­mı ha­tır­lı­yo­rum. Bir bü­fe­ci elin­de bir bar­dak suy­la koş­muş, oru­cu­mu aç­mam için ıs­rar et­miş­ti. Üç kez bay­gın­lık ge­çir­me­den oruç mu açı­lır­mış...
Ye­ni­den yaz mev­si­mi­ne dö­nü­yor Ra­ma­zan. Sı­cak gün­ler­de ak­şa­mı bek­ler­ken, bir ya­kı­nı­mın so­rum­lu mü­hen­dis ola­rak ça­lış­tı­ğı de­mir-çe­lik fab­ri­ka­sı­nın, kay­nar ka­zan­la­rın ba­şın­day­ken bi­le oru­cu­nu boz­ma­ya ya­naş­ma­yan iş­çi­le­ri­ni ha­tır­la­ya­ca­ğım. Pey­gam­be­ri­mi­zin (s.a.v.) ve sa­ha­be­nin ba­zen bir kâ­se pi­rinç­le tut­tuk­la­rı oruç­la­rı, bir­kaç hur­ma­dan iba­ret if­tar ye­mek­le­ri­ni ha­tır­la­ya­ca­ğım.
Ve ya­tı­lı okul­da ge­çir­di­ğim Ra­ma­zan­la­rın gü­zel­li­ği­ni de... Her za­man­ki yat­ma saa­tin­den he­men ön­ce sa­hur ye­ri­ne ge­çe­cek bir kah­val­tı ve­ril­miş­tir ye­mek­ha­ne­de, yi­ne de ge­ce sa­hu­ra kalk­ma­dan ede­me­yen­ler bir­bi­ri­ni bu­lur­du. Oruç tut­ma­yan öğ­ren­ci­le­ri ra­hat­sız et­me­mek için ko­ğu­şun ışık­la­rı­nı aç­maz, yağ­lı bo­ya­dan per­de­le­ri­nin yer yer dö­kül­dü­ğü pen­ce­re­le­rin cam­la­rın­dan sı­zan ışık­la ye­ti­ne­rek, ran­za­la­rın üze­rin­de sa­hur ye­me­ği­mi­zi yer­dik. Öy­le­si­ne alı­şır­dık ki Ra­ma­zan’a, ba­zen üç ayı bu­lur­du oru­cu­muz. Ih­la­mur ve ka­ra­ağaç­lar­dan ya­yı­lan hoş ko­ku­la­r­dan der­di­ği­miz bir ener­jiy­le yü­rür­dük yol­lar­da, eza­nı bek­ler­ken.
Genç in­sa­nın bü­yü­me ça­ğın­da be­de­nin­de mey­da­na ge­len de­ği­şik­lik­le­rin yol aç­tı­ğı so­run­la­rı ba­zen ola­ğa­nüs­tü bir şe­kil­de abart­ma eği­li­mi­ne kar­şı­lık, be­de­nin ih­ti­yaç­la­rı­na yo­ğun­laş­ma­yı kü­çüm­se­ten saf bir ma­ne­vi coş­ku­su var­dır. “Ken­di­ni dün­ya­yı kur­tar­ma­ya ada­mak”, dün­ya­yı ol­du­ğu ha­liy­le ka­bul­len­me­ye ra­zı ola­ma­ya­cak genç in­san­la­rın mes­le­ği sa­yı­lır. Genç in­san, kur­tar­ma­yı amaç­la­dı­ğı dün­ya­yı da­ha ya­kın­dan ve içe­ri­den ta­nı­ma­ya yö­ne­lik her adı­mıy­la bi­raz da­ha içi­ne çe­ki­lir bu kur­tar­ma da­va­sı­nın. O ne­den­le de oruç ya da per­hiz, dün­ya ni­met­le­rin­den el etek çek­me­yi ge­rek­ti­ren bir di­sip­lin, az­la ye­ti­ne­bil­me ira­de­si, ge­ce na­maz­la­rı, ken­di­ni bir da­va­ya ada­ma­ya yat­kın ki­şi­lik­le­re çe­ki­ci ge­le­cek­tir. Ne­fis ter­bi­ye­si­nin ise bir sı­nı­rı yok. Aşı­rı gi­den, zıd­dı­na in­ki­lap eder­miş. Pey­gam­be­ri­mi­zin (s.a.v.) as­ha­bın­dan Ebu Der­da’yı sü­rek­li oruç tut­tu­ğu ve ge­ce­le­ri­ni bü­tü­nüy­le na­ma­za ve zik­re ayır­dı­ğı için eleş­tir­di­ği­ni de bi­li­yo­ruz.
Ger­çi Ra­ma­zan ayı ne­fis tez­ki­ye­si bağ­la­mın­da aşı­rı­lı­ğa izin ver­mi­yor. Bir sü­re­li­ği­ne ge­ce­le­ri gün­düz, gün­düz­le­ri ise ge­ce gi­bi ya­şı­yo­ruz. Sa­at­le­rin rit­mi de­ği­şir gi­bi olu­yor ön­ce, za­man al­gı­mız ka­rı­şı­yor. Uy­ku­la­rı­mı­zı azal­tı­yor, ça­lış­ma­la­rı­mı­zı sey­rel­ti­yor, uf­ku­mu­zu fark­lı ça­lış­ma açı­la­rıy­la de­ğiş­ti­ri­yor; yü­zü­müz ola­bil­di­ğin­ce uh­re­vi âle­me dö­nük ol­sun is­ti­yo­ruz. İcap­la­rı­na ta­ma­men uyum sağ­la­dı­ğın­da be­de­ni­miz ve gün­de­mi­miz, hız­la­na­rak aza­lı­yor oruç gün­le­ri ve bay­ram­la nok­ta­la­nı­yor.
Ön­ce­lik­le­ri­mi­zin de­ğiş­ti­ği gün­ler­den, ge­ce­ler­den ge­çe­ce­ğiz bir kez da­ha. Bir za­man­lar dün­ya ha­ya­tın­dan ne çok şey bek­le­di­ği­miz, ken­di­mi­ze ne ka­dar çok şe­yi la­yık bul­du­ğu­muz için en azın­dan ba­zı yön­ler­de ya­nıl­dı­ğı­mı­zı öğ­re­ne­ce­ği­miz ders­le­re baş­la­dık.
Ve­ri­li kül­tü­rün bi­ze da­yat­tı­ğı var­lı­ğı ve nes­ne­le­ri al­gı­la­ma hal­le­ri­ni bi­raz da ol­sa de­ğiş­tir­me­yi, ye­ni­den bak­ma­yı öğ­ren­me­yi de­ne­miş­tik yıl­lar­ca, ge­ce­miz gün­dü­zü­mü­ze ka­rı­şır­ken. Her se­fe­rin­de ye­ni bir göz­le ta­nır gi­bi ol­muş­tuk dün­ya ni­met­le­ri­ni. Göz­ka­pak­la­rı­mız ağır­laş­sa da sa­bah eza­nı­na doğ­ru, ka­çır­mak is­te­mez­dik, ge­ce­nin gün­dü­ze dö­nüş­tü­ğü sı­nır­da­ki ışı­ğı. Onu ta­nır­dık; çün­kü san­ki her za­man, akıp git­me­si­ne kı­yı­la­ma­yan, kad­ri bi­li­nen, şük­rü id­rak edi­len za­ma­nın ya­nı ba­şın­da olur­du.
Ra­ma­zan gün­le­ri­nin yay­dı­ğı bir ışık var; yaz ol­sun kış ol­sun; ço­cuk­lu­ğu­mun oruç­la­rın­dan iti­ba­ren bel­li be­lir­siz oda­mın ya da ko­ğu­şu­mun pen­ce­re­le­rin­de­ki ör­tü­le­ri aşa­rak göz­le­ri­mi ka­maş­tı­ran baş­ka dün­ya­la­rın ışı­ğı o. Gö­rül­me­den ge­çi­le­ni ha­tır­la­tan bir fe­ner, ki­mi ba­kım­lar­dan ih­mal edil­se de ke­sin­ti­ye uğ­ra­tıl­ma­dan sür­dü­rü­len ame­lin kan­di­li...
Be­de­nin araç­sal­lı­ğın­dan ger­çek ve tin­sel bir öz­gür­leş­me tar­zı üre­te­me­den, ol­gu­sa­la olan mah­kû­mi­ye­ti­miz so­na er­me­ye­cek­tir. “Do­ğa içeri­de­dir” der Paul Ce­zan­ne. Ni­te­lik, ışık, renk, de­rin­lik an­cak vü­cu­du­muz on­la­ra ka­bul ver­di­ği için ora­da­dır­lar.
Oruç gün­le­ri­nin du­yu­la­rı­mı­zı in­celt­ti­ği öl­çü­de, bir ay son­ra baş­ka tür­lü ba­ka­ca­ğız dün­ya­ya, nes­ne­le­re, ol­gu­la­ra, ye­ni­den…

Paylaş Tavsiye Et