Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bir süreden beri partisi ve kendisiyle ilgili yolsuzluk iddialarını gündemde tutan ülkenin en büyük medya topluluğu Doğan Grubu’na İstanbul’da, partisinin Güngören İlçe Kongresi’nde sert cevaplar verdi. Bizzat Aydın Doğan’a hitaben konuşan ve muhatabını “iddialarını ispatlayamadığı takdirde ahlaki değerler noktasında nasibini almamış” diye tanımlayan Erdoğan, Türkiye’deki medya-siyaset ilişkisi için dönüm noktası olabilecek bir tartışmayı da başlatmış oldu. İktidar, beklenenden daha etkin bir politika izleyerek, tam anlamıyla kılıçları çekti.
Bugüne kadar, “Evi camdan olan komşusununkini taşlamaz” diye bilirdik; fakat Doğan Grubu Hilton’un duvarlarının camdan olduğunu hesaba katmaksızın vuruşuyor. Yakın geçmişe bakıldığında, medya gruplarının kendi aralarındaki kavgalarda tarafların yıpransa da kolay kolay yıkılmadığı görülüyor. Oysa medya-iktidar kavgalarını hatıra getirirsek, tarihin tozlu sayfaları arasında Erol Simavi, Asil Nadir, Korkmaz Yiğit, Cem Uzan gibi aktörlerle karşılaşırız.
Peki, güncel tartışmada taraflar açısından riskler ve fırsatlar neler? Mücahit Küçükyılmaz’ın 15 Eylül 2008’de Star gazetesinde yayınlanan ifadeleriyle sıralarsak:
1. Bir zamanlar tekel olmakla suçlanan Aydın Doğan’ın “Tek gözlü medya ile demokrasi mi olur?” sözleriyle eleştirdiği durum, yani Erdoğan’ı destekleyen gazete ve televizyonların varlığı, Erdoğan’a avantaj sağlıyor. Uzan Grubu’ndan sonra Ciner Grubu’nun da devletle kavga ederek tasfiye olması, sermaye hacmi olarak hızla büyüyen AK Parti’ye yakın iş çevrelerinin gerçekleştirdiği satın almalarla yeni görsel ve yazılı basın kuruluşlarına sahip olmalarını sağladı. Değişen medya mülkiyet yapısı, monopolden ziyade birbirine hücum etmek için fırsat kollayan oligopolistik bir görünüm arz etmeye başladı.
2. Aydın Doğan’ın iktidarlardan ticari taleplerini elde ederken izlediği “hem kan kusturup hem leğen tutma” siyaseti, Doğan Grubu’nun saldırılarını karşılayabilecek yeterli medya ve sermaye gücünü arkasına aldığını düşünen Başbakan Erdoğan’ı harekete geçirdi. Doğan, köşe yazarlarını “iyi polis-kötü polis” olarak hükümetlerin üzerine sürdüğü bu oyun tarzının Erdoğan’ın sert ve ani çıkışıyla geri tepmiş olmasının hem şaşkınlığını yaşıyor, hem de “İsterlerse beni yok edebilirler” diyerek devlet iktidarı içindeki farklı güçlere SOS mesajı yolluyor. Bunun devamında ise daha yüksek dozlarda “Benden sonra sıra size gelecek” mesajı gelebilir.
3. Doğan’ın Türk toplumu nezdinde pek de sempatik bir kişilik olmadığı göz önünde bulundurulursa, biraz mağduriyet söylemi tutturmaya çalıştığı, ancak son tahlilde kendisini kurtaracak can simidinin halktan gelmeyeceğini bildiği için, daha çok devlet içi güç dengesine umut bağlayacağı öngörülebilir. Bu yüzden Doğan, vuruşa vuruşa ricat yolunu seçecektir. Erdoğan ise, yerel seçimler öncesi siyasette ciddi bir muhalifi kalmadığı için Deniz Baykal ile Aydın Doğan’ı aynı saflara itiyor. Böylece hem karşısındaki cephe siyaset dışı bir aktörle genişlediği için, Erdoğan siyaseten yiğit ve mağdur konumuna geçecek, hem de Doğan’ın sevimsiz toplumsal imgesi ile Baykal’ınkini birleştirerek karşısındaki geniş cepheyi koflaştıracaktır.
4. Erdoğan’a destek veren Çalık, Zaman, Albayrak grupları dışındaki Karamehmet ve Ciner grupları da bu savaşta Doğan’ın karşısında yer aldılar. Geçmişteki iktidar-medya kavgalarında bu denli aşikâr görülmeyen bu bloklaşma, Doğan’ın elini zayıflattığı gibi, seçimlere kadar geçecek sürede medya dışında olan ve siyaset içinde de marjinalize olmaya yüz tutan Baykal’dan başka destek bulamaması anlamına gelecektir. Gerçekte bir homo economicus olan Doğan açısından bu tuhaf ittifak uzun vadede rasyonel ve sürdürülebilir değildir.
5. Doğan Grubu’nun en fazla etkili olmayı deneyeceği konu, Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasındaki ilişkidir. Zaten grubun yayın organları, ilk günden itibaren Başbakan Erdoğan’ı, Cumhurbaşkanı Gül’ün Ermenistan’daki diplomatik başarısını gündemin dışına itmeye çalışmakla suçlayarak bunun işaretlerini verdi. Erdoğan’ın başlattığı bu spontan savaş, aynı zamanda Gül ile arasındaki sağlam kader arkadaşlığının bir kez daha sınavdan geçmesi anlamına da gelecek.
6. Son olarak Aydın Doğan bunca yıldan sonra medyanın muhalif, halktan yana olma ve demokratikleşmeye katkı sağlama misyonunu hatırladı; fakat seçimlere Tayyip Erdoğan ve siyasi rakipleri girecek; Doğan değil. Sandıktan çıkacak sonuç, Doğan açısından herhangi bir kriter sunmayacağı için onun Baykal ile birlikte anılmasından başka bir işe de yaramayacaktır.
Dolayısıyla Doğan, Erdoğan’ın “oyunbozan” baskınıyla kendisini ortasında bulduğu mücadelede bir an önce ricat etmezse, katılmadığı halde seçimin mağlubu olabilir. Daha kötüsü, akaryakıt istasyonlarına uygulanan ulusal marker uygulamasında var olduğu söylenen sorunlar, ülkedeki en geniş istasyon ağına sahip olan POAŞ’ın 100 milyon dolarlarla ifade edilecek bir cezai müeyyideye maruz kalmasıyla sonuçlanırsa, Aydın Doğan, seçimde olduğu gibi geçimde de kaybedebilir. Nitekim, borsadaki hisse düşüşleri ve Sermaye Piyasası Kurulu’nun Doğan ile ilgili manipülasyon iması muhtemel kayıpların habercisi gibi duruyor.
Tavsiye Et
İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanlığı görevini devraldıktan hemen sonra gerçekleşen yenilikler dikkat çekiyor.
Öncelikle 30 Ağustos Resepsiyonu’na subay düzeyindeki askerlerin de çağırılması, ardından Genelkurmay İletişim Başkanlığı görevinin albay rütbesinden tuğgenerallik düzeyine çıkarılması, gazetecilerle düzenli haftalık toplantıların yapılması, Başbuğ’un ilk ziyaretini Güneydoğu bölgesine gerçekleştirmesi…
Tabii, cezaevinde tutuklu emekli orgeneraller Şener Eruygur ve Hurşit Tolon’un bir komutan tarafından ziyaret edilmesi ile Başbuğ’un “Ordu siyaset yapmalı” şeklindeki demecini de unutmamak lazım.
Önceden asker, “Ordu siyasete bulaşmaz” deyip siyasetin âlâsını yapardı; şimdi malumu ilam ederek şeffaflaşma yönünde bir adım atılmış oldu.
Zaten Başbuğ, tersini söylese inanacak değildik. Lakin elinde silahla siyaset yapacak bir ordunun bulunduğu ortamda siyasetçiler ne yapacak?
Vatan savunmasına katkı için operasyonlara katılmak ya da askerî ihalelerde komisyon üyesi filan olarak tank, uçak tercihi yapmak siyasetçilerin işi olabilir mi?
Ya da siyaset yapan ordu, Mart 2009 yerel seçimlerine katılmayı düşünür mü?
Türk ordusu en son, yaklaşık bir asır önce parti siyasetine angaje olmuştu.
Sahi Balkan Savaşı’nda niye hezimete uğramıştık? Merak edenler bi zahmet Nutuk’a göz atıversinler.
Tavsiye Et
Bizkaçlirayız.com’cular anısı taze hezimetin etkisinden sıyrılıp şimdilerde zevkten dört köşe bir şekilde “denizde fener karada ampul” metaforlarına sarılıyor. Evet, birileri Müslümanlık adına yanlış yaptı ve ağır sonuçlarını hep birlikte çekeceğiz. Fakat biz, içimizdeki beyinsizlerin günahını gönüllü olarak yüklenmek zorunda değiliz. Kaldı ki AK Parti lideri Tayyip Erdoğan da başbakan olmadan çok önce Avrupalı gurbetçilerden gelecek yardımlara kapıyı kapatma konusunda prensip kararı almıştı ve bu konuda gayet tavizsiz bir tutuma sahipti.
O halde AK Parti, tuttukları yolun yanlış olduğu kendilerine söylendiğinde muhatabına zamanın gerisinde kalmış, çağın raconundan bihaber zavallı nazarıyla bakan bu kişilerin günahına ortak olmak zorunda değil.
En kestirme lafı Bülent Arınç söyledi: “Şaşırıp yoldan çıktılarsa Allah belalarını versin!”
Tavsiye Et