ERGENEKON davası, Türkiye’nin gündemini tayin etmeye devam ediyor. Operasyonun her yeni dalgasıyla birlikte davaya olan ilgi de arttı. İddianamenin kabul edilmesiyle yeni bir safhaya giren dava, 21 Ekim’de mahkemenin başlamasıyla yeniden dikkatleri üzerine çekti. Mahkeme, yaşanan kargaşa ve kalabalık dolayısıyla tehir edildi. Davayı sulandırmak isteyenler de bunu fırsat bilerek, davaya ve mahkemeye yönelik aleyhte kampanya başlattı. Ancak dışarıdaki Ergenekoncuların bütün gayretlerine rağmen davanın başlaması engellenemedi; davayı sulandırma çabaları da sonuçsuz kaldı. Şimdi her duruşmada içerideki ve dışarıdaki Ergenekoncular, mahkemenin soğuk yüzü ve hukukun cezalandırıcı sıfatıyla karşı karşıyalar.
Dava, sadece Ergenekoncuların değil, Ergenekoncularla mücadele eden kimi çevrelerin de meşruiyet çerçevesini tartışma konusu haline getirdi. Bu çerçevede yaşanan tartışmalar, sanıkların gözaltına alınmasından içeride gördükleri muameleye, özel hayatlarından telefon konuşmalarına kadar sirayet etti. Bilhassa 28 Şubat döneminde yaptıkları faaliyetlerle birçok kişinin hayatını zindan eden ve kapanamayacak yaralar açanlar, şimdi operasyonlar karşısında hak ve hukuk taleplerini dile getiriyorlar. Gözaltına alınanlar, kendilerine iyi muamele edildiğini söylerken; Ergenekonculara gösterilen dikkatin Türkiye’deki bütün sanıklara teşmil edilmesini isteyen temenniler de dillendiriliyor. Ancak bazı sanıkların, mesela Tuğrul Türkeş’in, davayla ilgisi olmayan özel hayatını teşhir eden telefon kayıtlarının basına aksetmesi, bu dikkatin soruşturmanın her safhasında yaşanmadığını gösteriyor. Elbette soruşturmayı yapanlara haksızlık etmemek için geçmişle mukayese ederek müspet gelişmeleri vurgulamak lazım. Lakin haksızlık haksızlıktır ve her halükarda karşı çıkmak gerekir. Ergenekonculara atfedilen suçlar doğruysa, bu güruhun kin ve husumetten ibaret Pandora’nın kutusunu açtığı söylenebilir belki. Mamafih Meşa Selimoviç’in Derviş ve Ölüm adlı eserinde anlattığı üzere, kin ve intikam duygularının mazlumları zalimleştirmesi ve düşmanına benzetmesi ihtimal dâhilinde. Bu yüzden dava ve soruşturma zarfında, meselenin bu yönünü de ihmal etmeyen bir bakış açısına ihtiyaç var. Kamuoyunun ve hukuk camiasının bu olgunluğu göstermesi, Ergenekoncu zihniyeti mahkemenin mahkum etmesinin ötesinde siyasi ve kültürel alanda bir mahkumiyete taşıyacaktır.
Ergenekoncu zihniyetin yargılanması, mahkum edilmesi ve tasfiyesi mahkemenin faaliyet alanını aşıyor. Ergenekon örgütünün yargılanmasında yargı üzerine düşeni yapma yolunda ilerlerken, yasama ve yürütme başta olmak üzere toplumun geri kalanının üzerine düşeni yapıp yapmadığı tartışmalı. Burada idarenin, yani Ergenekon’un içinde örgütlenmeye çalıştığı kurumların ve özellikle de siyaset kurumunun yapması gerekenlerin altı çizilmeli. Zira idari soruşturma, tasfiye, yeniden yapılanmayla beraber, siyasi bir soruşturma ve irade eksikliği hissediliyor. Bu durumda mahkemeden, yasama ve yürütmenin yükünü de üstlenmesi bekleniyor. Bu beklenti ise, mahkemenin yükünü arttırıyor. Ergenekon iddianamesi işte bu yük karşısında, beklentilere cevap vermek yerine gerçekçi bir zeminde kalmak iradesini temsil ediyor. Bir yandan dava, diğer yandan da soruşturma ve operasyonlar devam ederken; iddianameye ek yeni iddianamelerin çıkması da kaçınılmaz görünüyor.
Davaya başlanmış olsa da, Ergenekon örgütünün hâlâ büyük bir kısmının iddianame kapsamına girmediği biliniyor. Sadece çokça bahsedilen “Bir numara” değil, örgüt şemasındaki birçok ana birim de henüz çözülmüş değil. Üstelik Ergenekon, Özel Harp Dairesi’nin sivil kanadını da içine alan bir yapılanmaysa, birkaç yüz bin kişiden bahsetmemiz gerekiyor. Dava ilerledikçe, konunun derinliği anlaşılacak. Fakat şimdi üzerine düşeni yapmayan kurumlar, o zaman nasıl inisiyatif alabilecekler doğrusu merak konusu. Çünkü Özel Harp Dairesi’nin kaldırıldığı söylenen sivil ayağının şimdiki durumu net değil ve üstelik bu sivil ayağının yeniden yapılandırılmasına ilişkin ordu içindeki bazı hazırlık çalışmaları Taraf gazetesi marifetiyle kamuoyuna mal olmuş durumda. Savcılık ve mahkeme muhtemelen meselenin bu yönüne vâkıf olmuş olmalı ki, özenli adımlar atıyorlar. Buna rağmen davanın ve soruşturmanın ilerleyen safhalarında siyasi dengeleri sarsacak bilgi, belge ve şahitler ortaya çıkabilir. Bu tehlikeye karşın, devlet kurumlarının inisiyatif almamasının sebepleri üzerinde durulmalı. Bu konuda Ergenekon’un ve Özel Harp Dairesi’nin tasfiyesini amaçlayan bir devlet politikası geliştirilmemesi halinde, Ergenekoncuların sebep olacağı kazalara hazırlıklı olmak gerek. Bu noktada PKK üzerinde mutabakat sağlamaya çalışan devlet kurumlarının Ergenekon konusunda da mutabakat sağlamaları kuvvetli bir ihtimal olarak buraya kaydedilmeli
Davanın başlamasıyla ulusalcıların Silivri’de boy göstermesi, mahkeme salonunun küçüklüğü yüzünden yaşanan gerginlik ve kimi medya gruplarının dava aleyhindeki yazıları genel havayı değiştiremedi. Kamuoyu, Ergenekon davasını ciddiye alıyor ve takip ediyor. CHP’nin bir heyet oluşturarak davayı etkilemek istemesi ve Deniz Baykal’ın “Ben de avukatım” ifadesi, partiyi ileride altından kalkamayacağı bir hesaplaşmaya doğru sürüklüyor. CHP’nin bu gayretkeşliği, sanılanın aksine davayı sulandırıp sanıkların üzerine siyasi bir şemsiye sunmuyor. Tam aksine örgüt ve dava daha çok ciddiye alınıyor.
Ergenekoncuların davayı kullanarak tezlerini anlatmak ve böylece meseleyi suçların dışında siyasi bir alana taşıma gayretleri de netice vermiyor. Davanın yarattığı sarsıntı, Susurluk skandalında ve 28 Şubat rezaletinde rol alanların itiraflarıyla yeni veçheler kazanıyor. Bu vesileyle eski defterler de aralanıyor. Bu itiraf ve defterlerden saçılan melanetler, Türkiye’nin demokratik bir hukuk devleti ve AB üyesi birinci sınıf bir devlet olmak istiyorsa, kaçamayacağı bir hesaplaşmayı da gözler önüne seriyor. Bu hesaplaşma sâri bir hal yaratıyor... PKK saflarında da karanlık ilişkiler etrafında sarsıcı iddialar birbiri ardına ortaya çıkmaya başladı. Ergenekon davasının başladığı günlerde, PKK’nın Aktütün baskını ve Öcalan’a fizikî saldırı olduğu iddiasıyla başlayan DTP üzerinden yürütülen gerginlik, kamuoyunda bazen Kürt meselesinin de üzerini örtecek şüpheleri arttırıyor.
Ergenekon davası, duruşmalarıyla gündemi belirlemeye devam edecek gibi görünüyor. Bu süreçte, davayı sulandırmaya çalışanların takip edilmesi, Türkiye’de demokratikleşmenin önündeki engelleri görmemizi sağlayacaktır. Davanın neticesi, sadece mahkemede olup bitenlerle değil, siyaset kurumunun ve kamuoyunun iradesiyle de gelişecektir. Ergenekon zihniyeti ancak yargının yanında yasama ve yürütmenin de katkısıyla bertaraf edilebilir. Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in işkenceyle öldürülen Engin Ceber’in ailesinden devlet adına özür dilemesi gibi siyasi jestler, Ergenekoncu zihniyetin yaşadığı bataklığı kurutma yönünde atılmış önemli adımlardır.
Paylaş
Tavsiye Et