Ankara Havası
Bedeli ödenmemiş şeffaflık ve etik sorunu
İslamcıların demokrasi kavramı ve laik sistem ile ilişkilerinde başlayan dönüşüm süreci, özellikle o güne kadar dindarlara “antropolojik nesne” muamelesi yapmakta ısrar eden seküler kesim tarafından bir şeffaflaşma süreci olarak değerlendirildi. Aslında söz konusu olan, İslamî hassasiyet sahibi kesimin sosyo-politik belirleyiciliğinin reddedilemez bir boyuta ulaşmış olmasıydı. Bu nedenle dikkatler, Siyasal İslam’ın ve onun toplumsal görünümlerinin üzerine odaklandı.
Sonuçta haricî şartların dayatmasıyla şeffaflaştığı sanılan Siyasal İslam, gerçekte ona daha dikkatli bakmaya başlayanların yeni şeyler algılamasını sağladı. Bir anlamda gözlerdeki perde hafifçe aralandı.
Türkiye’deki İslamî hareket açısından daha görünür hale gelmeyi ifade eden bu yeni sürecin elbette bir bedeli oldu. Nitekim 28 Şubat sonrası Siyasal İslam bu bedeli kısmen ödedi.
TSK ise bu şeffaflaşmayı İlker Başbuğ döneminde yapmaya çalışacak, ama büyük sıkıntılar da yaşayacak gibi görünüyor. Yeni iletişim stratejisi çerçevesinde, terör örgütünün Aktütün saldırısına dair ilk ağızdan bilgilendirme yapan Genelkurmay 2. Başkanı Hasan Iğsız, karakolların taşınmamasının nedeni olarak “mali sebepler”i gerekçe gösteriverdi. Hükümetten de hemen cevap geldi.
Bundan birkaç sene evvel olsa, bu tür bir açıklama, maazallah siyasi iktidarı topun ağzına koyardı. Fakat bu kez böyle olmadı; “Madem şeffaflaşıyorsunuz, o halde şu soruları cevaplayın!” dendi Genelkurmay’a ve bunaltıcı sorular art arda geldi. İlker Başbuğ’un ancak kışlada anlam ifade edecek olan sert çıkışı ise “O kadar da şeffaflaşmadık!” demeye geliyordu; ama artık ok yaydan çıktı.
İslamcılarınki daha çok dışarıdan bakanların algı konseptinin dönüşmesiydi; zaten var olan tartışma ve sorgulama potansiyelinin fark edilmesiydi. Ancak TSK örneğinde olduğu gibi, kendiliğinden değil de, haricî şartların zorlayıcı etkisiyle şeffaflaşmaya çalışan, geleneksel bakımdan yapıları buna müsait olmayan kurumlar için şeffaflaşmak, çok daha yüksek bedelleri olan bir süreçtir.
Üzerinizdeki zırhı çıkardıktan sonra, medyanın sürüklediği kamuoyu daha fazlasını isteyebilir. Hatta elbisenin ne kadarını çıkaracağınıza kendiniz karar veremez hale gelirseniz, şeffaflık bir etik soruna da dönüşebilir.
Şeffaflık, karanlık kalmaktan iyidir. Ancak söylemin şeffaflaşması yetmez; bedelini ödemeyi de göze almak lazım.
Sert ve tehditkâr bir söylem de yeterince şeffaftır, öyle değil mi?
Bedeli ödenmemiş şeffaflık budur işte!
Tavsiye Et
Kara-Yalçın AK Gökçek’e karşı
Bu filmi bir yerden hatırlıyoruz ya da Amerika’yı -Ankara’yı- hep birlikte yeniden keşfedeceğiz.
Baştan söylemek gerekirse, Karayalçın-Gökçek rekabetinin iki kazananı olacak: Gökçek ve Baykal.
Gökçek’in kazanması, en somut anlamıyla seçimi kazanmak demektir.
Baykal ise bahsettiğimiz şeffaflaşma sürecinin işlemesi halinde CHP’nin bundan ancak “yok olarak” kazançlı çıkabileceğinin farkında ve şeffaflık taleplerini, her seferinde ortaya yeni piyonlar sürerek donduruyor. Yani Baykal gibi arızî bir faktörün frenlemesi nedeniyle henüz bu süreç CHP açısından başlamadı.
“Yok olarak kazançlı çıkmak” ise CHP’nin Baykalsız şeffaflaşmasıyla mümkün. Şöyle ki; süreç, kendiliğinden değil de dış etkenlerle başladığı takdirde CHP daha da küçülecek. Ancak irtifa kaybeden balonun, sepetteki gereksiz ağırlıklardan kurtulması gibi, Baykal’ın devre dışı kalması halinde CHP, bedeli ödenmiş bir şeffaflığa ulaşabilir. Bu da onun dönüşerek kısa vadede daha küçük, ama sağlıklı ve güçlü bir yapı haline gelmesi demektir.
Her parti büyük olacak diye bir kural yok; küçülerek şeffaflaşmadığınız takdirde, büyük ve karanlık kalmaya devam edeceksiniz. Yani uzatmaları oynayacak, kamuoyunu oyalayacaksınız.
Bir süredir Baykal’ın, “dürüst ve acımasız, ama namuslu politikacı Kılıçdaroğlu” figürüyle kamuoyunun talebine oyalama taktiğiyle cevap verdiği bir resim çıktı ortaya. Yerel seçim sathı mailine girilirken “her daim mağlup, ama dürüst politikacı Karayalçın” imajıyla da bu resmi etkili bir mağduriyet söylemi eşliğinde genişletmeye çalışıyor olsa gerek.
Kırılgan sesli sosyal demokrat Karayalçın, hem bu yönleriyle hem de gerçekçilikten uzak argümanlarıyla biraz müteveffa Karaoğlan’ı hatırlatmıyor mu?
Ne var ki, siyasette kaybedenler her zaman mağdur algılanmıyor. Ya da kazanmak için sadece mağdur olmak yeterli olmuyor.
Tavsiye Et
Taraf’a taraf olmanın alternatifi, Taraf’a cephe açmak mı?
Alper Görmüş’lerin Nokta dergisinin bir anlamda günlük devamı olan Taraf benzeri, “Türkiye’deki hedef kitlesi dar ama evrensel eğilimlerle uyumlu fikirleri olan” liberal basın organları her zaman kamuoyunda dikkat çekici oldu. Az satın alınan, fakat “gündem oluşturabilen” bu tür basın kuruluşları, aslında stratejik düşünen ve reel politiği kuralına göre uygulayabilen siyasi iktidarlar açısından pek verimli medya mecralarıdır.
Taraf’ın TSK’ya “demokrasi sınırları içerisinde” yönelttiği eleştirel yorumlar da zaman zaman manipülatif bilgiler üzerinden ilerleyebilir; nitekim Alper Görmüş’ün Aktüel’deki editörlük görevinden şık istifası da buna benzer bir durumdan kaynaklanmıştı.
Fakat bu durum, hükümetin Taraf’ın tam karşısına mevzilenmesini gerektirmez; zira Taraf’ın AK Parti tarafından “satışa getirildiği” izlenimi Doğan Grubu’nun elinde sıkı bir argüman haline geldi ve AK Parti’ye, Milli Görüş döneminden kalma “tatlı su demokratı” suçlaması yine yöneltildi.
Taraf ve asker kavgasında izlenmesi gereken ve paradoksal görünen iki ayrı strateji var:
Terörle mücadele konusunda başta ordu ile hükümet olmak üzere bütün kamuoyunun birlikte hareket ettiği ve terörün bu ülkedeki herkesin ortak düşmanı olduğu mesajının açık bir dille ifade edilmesi.
Taraf gazetesinin TSK ile ilgili Dağlıca ve Aktütün benzeri sıkıntılı konularda öne sürdüğü iddiaların hukuken üzerine gidilmesinin sağlanması.
Bu iki tavır aynı anda gösterilebildiği takdirde hem Doğan Grubu’nun tuzağına düşülmemiş, hem Taraf etrafında toplanan liberallerin entelektüel ve uluslararası boyutta etkili olan şartlı desteği küstürülmemiş, hem de TSK ile doğrudan bir cepheleşmeye gidilmemiş olacaktır.
En önemlisi, terörle mücadelede art arda verilen zafiyet görüntülerinin kaynağının kamuoyunda sorgulanması ve tartışılmasıyla, ülkenin maşeri vicdanı rahatlayacaktır.
Buradaki ince nokta, bir devlet duruşu sergileyerek, askeri ve onu sorgulayan kamuoyunu bile kuşatan bir “yerli söylem” üretmek ve tarafları cepheye almamak; ama aynı zamanda bazı şüphelerin halı altına süpürülmesine de müsaade etmemektir.
Tavsiye Et
Kademeli ve kontrollü şiddet!
Engin Çeber’i öldüren görevliler “kademeli ve kontrollü şiddet” uyguladıklarını iddia etmişler. Yani “Çeber’e de ‘standart işkence tarifesi’ uyguladık; ama merhum dayanıksız çıktı” demek istiyorlar.
Adamın üstüne çullanıp linç etmişsiniz işte!
Kademe ve kontrolmüş!
Tavsiye Et
Şemdinli saldırısı ile ilgili Savcı Ferhat Sarıkaya olayı, tarihe kanayan bir yara olarak geçmişti. Engin Çeber’in işkence sonucu ölümü nedeniyle Adalet Bakanı M. Ali Şahin’in özrü ise -sembolik olduğu ve Çeber’i geri getirmediği halde- devletin namusunu kurtaran bir hamle olarak tarihe geçecektir.
Tavsiye Et