Prof. Dr., Marmara Üniversitesi
Konuşan: Ali Aslan
Kürt sorununu nasıl tanımlıyorsunuz? Sosyo-ekonomik bir mesele mi? Kimlik ve devlete entegrasyon sorunu mu? Yoksa bir askerî güvenlik meselesi mi?
Hem sosyo-ekonomik bir mesele hem de devlete entegrasyon ve kimlik meselesi; ancak kesinlikle güvenlik meselesi değil. Bu meseleyi, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasının ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin daralan bir alanda kendini tanımlama ihtiyacının yarattığı sorunlardan biri olarak görmemiz lazım. Türklerin ve Kürtlerin kaynaşarak birlikte barış içinde yaşadığı zamanlar, elbette çatışmaların yaşandığı zamanlardan çok daha uzun. Zaman zaman isyanlar oldu. Bu isyanların sosyal, geleneklerle ilgili ve ekonomik nedenleri vardı ve hâlâ da var. Bu sorunu salt güvenlik meselesi olarak görmek ve “terörizm” olarak sınıflandırmak, devletin asimilasyon politikasının bir parçası. Bazı insanlar diyorlar ki, bu bir asimilasyon değil entegrasyon meselesi. Bunu inandırıcı bulmak mümkün değil.
Kürt sorununun önemli tarihî dönemeçleri olarak neleri görüyorsunuz?
Kürt hareketi Cumhuriyet’in ilk döneminden 1980’lere kadar lokal olarak bastırıldı. Ayrıca Anadolu’daki isyanlar yeterince siyasallaşamadı. 90’lardan sonra da, bir yanda Türkiye siyasetine hâkim olan laikçilik ve din eksenli muhafazakârlık karşıtlığı, diğer yanda da Türk-Sünni-erkek egemenliği ile Kürt-Alevi-kadın itilmişliği, sınıf mücadelesi ve emekle ilgili sorunları öteledi, gizledi. Kürtlerin son başkaldırıları, Türkiye’deki sol hareketin bir parçası olarak gelişti ve daha sonra şiddet eylemleriyle halkı çeşitli yerlerde terörize etmeyi kendine metot edindi. Hükümetlerin sürekli sınıfları reddetmesi, sınıflar arası menfaat çatışmasını görmezden gelmesi, sendikaların yolunu saptırmaya çalışması, emeğe yeterli değeri vermemesi, sosyal güvenlik yasaları üzerinde durmaması, bununla bağlantılı olarak demokratikleşmeyi ve özgürleşmeyi temin edememesi de bu işin büyümesine neden oldu. Özellikle “terör” kavramının 11 Eylül’le birlikte muğlaklaşması ve kapsamının genişletilmesi, Kürt sorununu daha da karmaşıklaştırdı. Meselenin sosyal, ekonomik ve kültürel sebeplerini sükunetle aramamıza engel oldu. Zaten arama alışkanlığımız da yoktu.
AK Parti hükümetinin, bürokratik ve askerî elitin aksine, Kürt meselesini sadece güvenlikten ibaret görmediği ve meselenin ekonomik ve siyasi boyutlarını kabul eder bir tutum sergilediği görüşüne katılıyor musunuz?
AK Parti hükümeti ile devlet elitleri arasında, yüzeysel ve göstermelik bir çatışma söz konusu. Bu, sınıfların ve emeğin varlığını reddetmenin, on yıllarca süren anti-komünizmin getirdiği nokta. Bugün gördüğümüz liberalizm, 17.-18. yüzyıldaki hak ve özgürlükler liberalizmi mi? Yoksa piyasayı kendi lehine kurtarma liberalizmi mi? Liberalizmin bugün geldiği nokta, yeni-muhafazakârlıkla birlikte faşizan bir nokta.
Nitekim geçen sene 1 Mayıs’ta gördük bunu. Büyük ülkelerin ve çok uluslu şirketlerin lehine döndürülen piyasanın da bu tür çatışmalara ihtiyacı olduğu kesin. Buna bir de kendi ülkesinde kültürel ve etnik olarak kimliğini gizleyerek yaşayan insanları, kimliğini gizlemeden politikaya katılmamayı yani demokratikleşememeyi eklediğinizde sonuç felaket oluyor. Hükümete sormalıyız, niye sosyal politikalara öncelik vermedi? Niye dört-beş tane Kürt enstitüsü kurmadı? Hükümetin AB açılımının Türkiye siyasetinde bir değişim getireceğini sanmıştık. Ama öyle olmadı.
Peki, Kürt seçmenlerin özellikle 2007 seçimlerinde AK Parti’ye yönelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Burada çaresiz kalan halkın, hükümeti kendisine daha yakın hissetmesi durumu var. Asayişle sindirilmiş bir halktan bahsediyoruz. İaneye de çok açık. Ayrıca yaşantı olarak muhafazakârlığa yatkın kesimlerin Kürt nüfusu içinde daha fazla olmasını da dikkate almalıyız.
Sınıfı merkeze alarak siyasi değerlendirmelerde bulunuyorsunuz. Peki, Türk ve Kürt işçi sınıfı neden bir araya gelemiyor?
O noktaya itildi. Öncelikle, bir linç kültürü geliştirildi. İkinci olarak, Türkiye’de sol hareketin hiçbir şekilde yeni gelişmelere ayak uyduramaması ve dünya ile bütünleşememesi sorunu var. Halklar arasına düşmanlık sokmak yeni değil. İş paylaşma yanı da var bunun. Esas mesele, resmî söylemin ve medya söyleminin, laiklik ile dinci muhafazakârlık ve daima haklı olan Türk-Sünni-erkek ile Kürt-Alevi-kadın bağlantısının üzerinde döndürülmesinin verdiği netice. Eğer bunu emek yönünde dönüştürebilen güçlü sosyal demokrat ya da sol bir örgütlenme olabilseydi ya da daha doğrusu Türkiye’de bu kadar azılı bir anti-komünizm olmasaydı, dayanışma gerçekleşebilirdi.
Son zamanlarda devletin Kürt sorununun çözümünde yanlış politikalar üretmekten ziyade sorunu çözmek istemediği yönünde argümanlar öne çıkıyor. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sorunu çözmek istemediğimiz doğru tabii. Kürtlük ve Türklük, laiklik ve dincilik, ordu yandaşlığı ve ordu karşıtlığı, darbeci ve darbeci olmayan gibi suni sorunlarla halkın gerçek sorunlarını gizlemeye çalışıyoruz. Ama nasıl çözeceğiz noktasına geldiğimiz zaman durup kalıyoruz. Piyasayla daha fazla entegre olarak, Barzani ve Talabani üzerinden ABD dayanışması içinde bütün düşmanlarımızı temizleme kavrayışıyla mı çözeceğiz?
Kürt halkının sözcülüğüne oynayan farklı gruplar var: PKK ve DTP. Kürt halkını hangisinin temsil ettiğini düşünüyorsunuz?
DTP gibi gözüküyor. Gibi gözüküyor diyorum, çünkü tam olarak inanmıyorum buna. Ama kadın hareketi ve mücadelesi konusunda gerçekten temsil ediyor.
Kürt gruplar arasındaki ayrışmalar nasıl etkiliyor bu mücadeleyi?
Türkler arasındaki ayrışmalar nasıl etkiliyorsa, onlarınki de aynı o şekilde. Onların içinde de liberaller, muhafazakârlar, Amerikan yanlıları, DTP’ye karşı olup da gene de sol görüşlü olanlar var. Dolayısıyla Kürt= DTP=PKK=terör gibi bir şey yok. Bireysellik ve kendini ifade etme kuvveti gelişti Kürt halkında. Onun için herkes birilerinin kuyruğuna takılmıyor.
Önümüzde DTP’ye yönelik kapatma davası var. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Kesinlikle kapatılmaması lazım, çok daha faşizan bir durum gelişebilir. Kapatılırsa demokrasi bir kez daha engellenmiş olur. Temsil adaletsizliği daha da belirginleşir. Zaten %10 barajından seksen takla atarak gelmiş bir parti. Son umutlar da kırılır ve şiddet eğilimi artar. Zaten ekonomik koşullar ona götürüyor. Dünya krize girmiş durumda.
Ülkenin Batı kısmında birçok Kürt işadamının olduğunu biliyoruz. Onların tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kan bağının olması ne fark eder ki? Ayrıca diyelim ki ben bir toprak ağasıyım, her türlü imkanım var. Ben rahatlıkla Kürtlüğümü yaşayabiliyor muyum? Anadilimi doğru dürüst öğrendim mi? Çocuğumla edebiyatçılarımız hakkında rahat konuşabiliyor muyum? Kitaplarımı önerebiliyor muyum? Bunlar özgüvenin temelleri. Kürt halkı için bunların varlığından bahsedemeyiz. Halkından kuşkulanan ve korkan bir devletimiz var. Kendi öğrencimizi düşman ilan ediyoruz, birini başörtü taktığı, öbürünü solcu olduğu için…
Paylaş
Tavsiye Et