IRAK’TA işgalin ilk aylarından itibaren en çok tartışılan husus “Amerikan güçlerinin çekilme tarihi” idi. Washington ile Bağdat arasındaki uzun pazarlıkların ardından nihayet 17 Kasım’da imzalanan anlaşmayla çekilme tarihi 2011 sonu olarak ilan edildi. Takvimin Bush cephesinin seçimleri kaybetmesinin hemen ardından ilanının, iki yıldır büyük bir uluslararası baskı altında bulunan ABD’nin iç ve dış nedenlerle azalan şansını daha fazla zorlayacak gücünün kalmamasıyla ilgili olduğu aşikâr.
Amerikan güçlerinin mevcudiyeti, işgalin ardından Ekim 2003’te BM Güvenlik Konseyi’nde zorlukla kabul edilen 1511 sayılı karar gereği yasallık(!) kazanmış ve bu, her yıl Irak hükümetinin talebiyle uzatılmıştı. İç baskılar nedeniyle iktidardan edilmesi an meselesi haline gelen Irak Başbakanı Nuri el-Maliki, 2007 sonunda işgal askerlerinin yasal statüsünün “son defa” uzatılmasını istemişti. 2008 boyunca çok sayıda taslak metin Bağdat ile Washington arasında gidip geldi ve nihayet toplam otuz maddeden oluşan anlaşma metni üzerinde ittifak sağlandı.
Pazarlıkların, Irak’ın egemenliği, Irak’ın komşularına saldırı için bir üs olup olmayacağı ve ABD askerlerinin çekilme takvimi gibi kritik maddelerde düğümlendiği anlaşmanın son hali özetle şöyle: ABD askerlerinin kullandığı tesisler dâhil, tüm toprak ve binaların Irak’ın malı olduğunu teyit eden 5. madde, bu tesislerdeki her türlü değişikliğin Irak hükümetine bildirilmesi ve anlaşmanın bitiminde hükümete iadesi şartını getiriyor. Tesislerin kullanımını öngören 6. madde egemenlik vurgusu yaparken, 10. madde ABD ordusunun özel şirketlerle sözleşmelerinin Irak yasalarına uygun yapılması zorunluluğunu getiriyor. 11. madde ABD ordusunun kendi haberleşme sistemini kullanmaya devam edeceğini, 12. madde askerlerin üsler dışında işleyecekleri suçlarda Irak yasalarına tabi oldukları, ancak Amerikan vatandaşlarının ABD’nin anayasal haklarına sahip olacağı hükmünü getiriyor. Keyfiliğin önüne geçmek için 22. maddede tüm tutuklamaların Irak yasalarına göre yapılacağı belirtilirken, 24. maddede tüm ABD birliklerinin 30 Haziran 2009’a kadar caddelerden, 31 Aralık 2011’e kadar da tüm Irak topraklarından çekileceği öngörülüyor.
ABD’nin Irak’ta dördü üs olmak üzere iki yüz askerî tesis ve kampı bulunuyor. Çekilme takviminin netleşmesinden sonra, geleceğe dönük olarak özellikle Kuzey Irak’ı merkez edinecek bu üslerin nasıl bir nitelik ve niceliğe sahip olacağını belirlemek için birkaç gizli/açık anlaşma daha yapılması kaçınılmaz.
Irak işgali salt cephede harcanan para itibarıyla ABD’ye 300 milyar dolara mal oldu. Dolaylı giderlerle birlikte savaşın maliyeti trilyon doları aştı. Hiç de kârlı görünmeyen böylesine büyük bir bedelin ödenmesi, kuşkusuz daha büyük jeopolitik ve stratejik hesaplar yapıldığını ispatlıyor. Bu nedenle anlaşma, sadece iki taraf arasındaki güvenlik ilişkilerini değil, küresel çekişmede bölgeye biçilen rolü anlama bakımından da ciddi bir parametre.
ABD, 1991’de Soğuk Savaş’ın sona ermesinden itibaren Polonya’dan başlayıp Hindistan’a kadar uzanan kenar kuşakta (Rimland) Irak’takiler hariç otuz beş tane askerî üs kurdu. Bu kuşakta Sovyet sonrası dönemde ortaya çıkan tüm stratejik boşluk alanlarını Bosna’dan Afganistan’a kadar dolduran ABD için bu hat üzerindeki en zayıf halka Ortadoğu’ydu. Bu anlaşma yasal zemin açısından ABD’nin bölgede rahat hareket etme imkanına kavuştuğunu gösteriyor.
Küresel çekişmede Orta Asya’da (özellikle Afganistan’da) ve Doğu Avrupa’da (özellikle füze sistemlerinin yerleştirileceği Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde) yaşanan yoğun diplomatik trafiğin yanı sıra, İran, Kuzey Kore, Gürcistan gibi lokal alanlardaki sorunlar, Irak’ı hayati bir unsur haline getiriyor. Bu bağlamda Rusya ve Çin gibi güçlerin bölgenin farklı aktörleriyle stratejik yakınlık kurma siyaseti, uydu aktörleri hayati hale getiriyor.
Irak’ın iç dinamikleri açısından baktığımızda, anlaşma konusunda yoğun pazarlıkların sürdüğü 2008 başından bu yana, on sekiz vilayetten on üçünde güvenliğin zaten Irak güçlerine devri tamamlanmıştı. Irak’ta en önemli gündem maddesi, ABD’nin çekilmesine kadar iktidar paylaşımının bitirilmesi. Silahlı gruplar ve Sadr hareketinin direnci bir kenara bırakıldığında, Irak’taki siyasi yelpazenin büyük bölümünün Amerikan varlığını Saddam sonrası yeniden yapılanmada “tahammül edilebilir” olarak gördükleri açık. Hatta son bir yıldır bu beklenti sebebiyle ülkede daha az bomba patladığı bile söylenebilir. Ancak şu anki durum bir “iç barış”tan ziyade “geçici ateşkes” olduğundan, bu ateşkesin en önemli garantörünün denklemden çıkmasıyla nasıl bir süreç yaşanacağı belirsiz. Yerel parlamento seçimleri, on sekiz vilayetten on dördünde 31 Ocak’ta yapılacak (Kürt bölgeleri ile Kerkük hariç). Bu seçimler, iktidar paylaşımında önemli bir ölçüt olacak ve Irak iç siyasetinin geleceğine ilişkin ipuçları verecek.
Siyasi egemenliğin yeniden tesis edilmeye çalışıldığı Irak’ta güvenlik birimlerinde yoğun bir çekişme yaşanacağı muhakkak. Şu ana kadar 254 bini askerî personel, diğerleri polis olmak üzere, eğitimi tamamlanan güvenlik personeli sayısı 600 bini aştı. Tamamına yakını Sünni aşiretlerden oluşan “Uyanış Hareketleri”nin orduya entegrasyonu sorunu ise henüz çözülmüş değil. 100 bine yakın silahlı üyenin beşte biri, Ekim’den itibaren ABD ordusu yerine Irak hükümetinden maaşlarını almaya başladı. Ancak büyük bölümü Baasçı olan bu hareketlerin Şii bürokrasinin hâkimiyetindeki güvenlik birimlerine katılması oldukça sancılı gelişmeleri beraberinde getirebilir. Kuzey’deki bağımsız Kürt silahlı güçleri de bir iç güvenlik sorunu olabilir.
Irak ordusunun teknolojik altyapısı da diğer bir mesele. Çünkü ABD, ne son anlaşmayla ne de bundan sonra yapılması beklenen diğer ikili anlaşmalarla, tüm askerî ve sivil altyapısını altüst ettiği Irak’a teknoloji transferi yapmaya niyetli. Çekilen askerlerle birlikte teknolojik ekipmanın da çekileceği ve sonrasında demode silahların Irak’a satılacağı kesin. Bu, ABD ve NATO silahlarına yeni bir müşteri anlamı taşıdığı kadar, Irak’ın uluslararası bağımlılık ilişkilerini de belirleyecektir. ABD üslerine yerleştirilecek olan füze sistemlerinin bu bağlamda Irak’a herhangi bir avantaj sağlamayacağı da ortada.
Anlaşma bölgesel güçler tarafından olumlu bir çekimserlikle karşılandı. Gelinen aşamada Irak içinde sahip olduğu avantajlı siyasi durumu riske atmak istemeyen İran, son anlaşmaya karşı olduğunu söylemekle birlikte iptali yönünde herhangi bir adım atmadı. Bu da en azından asgari beklentilerinin karşılandığını gösteriyor. Yine merkezî hükümetle yapılan ve Kuzey Irak’ın elini zayıflatan bu anlaşma, Türkiye’nin merkezî hükümetin güçlendirilmesi, ama Kuzey Irak’la da güçlü bağlar kurulması şeklinde özetlenebilecek yaklaşımını destekler mahiyette. Arap ülkeleri açısından ise anlaşma, üzerlerindeki yükü hafifletti ve ABD politikalarını taşıma yükünü Irak üzerine atarak kurtulacakları bir zemin oluşturdu.
Paylaş
Tavsiye Et