ORTADOĞU’DAKİ sorunların merkezinde duran “Filistin meselesi”nin sadece o topraklarla sınırlı olmadığını, temelinde siyasi, kültürel, ekonomik ve dinî boyutlar taşıyan köklü bir çekişmenin yattığını sürekli hatırlatmakta yarar var. Ortadoğu’yu anlamak için bölgedeki hemen her gelişmede karşımıza çıkan siyasi denklemi de dikkate almak gerekir. Tüm gelişmelerde, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın deyimiyle “Yeni Ortadoğu”yu kurmak üzere siyaset geliştiren güçlerle (ABD, İsrail ve AB), buna karşı mücadele veren direnç cephesi (İran, Suriye, Hizbullah, Hamas) ve iki taraf arasında orta yol bulmaya çalışan Türkiye gibi ılımlı denge güçlerinin birbirine karşı pozisyonları belirleyici.
Yukarıdaki iki tespiti ortaya koyduktan sonra Ortadoğu’da 2008’de öne çıkan beş farklı uzlaşma arayışını değerlendirmek daha kolay olacaktır. İç içe geçmiş durumdaki bu çabalar merkezden çevreye doğru şu şekilde diziliyor: El-Fetih-Hamas, Hamas-İsrail, el-Fetih-İsrail, Hizbullah-İsrail ve Suriye-İsrail.
Hamas ile el-Fetih arasında Mısır istihbaratının aracılığında yürütülen görüşmeler somut bir anlaşmayla sonuçlanmazken, Hamas ile İsrail arasındaki ateşkes ağır aksak ilerliyor. El-Fetih ile İsrail arasındaki doğrudan görüşmelerin yerinde saydığı bir sırada, Almanya’nın aracılığında Hizbullah ile İsrail arasındaki esir değişimi olumlu sonuçlanırken, Suriye ile İsrail arasındaki süreç ise Türkiye’nin arabuluculuğunda olumlu görünen bir hatta halen ilerliyor.
Ama bu uzlaşma arayışları, aynı zamanda bölgenin farklı sorunlarının da kesişim noktasındaki ortak aktörlerle bağlantılı. Bu sebeple Hamas ile el-Fetih arasındaki uzlaşma arayışını İsrail ve İran’dan, Hizbullah-İsrail esir değişimini Suriye ile ilgili süreçten ayrı düşünmek neredeyse imkansız. Hele İran ile İsrail arasında gerilimin en üst noktaya ulaştığı bir dönemde Hizbullah’ın geçen ayki adımı atması, İran-İsrail ilişkilerinde farklı kartların açılmış olmasının bir sonucundan başka bir şey değil.
Bu açıdan Temmuz ayının ortalarında yaşanan esir değişimi, Ortadoğu’daki askerî ve siyasi denklemi kuran aktörlerin pozisyonlarındaki gevşemeyi ifade eden boyutlar taşıyor. Hizbullah, İsrail ile 2006 yılında yaptığı savaştan kalan iki İsrailli askerin cesedini Tel Aviv’e teslim ederken, karşılığında 200 Lübnanlı ve Filistinlinin naaşlarının yanı sıra hâlâ hayatta olan 5 Lübnanlı tutukluyu da geri aldı. Böylece İsrail hapishanelerinde Hizbullah üyesi mahkum kalmadı.
Bu değişim, İsrail ile İran arasında son bir aydır yürütülen tırmandırma siyasetinin karşılıklı askerî tatbikatlarla gövde gösterisine dönüştüğü bir dönemde geldi. Zamanlama, aslında İran ve İsrail’in, bir cephede çatışma noktasına gelirken, başka bir cephede karşılıklı yumuşama ve tansiyonu düşürme ama bunu da geri adım atmadıkları mesajı vererek yapma ihtiyacıyla bağlantılı. Hemen ardından Türkiye’nin tam ortasında yer aldığı İran-Amerika nükleer pazarlıklarının birdenbire savaş söyleminden müzakere söylemine dönüşmesi geldi. Tüm bunların Suriye’nin İsrail’le yürüttüğü müzakerelerin sürdüğü bir dönemde olması, önümüzdeki süreçte Ortadoğu’da stratejik zemin kaymalarının yaşanabileceğinin güçlü işaretleri. Şu an gördüklerimiz, tüm yerel ve uluslararası aktörlerin değişen dengelere göre pozisyon alma hazırlığından başka bir şey değil.
Ortadoğu denklemini yansıtacak şekilde bölünmüş olan Lübnan’daki iç siyasi aktörlerin iktidar paylaşımı Hizbullah’ın razı olacağı bir formülle sonuçlanırken, bu değişim, İran’ın sadece Lübnan’da değil, Irak ve Körfez’deki pozisyonunu da sağlamlaştırmış olmasıyla doğrudan bağlantılı. Yani yukarıda sıralanan tüm bu değişimlerin temelinde, Yeni Ortadoğu cephesinin, muhalifleri tasfiye operasyonunun başarısızlıkla sonuçlanması ve (yerel siyasi pozisyonları itibarıyla) yeni hamle geliştirecek vakitlerinin olmaması yatıyor.
Hamas’ın, elindeki bir İsrail askerine karşılık serbest bırakılmasını talep ettiği Filistinli mahkumların keyfiyeti ve kemiyeti konusunda süren anlaşmazlık da tıpkı Hizbullah esir değişiminde olduğu gibi, karşılıklı aktörlerin argümanlarından daha çok, bölgesel aktörlerin ve özellikle Suriye ile pazarlıkların gidişatına göre şekillenecek. İsrail’in elinde halen 50 tanesi milletvekili olmak üzere 10 bine yakın Filistinli siyasi mahkum bulunuyor.
Öte yandan 100’den fazla Filistinli mahkumun cesetlerinin iadesini sağlayan Hizbullah’ın, yıllardır İsrail ile müzakere yürüten Filistin lideri Mahmud Abbas’tan daha fazla iş yaptığı konusundaki yaygın kanaat, Abbas’ın elini zayıflatmış durumda. Bu ise, baştan beri Abbas’ın elini güçlendirmeye çalışan İsrail’in hesaplarını olumsuz etkilediği kadar, Hamas karşısında el-Fetih yöneticilerini geri adım atmaya zorlayacaktır. Dolayısıyla kısa bir zaman sonra, Hamas ile el-Fetih arasındaki uzlaşma çabalarının olumlu neticelenmesini ve İsrail-Hamas esir değişimini beklemek sürpriz olmayacaktır.
Böylesi bir ortamda bölgesel ve uluslararası güçler pozisyonlarını gözden geçirmeye ihtiyaç duyuyor. Bölgede gelişmeler öylesine hızlı ilerliyor ki, oyun kurucuların soluklanıp iç siyasi dengeleri de tatmin edecek şekilde yeni bir söylem ve taktik geliştirmeleri hayati bir zorunluluk. Bu yönüyle Hamas ile İsrail arasındaki son ateşkes de, bir barış arayışından çok, karşılıklı zorunluluklardan doğmuş bir geçici soluklanma olarak değerlendirilmeli.
Irak’ta, Körfez’de, Filistin’de ve bölgesel ekonomide yaşanan çekişme, her şeyin Washington ve Tel Aviv’de hesaplandığı gibi gitmeyeceğini bir kez daha ispatladı. Bilhassa Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan gibi ılımlı güçlerin dengeleyici olarak oyun kurmadaki rolleri, tansiyonu düşürücü etki yapıyor ve köklü stratejik kırılmalar yerine yumuşak geçişe zemin hazırlıyor.
Ama bu karşılıklı geri adımların sağduyulu bir tepki ve politika getirmesini beklemek de bölge tarihini bilmemek olur. Şimdi kimi oyun kurucu güçlerin istemeyerek de olsa attıkları geri adımlara şahit olsak bile, bunun geçici bir durum olduğunu vurgulamak gerekir. İsrail’in siyasi ve askerî alanın dışına çıkarak, insani yardım konusunu bir silah olarak kullanma inadı halen sürüyor. İki yıldır ambargo altında tuttuğu Gazze’de geri teptiği halde, yardım kuruluşlarını hedef alarak bu kez çok cepheli mücadeleye giriştiği sinyallerini vermesi, önümüzdeki günlerde çok tartışılacak unsurlardan biri. Aralarında bazı Kızılay kurumlarının da bulunduğu 36 kuruluşu kapsayan listeye, Türkiye’nin saygın yardım kurumlarından bazılarının eklenmiş olması, İsrail’in alabildiğine geniş bir düşman algılaması ile farklı cephelerde yeni düşmanlıklar yaratmaktan vazgeçmediğini ortaya koyuyor.
Kısacası, bu geçici soluklanma dönemi sona erdiğinde, ki bu büyük ihtimalle 2009 başı olacaktır, insani yönün çok daha yoğun tartışıldığı gerilim sürecinin yeniden tırmanması beklenebilir.
Paylaş
Tavsiye Et