ABD’NİN başkenti Washington’daki bir grubun Türkiye’deki hükümetten bir şekilde kurtulma ya da en azından hükümetin hoşa gitmeyen bazı yönlerini(!) terbiye etme çabası bir türlü sona ermiyor. Türk-Amerikan ilişkilerinin farklı bir zemine oturmasını hazmedemeyen, patronaja alışmış bu kesimin oyunları bir türlü bitmek bilmiyor.
Ancak daha önce ellerinde laiklik, demokrasi, fundamentalizm, kadın hakları, Hamas, 1 Mart Tezkeresi gibi kozları olan bu grup, artık hükümeti dövmek için gerekçe bulmakta zorlanıyor. Bu çevre, kapatma davasının umdukları gibi sonuçlanmamasından dolayı iç siyaset kartını, AK Parti hükümetinin Suriye-İsrail arasında kolaylaştırıcı rolü oynamasıyla da Hamas kartını kaybetti. Bir ara koz olarak Türk-İran ilişkisini öne çıkaran bu isimler, 1 Mart Tezkeresi’nin reddini kullanmaktan ise hiç vazgeçmediler. Ancak Türkiye’nin sınır ötesi harekatı sırasında sergilediği çok taraflı diplomasi, yani Irak’taki merkezî hükümetin yanı sıra bölgesel Kürt yönetimi ile görüşmesi bu kozu da ortadan kaldırdı.
Gürcistan meselesi, tükenen kozları yerine yeni bir tane icat etme arayışındaki bu çevrelerin imdadına yetişti. Buna göre Türkiye’ye baskı yapmanın yeni yolu, “Türkiye, Rusya eksenine kayıyor” iddiasını dillendirmek. Gürcistan’ı kışkırtarak sonucu eline yüzüne bulaştıran bu çevrenin, şapkadan tavşan çıkartma düzeyinde bir Ali Cengiz oyunuyla, Gürcistan rezaletinin faturasını ödemek istemeyen Türkiye’yi “Rus Muhibbi” ilan etmesi kayda değer bir çaba. Böylece Türkiye bir anda Rusya ile bir olup ABD’yi dışlayan, güvenilmez, her an Rusya eksenine girebilecek, ABD’yi Karadeniz’den uzaklaştırıp Rusya’yı her işine karıştıran bir ülke haline geldi. Özetle Türkiye, Washington’ın Rus fobisinin hatırına, bir anda Rusya yörüngesinde şer eksenine oturtulmuş oldu. Her ne kadar takdire şayan bir deneme olsa da artık bu iddianın sınırları zorladığını birçok kişi, en azından siyasi karar alıcılar görebiliyor. Belki de bu nedenle, Türkiye’yi yakından tanıyan Ulusal Güvenlik Konseyi’nin iki numaralı ismi James Jeffrey, ABD Senatosu’nda Ankara’ya büyükelçi olarak atanmasının onaylanma oturumunda yaptığı konuşmada tam tersi görüşleri dile getirerek, “Türkiye’nin, Gürcistan’daki krize cevap verme noktasında oldukça hızlı davranan; Gürcistan’ın toprak bütünlüğü, egemenliği ve bağımsızlığına destek konusunda sesi çıkan bir ülke olduğu”nu söyledi.
Türkiye’nin Rus eksenine girdiği iddiaları aslında oldukça yeni Washington’da. İlk denemeyi Başbakan Tayyip Erdoğan’ı Rusya eski Devlet Başkanı Vladimir Putin’e benzeterek Michael Rubin yapmıştı. Ancak kışkırtıcı yazılarıyla Türkiye’de de yakından tanınan Rubin’in asıl derdi, Türkiye’nin Rusya’ya yakınlaştığını iddia etmek değildi. O sadece “Erdoğan hakkında nasıl korkutucu bir imaj oluştururum” kaygısıyla Putin örneğini vermiş, bunu da “iki ülke yakınlaştığı” değil, “her iki liderin de muhaliflere acımasız davrandığı” iddiasıyla gerçekleştirmişti. Rubin’in derdi, Putin’in otoriter yönetiminden kaygılanan ABD elitlerine, Erdoğan’da da benzer eğilimler olduğu, haliyle daha fazla büyümeden harcanması gerektiği mesajını vermekti. Ancak şu anda piyasaya sürülen Rusya hikayesinin niteliği bundan oldukça farklı.
Yeni senaryo Rusya’nın Gürcistan’ı işgali ile gündeme geldi ilk defa. Türkiye’yi yeteri kadar hızlı davranmamakla eleştiren bu kesim, Türkiye’nin Gürcistan’a destek vermediğini savundu. Gelişmeler sonrasında Türkiye’nin öncülük ettiği bölge ülkelerini bir araya getirmeyi amaçlayan Kafkasya İşbirliği Platformu’na, ABD’nin davet edilmemesi gerekçe gösterilerek Kafkas ülkelerinin Türkiye eliyle Rusya’ya peşkeş çekildiği iddiaları ortaya atıldı. Bu iddiaları perçinleyen bir başka gelişme ise Türkiye ile ABD arasında yaşanan “Gemi Krizi” oldu. Fransa’nın aracılık ettiği Gürcü-Rus ateşkesini müteakiben ABD’nin Karadeniz’e yüksek tonajlı savaş gemileriyle girerek Gürcistan’a insani yardım götürme talebi, Türkiye tarafından Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne aykırı olduğu gerekçesiyle reddedildi. Her ne kadar Türkiye, Montrö’ye uygun olarak yapılan daha sonraki talebi değerlendirip kabul etse de, Pentagon tarafından dile getirilen ilk talep reddedildiğinden, bahsettiğimiz grup ilk talebin uygunsuzluğuna bakmaksızın olayı “Türkiye ABD gemilerini Karadeniz’e sokmuyor!” şeklinde sundu. Oysa işin aslını bu grup içinde yer alan isimler yakından biliyordu. Zira Türkiye’nin uyarısı üzerine harekete geçen ABD Dışişleri, Pentagon’a Montrö’yü ve Türkiye’nin argümanlarını anlatmış, zaten nihai anlaşma da Pentagon’un ilk talebinden vazgeçmesi üzerine sağlanabilmişti. Bu temel argümanlara, Türkiye’nin Nabucco doğalgaz hattını engellemeye çalıştığı iddiası gibi, ABD elitinin sinir uçlarını oynatan başka yan iddialar da eklenebilir. Nabucco’yu Avrupa’nın Rus etkisinden kurtulması için zorunlu bir hamle olarak gören ABD siyasi elitleri ve enerji lobisi için, bu hamlenin gerisinde bir Türk-Rus komplosu olduğunu düşünmek bir sonraki doğal adım olacaktır.
Bu iddialarda işin ucu yıllardır Türkiye’ye Ermenistan ile diplomatik ilişkiye geçmesi için telkinde bulunan çevrelerin, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ermenistan ziyaretini, Rus projesi olarak sunmasına kadar vardı. Şöyle ki, doğalgazı Rusya’dan Gürcistan üzerinden alan Ermenistan, ilişkiler düzelirse Türkiye’den alacak, böylece Rusya da Gürcistan’ı müttefiki Ermenistan’a zarar vermeden cezalandırmış olacak. Bu çerçeve biraz daha ileri götürülerek Erdoğan-Gül ikilisi Putin-Medvedev ikilisine benzetilince daire tamamlanmış oluyor. Zira bu benzetmeyle birlikte sadece “Türkiye, Rus eksenine kayıyor” iddiası değil, aynı zamanda “Türkiye’nin otoriterleştiği” iddiası da iletilmiş oluyor muhataplara.
Türkiye’de yakın zamanda Rus eksenini stratejik çözüm olarak sunanların Ergenekon operasyonu ile tasfiye edildiği bir dönemde bütün bu iddialar ilk bakışta son derece saçma gibi görünebilir. Washington’da yukarıdaki iddiaları seslendiren çevrenin, Ergenekon operasyonunda gözaltına alınan ulusalcı/Rus sempatizanı çevreyle yakın teması olduğu hatırlanırsa iddiaların saçmalığı daha da anlaşılmış olur. Ancak bu tür iddiaların saçma olmaları, değersiz oldukları anlamına gelmez. Daha önce birçok saçma iddia bu şekilde kullanılabilmişti. Buna karşılık Türkiye’nin şu anda iki büyük şansı var. İlki, bahsi geçen çevrenin yakın zamanda George Bush’un, daha doğrusu Dick Cheney’nin gitmesi ile beraber etkisizleşecek olması. İkinci şansı ise daha önce itinayla hükümet-silahlı kuvvetler ayrımı yapan bu çevrenin, şimdilerde bu ayrımı yapmayarak asker-sivil tüm çevreleri Rusya’nın dümen suyuna girmekle suçluyor olmaları. Her ne kadar işin silahlı kuvvetler kısmına vurgu yapılmamaya çalışılsa da, Türk-Rus donanma komutanlarının Karadeniz’de bir gemide bir araya gelmesini kendilerine meydan okuma olarak algılayanların bunu bir kenara yazdığını not etmekte fayda var. Bu çevrenin bu defa Türkiye’deki her kesimi hedef almaları işlerini biraz zorlaştıracak. Zira Gürcistan’da olduğu gibi, yanlış hesap hep Bağdat’tan dönüyor.
Paylaş
Tavsiye Et