Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (December 2008) > Türkiye Ekonomi > Bankacınız bıyıklı mı olsun, bıyıksız mı?
Türkiye Ekonomi
Bankacınız bıyıklı mı olsun, bıyıksız mı?
Ömer Faruk Güler

SON zamanlarda yabancı bankaların sistemdeki paylarının artması kamuoyunda tartışmalara neden oluyor. Bu tartışmalarda kullanılan söylemlerin önemli bir kısmı tepkisellikten öteye gidemiyor. Bu tarz bir refleksin ardında tarihî tecrübeler ve uzun yıllar kapalı kalmış bir ekonominin alışkanlıklarının bulunduğunu söylemek mümkün. Dolayısıyla konuya yaklaşımda ideolojik, psikolojik, siyasi, stratejik, toplumsal vb. gerekçelerin kullanılması anlamsız değil. Neticede bu mesele sadece iktisadi boyuta indirgenemez. Kaldı ki yabancı sermayenin iktisadi faydası boyutunda da önemli soru işaretleri var.
Aslında yabancı bankalara ilişkin tartışmalar bir açıdan geç kalmış tartışmalar. Zira atı alan Üsküdar’ı geçti; tasarruf-yatırım dengesini bir türlü oturtamayan ülkemiz bu açığını uzun zamandır yabancı sermayeyle karşılıyor. Üstelik yabancı sermayenin önemli bir kısmı sıcak para şeklinde tabir edilen kısa vadeli portföy yatırımlarından oluşmakta. Yurtdışı yerleşiklerin bu çerçevedeki yatırımları bugün kabaca 60 milyar dolar tutarında. Para ve sermaye piyasalarında da bıyıklı yabancıların (yerli yatırımcılar) belirleyici konumları bıyıksız yabancılara (yabancı yatırımcılar) geçti. Ayrıca bizim gibi genelde sığ finansal piyasalara sahip ülkelerde yabancı sermayenin ani çıkışları genellikle sorunlu olmuştur. Gelişmekte olan ülkelerin son on beş yıllık kriz tecrübesi bu ilişkiyi yeterince kanıtlıyor. Bu açıdan yaklaşıldığında aslında banka sahiplerinin bıyıklı mı bıyıksız mı olacağını tartışmak anlamsız görünüyor. Zira bıyıksız yabancılar küresel likiditenin bolluğu sayesinde uzun bir süredir misafirimiz. Şimdilik Türk misafirperverliğinden de oldukça hoşnutlar.
Yabancı sermaye söz konusu olduğunda tercih daima, doğrudan yabancı sermayeden yana olur. Cari açığın finansmanında en kaliteli araçtır doğrudan yabancı yatırımlar. Yabancı sermayenin ülkede kalıcı olması, iş ve istihdam yaratması doğrudan yatırımlarla mümkündür. Türkiye uzun yıllar bu bakımdan oldukça şanssızdı. Ekonominin son yıllarda gösterdiği istikrar sayesinde, özelleştirmelerin de desteğinde, yabancı sermayenin dikkati çekilebildi. Bu açıdan yaklaşıldığında diğer sektörlerde olduğu gibi bankacılık sektöründe de yabancı sermayenin artması şaşırtıcı değil. Tam tersine bu, beklenen ve arzu edilen bir gelişmeydi. Diğer gelişmekte olan ülkeler de benzer süreçleri tecrübe ettiler. Latin Amerika ve Doğu Avrupa ülkelerinin çoğunda bankacılık sektöründe yabancı sermayenin payı %40’lardan başlıyor.
Yabancı sermayenin soru işaretleri oluşturduğu nokta, strateji meselesi. Bu argümana göre bazı sektörlerin bu ülke için gelecekteki önemi büyüktür. Dolayısıyla stratejik öneme sahip sektörler yabancı sermayeye dikkatle açılmalıdır; çok açılmamasında ise fayda vardır. Kontrol bizde kalmalıdır. Bu gerekçeler bize korumacılık döneminden miras. Belki de imparatorluk döneminden. Ancak şu var ki Türkiye, gümrük duvarlarının ardında uluslararası rekabete hazır ‘yerli’ şirketler ve sektörler oluşturamadı. Şimdi ise işimiz çok daha zor.
Bankalar özel kurumlardır. Kıt olan tasarrufların etkin ve verimli kullanılmasını sağlarlar. Bizim gibi dış finansmanda bankalara bağımlı finansal piyasalarda bankaların rolü daha da önemlidir. Bankacılık sistemimiz 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren yabancı sermayeye açılmaya başladı. Bu dönemde yabancı bankalar bilgi, teknoloji, yönetim, ürün ve hizmet yelpazesiyle bankacılık sektörüne canlılık getirdi. Rekabetin ve kalitenin artmasına katkıda bulundu. Ancak sektördeki büyüklükleri son yıllara kadar marjinal kaldı. Dönemin cazip yatırım aracı olan hazine kağıtlarını satın almak için çok sayıda şubeye ihtiyaç da yoktu.
Yabancı bankaların gelişlerinde bir diğer önemli neden de pazarın büyüklüğü. Türkiye, ekonomisi ve nüfusuyla sürekli büyüyen, potansiyeli yüksek, kısaca kârlı bir ülke. Son yıllardaki istikrar ortamı bu cazibeyi daha da artırmış görünüyor. Yabancı sermayeye verilen özel önem de bu durumun nedenlerinden biri kuşkusuz. Bununla birlikte bankacılıkta yabancı sermayenin artan ağırlığı, bazı konularda dikkatli olmamızı gerektiriyor.
Bu konuların başında yabancı bankaların çoğunlukla büyük şirketlere kredi verme eğilimleri geliyor. Türkiye’de de yabancı bankalar ağırlıklı olarak kredibilitesi daha yüksek olan en büyük 500 şirkete kredi kullandırmaya özen gösterirler. Son yıllarda sektörde artan ağırlıkları paralelinde bireysel bankacılık faaliyetleri de ağırlık kazandı. Ancak genel kanı küçük ve orta ölçekli işletmelerin bu pastadaki paylarının artmadığı, tersine azaldığı yönünde. Bu işletmelerin Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerde ne kadar önemli olduğu hatırlandığında ilave finansman kaynaklarının bulunması hayati önem taşıyor. Üstelik Basel II uygulamaları yakın bir gelecekte KOBİ’lerin bankalardan fon kullanımını daha da sınırlandırabilecek.
Dikkatli olmamız gereken ikinci konu da, yabancı bankaların ülkemiz koşullarından bağımsız olarak kredi hacmini azaltıp artırmasının söz konusu olması. Her şeyin iyiye gittiği dönemlerde de yabancı bankalar kredi hacmini daraltmak durumunda kalabilecek. Bunun önemli bir nedeni kendi ülkelerindeki ya da ana bankalarında işlerin ters gitmesi olacak. Bu durumda sıcak parada yoğun bir şekilde yaşadığımız kırılganlıklar kredi piyasasında da geçerli olacak. Kuşkusuz bunun tersi olumlu durumlar da söz konusu.
Üçüncü bir nokta ise, yabancı bankaların sektörü domine etmelerinin ardından rekabeti artırmaktan ziyade azaltıcı role soyunmaları ihtimali. Bilindiği gibi Türk bankacılık sektörü temelde oligopol bir piyasa. İstenilen düzeyde rekabet ortamı oluşmadığından büyük yabancı bankaların girişiyle birlikte oligopol yapının daha da kemikleşip kâr marjlarının artmasıyla sonuçlanma ihtimali yüksek. Bu durumda hem bireyler hem de şirketler uzun vadede yüksek maliyetlerle karşılaşacak demektir.
Dördüncü olarak, 1998’de Rusya’da ve 2001’de Arjantin’de tecrübe edildiği gibi yabancı bankaların krizlerde istikrar sağlayıcı rollerinin zayıf olduğunu gözden kaçırmamamız gerekiyor. Bu anlamda yerli bankaların katılımı ve desteği yabancılara göre daha yapıcı.
Son olarak yabancıların banka satın almalarından ziyade banka kurmaya teşvik edilmelerinin, gerek istihdam gerekse daha düşük kredi maliyetleri açısından daha iyi sonuç verdiğini unutmamamız gerekiyor. Bunu tüm doğrudan yabancı yatırımlar için söylemek mümkün.
Biz aslında soruları çoğu kez yanlış soruyoruz. Bu meseleyi anlamak için “Yabancı bankalar iyi mi kötü mü?” sorusu yerinde bir soru değil. Asıl sorulması gereken yerli ve yabancı sermaye arasında fark olup olmadığı belki de. Bu farkı borsacılar bıyıklı ve bıyıksız yabancı şeklinde ortaya koymuşlardı bir ara. Kim bilir belki de bir bıyık kadar fark vardır aralarında. Yerliliğimizin küresel ölçekteki ifadesi de bu olsa gerek.


Paylaş Tavsiye Et