Arap Basını
Çeviri: Hatice Boynukalın Şenkardeşler
Gazeteci Muntazar Zeydi’nin Bağdat’ta ABD Başkanı George W. Bush’a fırlattığı ayakkabı, Irak’ın geçirdiği üzücü bir yıla komik bir kapanış hazırladı. Amerikalılar ve Avrupalılar tarafından bir insanın yüzüne ayakkabı fırlatılması, Doğu kültürünün aksine, hakaretin son sınırı olarak kabul edilmiyor. Ancak meydana gelen bu hadisenin çok önemli anlamlar içerdiği muhakkak.
Bu eylemin ABD’lilere söylemek istediği şu: “Sizin yalnızca hata olarak adlandırdığınız şeyler, bizim açımızdan kasıtlı olarak işlenmiş suçlar olarak algılanmakta. Ülkemizi işgalinizin, Saddam’ın zalim ve totaliter korku cumhuriyetini sona erdirdiği doğrudur. Ancak bu işgal, geçmiş yönetimin kalıntıları üzerine bölücü, yıkıcı, yolsuzluklara boğulmuş ‘cumhuriyetler’ kurmuş ve sonu gelmeyen mezhep kavgaları ile etnik çatışmalara yol açmıştır.”
Bush bu son ziyaretinde, Irak Savaşı’nın “ABD’nin güvenliği, Irak’ın umudu ve dünya barışı için gerekli” olduğunu tekrarladı ve güvenlik anlaşmasını “özgür bir toplumun inşası için Irak halkına bir yardım ve ABD’nin dostluğunun bir kanıtı” olarak niteledi. Dolayısıyla Zeydi’nin ayakkabısı, Bush’un sarf ettiği bu iddialı cümlelere karşı güçlü bir itiraz niteliğinde.
Gerçekten de Irak halkı yarım yüzyıldır özgürlük rüyası görüyor, demokrasi hayali kuruyor. Ancak ABD’nin altı yıldır süregelen işgalinin gerçek hedefi özgürlük değil. Zira işgalin, kitleleri özgürleştirmek yerine imha ettiği gayet açık.
Tavsiye Et
Arap Basını
Çeviri: Hatice Boynukalın Şenkardeşler
Bir ayakkabının tarihin akışını değiştirip değiştirmeyeceği sorusu şaka gibi gelse de ortaya çıkan tablo oldukça dikkat çekici. Zira bu eylemin Arap halkları arasında gördüğü büyük destek, pek çok gerçeğin ortaya çıkmasına sebebiyet verdi.
Bunların ilki, ulusal onurun “su yüzüne çıkmayan” bölge siyasetinde önemli bir rol oynadığı gerçeğinin deklare edilmesi. Ayrıca bu durum psikolojik bir vaka değil; olayın iç yüzünü anlamak için uzman psikologların görüşlerine başvurmak gerekmez. Bu, bölge halklarının kimliklerinin bir parçası durumundaki kendilerine özgü toplumsal bilinçlerinin ve keskin hafızaya sahip olmalarının tezahürü. İşte bu kimlik onları bağımsızlıklarından ve özsaygılarından ödün vermemeye itiyor.
İkinci olarak, son altı yıldır fertlerin özgürlüğü ile devlet ve ulusun özgürlüğü kavramlarının arasını ayırma çabaları boşa çıktı. Demokrasi talepleri bazı Arap toplumlarında gerçekten yükselen değer haline gelse de, bölge halkları için bağımsızlık ve ulusal özgürlük hâlâ oldukça önemli.
Bazı Batılı yorumcular, Arap ülkelerinde ferdî özgürlük ile ulusal özgürlük fenomenleri arasındaki bu sıkı bağın devamını, ABD ve İsrail tarafından gerçekleştirilen işgallerin yalnızca devletleri hezimete uğratmasına bağlıyor. İşgaller Arap toplumlarını yenemedi. Oysa İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya ve Japonya hem devlet hem de toplum olarak yenilgiye uğramışlardı. Dolayısıyla bu durum, ABD işgal güçleri için sıfırdan bir toplum yaratmak yolunda büyük kolaylık sağlamıştı.
İnce bir analiz olsa da bunlar, vakayı açıklamak için yeterli değil. Her iki özgürlüğün birbiriyle iç içe geçmesine etki eden başka etkenlerin bulunduğu açık: Arap toplumlarının güçlü ulusal bilinci ve az önce işaret ettiğimiz toplumsal hafızaları. Yine halen hüküm sürmekte olan Arap ülkelerinin alternatif yerel kimlikler oluşturmada yetersiz kalması ve tabii Bush yönetiminin Irak’ta ve Arap topraklarında yaptığı büyük hatalar.
Üçüncü olarak, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından beri bölgenin kaderi üzerinde İsrail, ABD ve “ılımlı” Arap hükümetlerinin yegane söz sahibi olması, sadece yoksulluğun artması, Arap ekonomisinin baltalanması ve kimlik krizinin derinleşmesine yol açtı. Bu durum Arap Ortadoğu’sunun tıpkı 7., 12., 19. ve 20. yüzyıllarda olduğu gibi boşluğa düşmesine ve bir kahraman arayışına yönelmesine neden oldu. Usame bin Ladin bu rolü oynayabileceğini düşündü. Ancak şiddet içeren eylemleri ve dar idelojisi bölgeye daha fazla işgal ve yıkım getirdi.
Muntazar Zeydi’nin ayakkabısı ise ne bölgenin güç dengesini ne de tarihin gidişatını değiştirecektir. Ancak Arap bölgesinin içinde bulunduğu halin böyle devam etmeyeceğini ve mutlaka bir değişime gebe olduğunu düşünenlerin eline daha kuvvetli bir argüman sunacağını söylemek mümkün.
Peki, bu doğum nasıl gerçekleşecek? Belki de bu sorunun cevabı Muntazar Zeydi’nin zihninde gizli.
Tavsiye Et
Amerikan Basını Los Angeles Times
Çeviri: Burcu Anatay
Eğer birine bir şey atacaksanız; ayakkabı, el bombası veya hava bombardımanından daha iyi bir tercihtir. Bağdat’taki basın toplantısı sırasında ayakkabılarının ikisini de Başkan Bush’a fırlatan Iraklı gazeteci Muntazar Zeydi’yi savunuyor değilim. Hedef ne kadar kışkırtıcı olursa olsun, gazetecilerin sevmedikleri kişilere sert cisimler yerine iğneli sözler savurmaları beklenir.
Yine de endişelenmeyin. Bütün bunlar Bush’un güneşli küçük evreninde bir titremeye yol açtı o kadar. Bush sadece Zeydi’nin ayakkabılarını fırlatması dolayısıyla şaşırdığını dile getirdi. Zeydi’nin Iraklı görevliler tarafından dövülmesi ve yerlerde sürüklenmesinin ardından muhabirlere neşeli bir şekilde, “Bu şahsın niçin böyle davrandığını bilmediği”ni söyledi.
Zeydi’nin sözlerini Başkan’a tercüme ederken muhtemelen kimse fazla endişelenmemiştir. Zeydi ilk ayakkabısını fırlatırken, “Bu sana Iraklıların bir hediyesi; bu bir veda busesi, seni köpek!” diye bağırdı. Zeydi ikinci ayakkabısını savururken ise daha açıktı: “Bu da dullardan, yetimlerden ve Irak’ta öldürülen insanlardan!” Iraklı olsun ya da olmasın insanların çoğunluğu, aslında ayakkabı fırlatılmasını benimsemesek bile, Zeydi’yi neyin harekete geçirdiğini, görevi bitmekte olan Başkan’dan daha iyi anlamış olmalı.
ABD’nin Irak müdahalesi ve işgali, 25 milyonluk bir nüfus içerisinde, 89.892 ile 1,3 milyon arasında (sayılar tartışmalıdır) Iraklı sivilin ölümüne yol açan bir çatışma sarmalını tetikledi. Dolayısıyla bir Iraklının Bush’a biraz kin duyabileceğini görebilmek için fazla hayal gücüne gerek yok. Zeydi’nin dünyanın büyük kısmında bir anda kahramana dönüşmesini anlamak da oldukça kolay.
Arap ve İslam dünyasında, pankartlarla birlikte ayakkabılarını havaya kaldırıp sallayan heyecanlı kalabalıklar, Zeydi’nin hemen serbest bırakılması ve Amerika politikalarının hızla değişmesi çağrısı yapıyorlar. Dünyanın -ABD’den daha yoksul ve daha güçsüz olan- büyük çoğunluğuna, Bush dönemindeki ABD, açgözlü ve kabadayı bir ülke gibi görünüyor. Bu yüzden de çok sayıda insanın Zeydi’ye öykünmesi ve onun gibi Bush’a ayakkabılarını, hatta el bombası gibi daha öldürücü şeyleri atmaktan memnuniyet duyması da sürpriz olmayacaktır.
Zira oralarda çok büyük bir öfke var. Bu öfkenin bir kısmı Bush’a, bir kısmı ABD’ye, bir kısmı da gücü olduğu düşünülen veya güçlü olanlarla ittifak yapan veyahut da güçlüler için önem taşıyan herkese yöneliyor. Kasım ayında Hindistan’ın finans merkezi Mumbai’ye yönelik terörist saldırıları düzenleyenler arasında yer alan 21 yaşındaki Pakistanlı Azam Emir ile Zeydi’nin hikayesini bir karşılaştırın. Bazı açılardan Zeydi’ninkine benzeyen Emir’in hikayesi, adaletsizlik ve ümitsizlik örnekleriyle dolu. Tek fark onun öfkesini çok daha ölümcül bir şekilde ortaya koyması.
Emir’in, Pakistan’ın Pencap eyaletinde yer alan, çok az kişinin okuma-yazma bildiği, neredeyse herkesin umutsuz bir şekilde yoksul olduğu ve refaha ulaşma fırsatlarının hemen hemen hiç bulunmadığı Feridkot isimli küçük bir kasabada büyüdüğü belirtildi. Emir 2005’te evden kaçmış. Hayatını kazanmayı başaramayan genç, 2007’de Leşker-i Tayyibe isimli örgüt tarafından devşirilmiş.
Emir, bu örgütün eğitim programları içerisinde kendi küçük yoksulluğunu, Hindistan’ın, İsrail’in ve ABD’nin sebep olduğu daha büyük adaletsizliklere bağlamayı öğrendi. Sonunda da Leşker’in eğittiği diğer dokuz gençle birlikte Mumbai’ye geldi. Ancak onlar hedeflerine ayakkabı yerine el bombaları atıp ardından da kurşun yağdırdı, aralarında İsrailli ve Amerikalıların da yer aldığı 170’ten fazla insanı öldürdüler.
Şüphesiz bu yeni bir hikaye değil. Bugünün dünyasında öfke ve güçsüzlük, giderek daha yaygın bir şekilde, üzerlerine saklanan bir bomba ve rastgele seçilen bir hedef vasıtasıyla ifade ediliyor: Filistinli çocuklar tarafından İsrail tanklarına atılan molotof kokteylleri ve taşlar, Mumbai’deki teröristlerin el bombaları, patlayıcı yüklü bedenlerini insanlarla dolu mekanlara fırlatan intihar bombacıları bunun örnekleri.
Çelişkili olsa da, belki tam da bu yüzden, ayakkabı fırlatan Zeydi’den ve onun halk kahramanı haline gelmesinden neredeyse neşeleniyorum. Zeydi, yoldan geçen Amerikan konvoyuna bir el bombası atabilir veya bir intihar bombacısı kılığına bürünüp kendini Bağdat’taki Yeşil Bölge’ye fırlatabilirdi.
Ama o bunların hiçbirini yapmadı. Sembolizm yüklü ama gerçekte kendisinden başka kimse için tehlike arz etmeyen (Gizli Servis ajanları onu vurmadıkları için şanslıydı) bir hareket yaptı; ayakkabılarını fırlattı.
Yalnızca ayakkabı fırlatmak için hapsedilmeyi ve ölmeyi göze almak suretiyle, benzer durumdaki güçlü ve güçsüzlere de, tek bir sembolik hareketin bin tane el bombasından daha etkili olabileceğini hatırlatmış oldu.
Tavsiye Et