Binnaz Hanım’ın ellerine sağlık.
“Kız evi, naz evi” dememiş, kolları sıvamış.
Öyle bir sıvamış ki ortaya harika denilecek sonuçları saçmış, sıralamış.
Siz bakmayın “saçmalamış” diyenlerin kuru gürültüsüne.
Onların işine gelmiyor araştırmanın sonuçları.
İçlerinde insana “pes doğrusu” dedirtecek örnekler bile var.
21 Aralık 2008 tarihli Türkiye Beyaz Türklerindir gazetesinin Pazar ekinde kendisine sorulmuş;
“Sizi en çok tedirgin eden, pes doğrusu dediğiniz örnek hangisi?” Binnaz Hanım cevaplamış;
“Bir gün üniversitede bir hoca 90 kişilik sınıfta notlarınızı yüksek sesle okuyacağım, itiraz eden kalksın diyor. Bir çocuk da hocam ben daha iyi not bekliyordum diye kalkıyor. Kürsüye çağırıyor, hoca çocuğun sigara içtiğini ve oruç tutmadığını anlıyor, eliyle itiyor ve ‘Ulan sana dokundum, mekruh oldum’ diyor.”
Kendisine bu olay nakledilince Binnaz Hanım “pes doğrusu” demiş. Ben de okuyunca “pes doğrusu” dedim.
Dergide beraber çalıştığımız, mahalle baskısının olmadığı yalanına sığınan ama mesai saatleri içerisinde namaza gitmeye üşenmeyip üstümde baskı kurmaktan zevk alan o tiplerden birine gösterdim gazeteyi.
“Baksana” dedim, “Sizin taifeden biri oruçsuz bir çocuğa dokunmuş mekruh olmuş, bunu da mı inkar edeceksin?”
İster inanın ister inanmayın, “Ulan sana dokundum, mekruh oldum” cümlesini okuyunca dilinden hangi ifade döküldü biliyor musunuz? “Pes doğrusu”!
HOCA
Sonra, “Bunu nakleden hoca mıymış?” diye sordu bana.
“Binnaz Hanım’a nakleden kim onu bilmiyorum ama gazeteciye bunu anlatan bizzat Binnaz Hanım’ın kendisi” dedim.
“Kendisi hocadır” dedim.
“Ama sizin bildiğiniz hocalardan değil” dedim.
“Üniversite de öğretim görevlisi.
Üstelik profesör” dedim.
Kendisi ile dalga geçtiğimi anladı mı, bilmiyorum.
“Çok belli zaten” diye mukabelede bulundu, çekti gitti.
Alın size günde defalarcasına maruz kaldığımız, ama farkına dahi varmadığımız baskılara bir örnek daha!
“Nerede?” diyeceksiniz.
Cümlenin doğrusu şu olacaktı:
“Çok belli zaten” diye karşılık verdi, çekti gitti.
Ama dergide, gazetede, otobüste, sokakta, bu nursuz tipli adamlarla otura otura benim de bazen dilim bozuluyor.
Nasıl diyeyim, Prof. Binnaz Hanım’ın deyimiyle dilim mekruh oluyor.
Mukabele dedim de aklıma geldi:
Bizim dergideki tipin benzerleri bir ricada bulunacaklarında dikkat ediyorum hep “müsaade eder misiniz”i kullanıyorlar.
Bazıları belki bu tercihi onların efendiliklerine, çelebiliklerine yoracaklardır. Ben öyle düşünmüyorum.
Binnaz Hanım’ın da öyle düşündüğünü sanmıyorum.
Bence bu güruhun “izin verir misiniz” dememelerinde büyük bir stratejik adım gizli.
Bir kere her fırsatta işyerinden izin almaya pek düşkün bir karakterleri var, bu bir.
Ama asla ve asla “izindeyiz” mottosunu kullanmak istemiyorlar, bu iki.
Bizim gibilerin izinden gitmek istemiyorlar, bu üç.
İzin istediklerinde vermediğimizi, ileride de vermeyeceğimizi biliyorlar, bu dört.
Müsaade sözcüğünün başının MÜSİAD’ı, sonunun Saadet Partisi’ni çağrıştırdığının bal gibi farkındalar, bu beş.
MÜSİAD’ı, Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği diye âleme yutturduklarını sanıyorlar, bu altı.
Esas açılımın Müslüman Sanayici ve İşadamları Derneği olduğunun bal gibi farkındayız, bu da yedi.
Abarttığımı düşünebilirsiniz.
Üstün yeteneklerimle bu tahlili sonsuza kadar uzatabileceğimi biliyorsunuz.
Ama arife değil Prof. olan birine bile bu kadar örnek yeter diyorum.
Binnaz Hanım’ın araştırmasından daha da dehşetengiz bir gizli baskı örneğini gözler önüne sereceğim.
Aslında bu baskı bilmem şu kadar tirajla gözünüzün önünde.
Ama her zaman söylerim:
Görmeye göz, söylemeye söz ister.
Biliyorsunuz bu adamların her halleri, her tavırları bize ters.
Siz sokakta öylesine yaşayan beşerler, onların bu davranışlarının tersliklerinden ileri geldiğini düşünebilirsiniz.
Araştırmacı gazetecilikse bambaşka bir yetenek işidir.
Üstün gayret ve çaba gerektirir.
Tabii ki kifayet miktarınca sosyoloji, psikoloji, dâhilî ve haricî siyaset, tarih, edebiyat, arkeoloji, mühendislik, jeoloji, psikiyatri, iletişim, coğrafya, ilahiyat eğitimi, bilgisi, becerisi ve uzmanlığı gerektirir.
Ancak bütün bu dallarda uzmanlaşmış ve köşe yazarı olabilmiş bir üstün insan sokaktaki fanilerden bambaşka gözlüklerle bakacaktır dünyaya.
Ve Davud gibi salacaktır gökkubbeye avazını.
Ki Binnaz Hanım’ınki gibi bir hoş sada olsun.
Birtakım cısss ilişkilere dokunsun.
Dokununca da mekruh olsun.
Torba dolsun, araştırma olsun.
TERSLİK
İşte aynı sosyolojik araştırmacı ruhunu kendime esas alarak, ilahiyatçı ve tarihçi yanımı yedeğimde bulundurarak, gazeteci yanımı konuşturarak iddia ediyorum ki bu baskıcı tiplerin terslikleri bizatihi tersliklerinden gelmez.
Kültürel kökenlerinden ileri gelir.
Sözlü kültür çoktan tarih olduğu için bu zevatın davranış kodları yazılı kültürden kaynaklanır.
Herkes bilmezse de, Binnaz Hanım’ın bildiğine inanıyorum.
Ötekilerin metinleri sağdan sola okunur.
Bizim metinlerimiz soldan sağa okunur.
Sadece bu meselenin doğurduğu problemler üstüne onlarca cilt kitap yazılabilir.
Ben sadece bir iki hususa işaret etmekle yetineceğim.
Ötekiler yüzyıllarca Elif Be diye başladılar.
İnkılap yaptık.
“Muasır medeniyet AB diye okunacak diyor, oku” dedik.
Tarihle bağlarını kestik, kültürle bağlarını kestik.
“Bağımızı kesmiyoruz” diyenleri kestik.
Ne oldu?
Şimdi onlar “AB istiyoruz” diyorlar.
Biz “AB istemiyoruz” diyoruz.
Her iki taraf için de dramatik bir durum, kabul ediyorum.
Benim araştırmalarım sonucu dehşete düştüğüm durum şu:
Onca zaman geçti.
Zaman diye bir gazete çıktı.
Bazı safdiller Türkiye’nin Time’ı zannedebilirler.
Okuyun Zaman’ı tersten. Ne olur?
Namaz olur.
Avrupa Yakası’nın Dursun’u olsa Binnaz Hanım’a şöyle derdi:
Ne oldi, rengin soldi.
Neticede Avrupa Yakası’nda kendisi kalabilmiş tek karakter.
İddia ediyorum benim araştırmamın sonucu, Binnaz Hanım’ın araştırmasından daha da dehşet verici.
Sadece bu taife böyle deseniz, değil.
Taraf diye bir gazete çıktı. Ta’yı atarsanız sadece raf kalıyor.
“Çağın ruhuna uygun, tamam” diyorsunuz.
Ama T’sini atıyorsunuz kalıyor size araf.
Buyur buradan yak, o da dinî içerikli.
Akşam’ı ele alalım.
Şam’ı atsan ak kalıyor.
Ak’ı atsan Şam kalıyor.
Sözde hükümete muhalefet eden gazete.
Ama Cumhuriyet’in Cumhur’unu at.
Elinde kalıyor saçma sapan bir iyet.
Niyetini bozup gazeteyi kendi ellerinle bombalıyorsun.
Millet tehlikenin farkına varsın diye.
Yine bir şey değişmiyor.
Hürriyet’in durumu da ondan farklı değil.
Hür’ü çıkar elinde hiçbir şey kalmıyor.
MAKLUBE
Bunları tersten okusan sadece gülersin.
Zaman’ı tersten okuyunca ise sizi bilmem ama benim içimden ağlamak geliyor.
Adamlarsa oturup topluca Maklube yiyorlar cemaat evlerinde.
Binnaz Hanım “Makrube diye bir halt yiyorlarmış ama öyle bir yemeği bilene rastlamadık” diyor.
Bir defa makrube değil, maklube.
Yani altı üstüne getirilmiş kazan.
Yani kazana inkılap yaptırıyor adamlar.
Kazanda sadece pilav var zannediyorsun.
Bir çeviriyorsun.
Altı silme et çıkıyor.
Kralın kulesi gibi duruyor koca maklube sofrada.
Sonra herkes kaşıkla bir saldırıyor kaleye.
Ortada kale male kalmıyor.
Gördüğünüz gibi adamların yemesi içmesi bile ters.
TESBİHAT
Bir de tesbihatın ne manaya geldiğini anlamamış Binnaz Hanım.
Onda anlamayacak ne var?
Ayıralım hemen; Tesbih-at.
Dünyanın en kudretli adamına ayakkabı atan adam, bunu hangi alıştırma ile yaptı zannediyorsunuz.
Bunların işi gücü tesbihat.
Tespih çekenlerin parmaklarına ömrüm boyunca dikkat etmişimdir.
Sanki mermisi hiç bitmeyen bir kalaşnikofun tetiğini çeker gibidirler.
Biteviye çekerler.
Tam teröristler.
Oltu taşından sert tespihleri düşünün.
Hele turistler için üretildiği söylenen her biri futbol topu büyüklüğünde taneleri olan dev tespihleri.
Bence misket bombasından bile tehlikeli o tespihler.
Suikastçının ayakkabısını Sn. Bush’un alnının ortasına isabet ettirememesinin de bir sebebi var.
Bakıyorum atış talimi sırasında tetik düşürür gibi tespih çekenlerin çoğunun gözleri kapalı.
Boyunlarını bükmüşler, kafalarını öne eğmişler.
Nereye nişan aldıklarını bilmiyorum.
Be geri zekalılar, atış yapacağınız düşmana, ötekine baksanıza.
Neticede eline bir fırsat geçer onu da heba eder geçersin.
Bak elin İsraillisi öyle boşa atıyor mu?
Attığını vuruyor.
SON SÖZ
Dünya kınayacak, İsrail vuracak!
Dünya kınayacak, İsrail vuracak!
Paylaş
Tavsiye Et