ABD’NİN yeni başkanı Barack Obama özellikle ekonomik kriz bağlamında son derece önem atfettiği bir misyon olarak, ülkesinin İslam dünyasıyla ilişkilerini tamir etmekte kararlı. ABD’nin Müslüman halklar nezdinde sahip olduğu imaj sorununun, Irak ve Afganistan’ın işgalleri bir tarafa, temelde iki nedeni var: demokratik olmayan rejimlere verdiği destek ve Filistin konusundaki taraflı tutumu. Bu iki konuda somut adımlar atılmadığı sürece, Beyaz Saray’da Hüseyin Obama da otursa, Washington İslam dünyasında sahip olduğu olumsuz imajı izale edemez. Elbette Obama, Guantanamo’nun kapatılması gibi ciddi bazı adımlar attı, İran’a “Nevruz dalı” uzattı ve Filistin konusunda ilk defa Yahudi geçmişe sahip olmayan bir özel elçi atadı. Ancak bu adımların hiçbiri ABD’nin Türkiye ile ilişkilerinin rayına oturtulması kadar önemli değil.
Obama’nın hem Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü hem de Başbakan Tayyip Erdoğan’ı ayrı ayrı arayıp, iyi dileklerini ve birlikte çalışma arzusunu iletmesini ve Türkiye’yi Kuzey Amerika dışında ziyaret edeceği ilk ülke olarak seçmesini, bu çerçevede yorumlamak gerekir. Türkiye, Obama için bir fırsat alanı açıyor. Türkiye’yle dostane ilişkilerin devamı ve derinleştirilmesi Ortadoğu’ya ve İslam dünyasına ABD’nin demokrasiden yana olduğuna dair güçlü bir mesaj verecektir. Açıkçası Filistin konusunda öne çıkan ve Ortadoğu’da Müslüman kamuoyunun nabzını kendi rejimlerinden daha iyi tutan bir ülke olarak Türkiye, yeni Amerikan yönetiminin Ortadoğu’da kenara itmeyi aklından geçiremeyeceği bir ülke haline gelmiştir. Davos krizi sonrasında, Türkiye’nin hızla Batı’dan uzaklaştığı şeklinde gerek ülke içinde gerekse dışında bir propaganda kampanyası başlatılmış; İsrail lobisiyle ittifak halinde bulunan bir güruh, hükümeti ABD’ye şikayet eden sayısız makale kaleme almıştı. Obama ve etrafındaki realist kanat ise Başbakan’a açılan telefonla, bütün bu kampanyayı reddettiğini ortaya koyduğu gibi Türkiye’nin jeokültürel gücünü de teslim etti.
11 Eylül olaylarıyla ve Irak Savaşı’yla birlikte ABD’yi giderek içine alan mali kriz, Washington açısından Ortadoğu’da işlerin Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi süremeyeceğinin göstergesi. ABD küreselleşen bir Ortadoğu’yu baskıcı rejimler aracılığıyla yönetmede artık yolun sonuna geldiğini anlamış durumda. Soğuk Savaş kalıntısı bir ekibin etkin olduğu Bush döneminde ABD bu yeni sistemin kodlarını doğru okumadı; ulus-devlet sonrası şartlara devletçi bir tepki vererek dönüşümü dondurmak istedi ve gelişmeleri emperyal yayılmacılığı için bir fırsat alanı olarak kullandı. ABD’de şimdi yeni bir yönetim var işbaşında. Kendisi de bir anlamıyla küreselleşmenin ürünü olan Obama’nın yönetimindeki ABD bu kodları doğru okuyabilir ve muhatabının Soğuk Savaş kalıntısı rejimler değil, dışlanmış sosyal güçler olduğunu görebilirse İslam dünyasında demokratikleşmeye doğru mukadder siyasi dönüşümün daha yumuşak yaşanmasını sağlayabilir. İşte Türkiye’nin farkı burada ortaya çıkıyor.
ABD’nin Ortadoğu’da masrafları kısma çabalarının önemli bir boyutunu Irak’tan geri çekilme düşüncesi oluşturuyor. Irak’tan geri çekilişin sorunsuz olarak gerçekleşmesi, bundan daha önemlisi, Amerikan askerlerinin çekilmesinden sonra bu ülkenin birlik ve istikrarının sağlanmasında ABD’nin Türkiye’ye ciddi ölçüde ihtiyacı olacak. Türkiye’nin Filistin halkı nezdinde sahip olduğu imaj, Filistin sorununun çözümünde Ankara’yı ihmal edilemez hale getirdi. Hakeza Afganistan’ın istikrara kavuşturulmasında ABD Türkiye’den yararlanmak istiyor. Obama’nın Türkiye’nin Ortadoğu, Kafkasya ve Afganistan’da üstlendiği liderliğe atıfta bulunması, ABD’deki İsrail lobisinden etkilenmeyen realist çevrelerin Türkiye’nin yumuşak gücünden yararlanmak istediklerini gösteriyor.
Obama’nın telefonlarının ve ziyaretinin Cumhurbaşkanı Gül’ün Rusya’ya yaptığı çok başarılı ziyaretin ardından gerçekleşmesi de Türkiye’nin bölgesinde artan gücünün ve bu gücüne paralel gerçekleşen yapısal değişikliklerin de kabulüdür. Osmanlı ve Türkiye dış politikasının Batı’yla kurduğu stratejik ittifakların temel nedeni olan Rusya, bugün Türkiye’nin en önemli ticaret ortağı haline geldi. Aynı şekilde İran, Irak ve Suriye gibi bölge ülkelerinin Türkiye ekonomisindeki önemi giderek artıyor.
Bu çerçevede Obama yönetimi ile açılacak yeni sayfada Türkiye’nin en önemli talebi dış ticaret olmalıdır. Ankara’nın özellikle tekstil alanında ABD’nin empoze ettiği kotaların kaldırılması konusunda daha fazla talepkâr olması gerekiyor. Soğuk Savaş döneminde ve sonrasında Türkiye, ABD’yle olan stratejik ilişkilerinden ticari anlamda faydalanamadı. Bunun en önemli nedeni sivil iktidarların darbe tehdidi karşısında kendilerini ABD’yle pazarlık yapacak kadar kudretli hissetmeyişleriydi. ABD’ye karşı bir başka zayıflık kaynağı ise Ermeni soykırımı karar tasarısıydı. ABD ve İsrail lobisi yıllarca bu kozu çok iyi kullanarak Türkiye’den istedikleri tavizi kopardı. Bugün ise ABD’nin karşısında demokratik ve dolayısıyla pazarlık masasında eli çok daha güçlü bir Türkiye var. Eğer Obama 24 Nisan’da yapacağı konuşmada Ermeni olaylarını bir soykırım olarak nitelendirmeyi seçerse bunun elbette ciddi neticeleri olacaktır. Bu neticeleri düşünmek ise öncelikle Amerikan tarafının görevidir.
ABD Türkiye açısından elbette hiçbir şekilde ihmal edilemeyecek bir ülke. Özellikle kendisini İsrail’den bağımsızlaştırarak daha realist bir çizgiye oturtmuş ve demokrasimizi tehdit etmeyen bir ABD ile asli çıkarlarımız birçok alanda uyum gösteriyor. Buna mukabil Rusya ile Balkanlar ve Kafkaslarda çok ciddi çıkar çatışmalarımız var. Rusya’ya yakın olmak zorunda kalan bir Türkiye’nin bu bölgelerde manevra kabiliyeti kısıtlı olacak, örneğin Kosova ve Çeçenistan söz konusu olduğunda sesini kısmak zorunda kalacaktır. Ancak geleneksel Türk dış politikasındaki Rusya nüfuz bölgesine karşı denge arayışı önemli ölçüde hâlâ geçerli olsa da Türkiye, son yıllarda izlediği çok boyutlu dış politika ile gösterdiği gibi artık bütün dış politikasını bir dış ittifaka indirgeyemeyecek bir ülke haline gelmiştir.
Türkiye’nin en önemli siyasi ikili ilişkisinin muhatabı olan ABD’yle ilişkileri tam bağımsızlık ve demokrasi temeline oturtulmalı, bu ilişki Türkiye’nin Ortadoğu’daki bağımsız diplomasisine gölge düşürmemelidir. Türkiye artık ABD’nin ve Batı’nın uydusu olarak kalacak bir ülke olmaktan çıkmış, aktif diplomasisiyle Ortadoğu’da sokakların nabzını tutan ve yönetimlerin hesabını ona göre yaptığı bir ülke haline gelmiştir. Artık ABD’nin başında farklı bir lider olduğu gibi, ABD’nin karşısında da farklı bir Türkiye var: daha dinamik, daha dışa açık, kendine güvenen, çok daha demokratik ve sivil. Bu özgüven sadece bir dış politika dinamizmini değil, Türk insanının yeni kimliğini de yansıtıyor. Obama yönetimi bu coğrafyada demokrasiden ve insan haklarından yana olduğunu göstermek şartıyla Türkiye’yle ve Türkiye nezdinde İslam dünyasıyla ilişkilerde ülkesi adına yeni bir başlangıç yapabilir.
Paylaş
Tavsiye Et