Yönetmen-Senaryo: Mahsun Kırmızıgül Oyuncular: Mahsun Kırmızıgül, Altan Erkekli
Yapım: Türkiye, 2009, 120 dk.
Mahsun Kırmızıgül’ün Beyaz Melek (2007)’ten sonra ikinci yönetmenlik denemesi olan Güneşi Gördüm, Güneydoğu’da askerin emriyle köylerini boşaltan ve bir kısmı İstanbul’da şansını denerken diğerlerinin de umudu Norveç’te aradığı kalabalık bir ailenin öyküsüne odaklanıyor. Beş kız çocuğun ardından istediği oğula sahip olan Ramo, bir oğlu askere giderken diğeri dağa çıkmış Davut, sert mizaçlı Mamo ve onun kendini hep kız gibi hissetmiş erkek kardeşi Kadri filmin merkezinde yer alıyorlar.
Güneşi Gördüm, son otuz yıldır, on binlerce insanın ölümüne ve bir o kadarının zorunlu göç uygulamasıyla evlerinden sürülmelerine neden olan, neredeyse her bir ailenin verdiği kayıplarla psikolojik, sosyolojik ve hatta iktisadi açıdan ülkenin en temel problemi olan Kürt meselesine dair söz söylemeye çalışan bir film. Ancak bunda ne kadar başarılı olduğu tartışılır. Zira kendisi de tümüyle bir “popüler kültür” ürünü olan Kırmızıgül, Kürt meselesine dair söylenebilecek tüm önemli şeyleri de önceki filminden alışık olduğumuz “yoğun duygusal ajitasyon”la, “politik doğruculuğa” kurban ediyor. Kendisinin Doğu kökenli olması ise hiç de onun meseleye sahih bir yaklaşıma sahip olacağının delili değil. Zira yaklaşık on sene önce Magazin Gazetecileri Derneği Ödül Töreni’nde “Kürtçe şarkıma klip çekeceğim” dediği için adeta lince tabii tutulan Ahmet Kaya’ya karşı “Onuncu Yıl Marşı”nı söyleyen bir “pop figür”den bahsediyoruz.
Kırmızıgül’ün “bu samimiyet”inden nasibini alan film de aslında Kürt meselesinin yanına aldığı terör, mültecilik, köyden kente göç, cinsiyet ayrımcılığı gibi konuların hakkını vermekten çok, her birini “melodramatik öğeler” olarak kullanmayı hedefleyen bir yapıya bürünüyor. Öyle ki senaryo adeta “seyirciyi en çok nasıl ağlatabilirim?” sorusundan yola çıkılarak yazılmış gibi. Erkek çocuğu olmayan baba, görme özürlü bir dede, zihin özürlü bir kız çocuğu, mayın nedeniyle bacağını kaybetmiş bir genç, şehirde travesti olan erkek kardeş ve gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinden takip edebileceğiniz bir sürü dramatik olay filmde resmî geçit yapıyor. Çocuk oyunculara da her sahne başında olabildiğince fazla ağlamaları söylenmiş olsa gerek ki, özellikle çocukların oynadığı sahnelerde bundan kaynaklanan ciddi devamlılık hataları göze çarpıyor.
Bütün bunların ötesinde filmin Kürt meselesine dair sahih bir yaklaşım getirdiğini söylemek de nerdeyse imkansız. Zira Kürt meselesini travesti olan erkek kardeşin yaşadığı baskı ile birleştirerek meselenin kaynağındaki “erilliği” işaret eden, çözümün otoriter devlet baba figüründen değil, şefkat elini uzatan devlet ana ve tüm analar üzerinden geleceğini iddia ederek tersinde bir cinsiyet ayrımcılığına yaslanan film, bu süreçte kadınların da en az erkekler kadar politize olduğunu ıskalıyor. Filmin “yerliliği” ise bilhassa İstanbul’a gelip de giderek ufalan aileye karşılık, Norveç’e gidip “üzerine güneş doğan” aile üzerinden yapılan “Avrupa güzellemesi”nde kendini aşikâr kılıyor. /Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen-Senaryo: François Truffaut Oyuncular: Jean-Pierre Lèaud, Patrick Auffray
Yapım: Fransa, 1959, 94 dk.
Fransızcada “okulu kırmak” anlamına gelen 400 Darbe, okuldan ve ilgisiz ailesinden kaçmaya çalışan küçük bir çocuğun hikayesini anlatır. Dokuz yaşındaki Antoine, ceza olarak aldığı ödevi yapamadığı için arkadaşı René ile birlikte okulu kırar. Öğleden sonra sokakta annesini yabancı bir erkekle birlikte görünce yıkılan Antoine, arkadaşıyla birlikte kaçıp denize ulaşmak ve orada yaşamayı hedefler; fakat hiçbir şey istedikleri gibi gitmez.
Cahiers du Cinema dergisinde yazdığı yazılarla Fransız Yeni Dalga sinemasının öncülerinden olan François Truffaut, bir çocuğun gözünden sistemi ve toplumsal yapıyı eleştirdiği otobiyografik nitelikteki bu filminde, bizzat ürettiği auteur (yazar yönetmen) teorisini her yönüyle pratiğe döker. Hareketli kamera ve gerçek mekan kullanımı ile Hollywood hegemonyasına meydan okuyan 400 Darbe, Fransız sinemasının en önemli yapıtları arasında yer alıyor. /Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen: Darren Aronofsky Senaryo: Robert D. Siegel
Oyuncular: Mickey Rourke, Marisa Tomei
Yapım: ABD, 2008, 115 dk.
Randy ya da “Koç” artık yaşlanmıştır. Okul salonlarında dövüşerek geçimini sağlayan eski güreşçi yalnız başına bir karavanda yaşar. Üniversiteye giden kızı ile ilişkisi sorunlu olan Randy, bir dövüşün sonunda geçirdiği kalp krizi ile hayatında değerli olan şeyleri yeniden gözden geçirir. Market ve şarküterilerde çalışmaya başlar. Senelerdir görmezden geldiği kızı ve kişisel hazlarını giderdiği Cassidy’yi hayatına dâhil etmeye çalışır. Ancak kızı, bunca sene sonra hayatına geri dönmeye çalışan babasına tepkilidir. Kızı ile randevusunu unutan baba bunca yılın üzerine elde ettiği fırsatı kaçırır ve kızı ile olan tüm iletişimi kesilir. Cassidy, Randy’yi sevse de koşulları, birlikte olmalarını engeller. Kalp krizi ile bir silkelenme yaşayan güreşçi sevdiklerini etrafına toplayamayacağını anladığında doktorun dövüşmemesini söylemesine rağmen ringlere geri dönme kararı alır. Son dövüşü Randy’nin bile bile intiharı olur. Efsanevi güreşçi, son maçında veda konuşmasının ardından meşhur Randy hamlesini yapar ve ringlere veda eder.
Yıkıldıktan sonra yeniden ayağa kalkma hikayelerini Hollywood, özellikle 80’lerde sıklıkla kullandı. Darren Aronofsky ise Randy’yi şöhretin doruklarında, kendi hayatı altında ezilen biri olarak anlatıyor. Sevenleri ile yaşlanmış birçok ünlü isim gibi, hayatını şov yaptığı arenada sonlandırma hikayesi Randy’ninki. Şampiyon, geleneksel Hollywood trüklerine sadık bir yapıda ilerliyor. Sinema tarihinden birçok film gözlerinizin önünden geçerken Aranofsky’nin neden bu filmi çekmiş olabileceğini düşünüyorsunuz. Eleştirel iki noktası olan film, kahramanı halkın içinde çiziyor. Fildişi kulesinden çıkıp, halkın arasına karışan güreşçi, benzerlerine göre oldukça mütevazı bir yaşam seçiyor. İkinci nokta ise, film, kahramanın yükselişi ile bitse de yönetmen açık bir son tercih ediyor. Hastalığı ile insani duyarlılıklarını hatırlayan Randy, sorgulamadan zafiyetleri ile donattığı hayatını rayına sokmaya çalışıyor ve ne kadar geç kaldığını fark ediyor. Amerikan güreşinin danışıklı dövüşlerine tanıklık ederken şiddet noktasını zorlayan yönetmen, kan içinde kalan ringde, kendi bayrağı ile boğmaya çalıştığı Ayetullah adlı İran’lı güreşçi üzerinden Randy’ye jübilesini yaptırıyor. Bilindik kahramanlık hikayesi üzerinde minimal oynamalar yapan Aronofsky, en sert çıkışını Ayetullah ile Randy’nin dövüşünde yapıyor. Dramatik yapısını ezbere bildiğimiz film seyirciye alternatif bir senaryo sunmuyor ve hatta vasat sayılabilecek bir yapıda ilerliyor. Aronofsky imzası taşıyan Şampiyon, klasik bir yaşlanan ve hastalanan sporcu öyküsü, fazlasını beklememek gerekli. / Esra Bulut
Tavsiye Et