Söyleşi: Z. Tuba KOR
Son dönemde Anayasa değişikliği tartışmalarıyla başörtüsü konusu tekrar gündeme oturdu. Daha önce “Türban siyasi bir simgedir” söylemi hâkimdi; ancak son dönemde tartışmalar dinî boyuta da taşındı. Başta ana muhalefet olmak üzere çeşitli kesimler “İslam’da türban diye bir şey yok, nereden çıktı? Yeni bir din mi geldi?” şeklinde yorumlar yaptılar. Keza “İslam’da başörtüsü yoktur; Yahudi veya Arap geleneğinden gelmiştir” gibi yorumlara da şahit olduk. Bu tartışmalardan yola çıkarak, örtünme anlayışının tarih boyunca başta Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam olmak üzere çeşitli dinlerde izlediği seyri, metafizik olarak örtünmenin temel dayanaklarını, modernleşme ve sekülerleşmeyle birlikte Batı’da örtünme anlayışında yaşanan kırılmayı ve bunun üç büyük din bağlamında örtünme pratiklerine yansımasını, Türkiye’deki başörtüsü-türban ayrımı başta olmak üzere son dönemde yapılan tartışmaları ve yorumları İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Şinasi Gündüz’le konuştuk.
Pek çok uluslararası yayın ve etkinlikte yer alan, bugüne kadar 40 makalesi ve 35 tebliği yayımlanan Gündüz’ün bazı önemli eserleri şunlar: Sâbiîler Son Gnostikler; Dinlerde Yükseliş Motifleri; Din ve İnanç Sözlüğü; Mitoloji ile İnanç Arasında: Ortadoğu Dinsel Gelenekleri Üzerine Yazılar; Pavlus: Hıristiyanlığın Mimarı; Misyonerlik: Hıristiyan Misyonerler, Yöntemleri ve Türkiye’ye Yönelik Faaliyetleri; Küresel Sorunlar ve Din; Anadolu’da Paganizm: Antik Dönemde Harran ve Urfa.
Tarih boyunca farklı dinlerdeki örtünme anlayışları hakkında bilgi verebilir misiniz? Gerek kadınlar gerekse erkekler için örtünmenin özellikle metafizik olarak temel dayanakları nelerdir?
Öncelikle İslam’la aynı coğrafyada doğan ve gelişen Yahudilik ve Hıristiyanlıkla başlayalım. Her iki dinde de, tıpkı İslam’da olduğu gibi, örtünme bizzat kutsal metinlerde yer alır. Bu çerçevede geçmişten günümüze bu dinî geleneklerde, en azından Ortodoks yorumlarında, örtüye önem verildiğini görüyoruz. Mesela Yahudilikte erkeklerin başlarını örtmeleri, seçilmiş olma inancının, İsrailoğullarına yönelik Tanrı’nın ilahî ahdinin bir gereği olarak düşünülür. Erkekler başlarını en azından “kipa” denilen küçük takkeye benzeyen şeyle mutlaka örterler. “Kipa”nın dışında “tallit” denilen baştan aşağıya doğru atılan bir dua şalı özellikle ibadetler esnasında bütün Yahudi erkekler tarafından kullanılır. Kadınların örtüsüne gelince, Yahudilikte kadınların başlarını örtmeleri dinî bir emirdir, yükümlülüktür. Günümüzde özellikle Ortodoks Yahudiler içerisindeki bazı gruplar, bütün hanımların başlarının örtülü olması gerektiğini savunurlar. Bundan dolayı Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan dindar Yahudi hanımlar, birazda oradaki kültür ve geleneğin etkisiyle başörtüsü yerine peruk kullanırlar. Ama Ortadoğu’da, özellikle de İsrail’de yaşayan Yahudi hanımlar, başlarını bizim anladığımız şekilde bir başörtüsüyle örterler. Kısaca Yahudilikte başı örtme Tanrı’ya verilen ahde saygının bir ifadesidir.
Yahudiliğin kültürel ve tarihsel mirası üzerine gelişen bir dinî gelenek olan Hıristiyanlığa gelirsek, Hıristiyanlığın kutsal kitabı olan Yeni Ahit metinleri arasında bulunan Pavlus’un mektuplarında açıkça hanımların başlarını örtmeleri konusu yer alır. Öyle ki bir deyişinde Pavlus, “Hanımlar ibadet esnasında başlarını örtsünler, saçlarını kapatsınlar; çünkü bir kadının saçlarını kazıtmış bir şekilde ibadet etmesi saçlarını göstererek başı açıkken ibadet etmesinden daha iyidir” der. Pavlus’un bu deyişinden hareketle tarih boyu Hıristiyanlar başörtüsüne özel bir önem verirler. Ancak Rönesans, Reform ve ardından liberal anlayışın yaygınlaştığı Aydınlanma döneminde birçok konuda olduğu gibi başörtüsü konusunda da bazı Hıristiyan mezhepler arasında birtakım farklı yorumlar ortaya çıkar. Günümüzde ise özellikle Ortodoks Hıristiyanlık dediğimiz Doğu Hıristiyanlığı başörtüsüne önem veriyor. Sadece rahibelerin değil, diğer bütün inanan hanımların da başlarını örtmesi gerektiği üzerinde duruyor. Hatta kısa süre önce Moskova Patrikhanesi yani Rus Ortodoks Kilisesi yetkilisi, Müslümanları da örnek göstererek, “Hıristiyan hanımlar da başlarını örtsünler” şeklinde bir demeç verdi.
Peki, Hıristiyanlıktaki örtünmenin gayesi nedir?
Hıristiyanlıktaki örtünmenin gayesi, aslında Tanrı’nın huzurunda insanın kulluğunu hatırlamasıdır; O’na duyulan saygının bir ifadesidir. Bundan dolayı mesela Tanrı’nın önünde ibadet ederken insanların başlarını kapatmaları, hatta başlarını kapatmıyorlarsa saçlarını kazıtmaları gerektiği üzerinde durulur. Hıristiyanlıktaki örtünme geleneği günümüzde ise, daha ziyade din adamları olarak bilinen Ruhban sınıfına yönelik bir uygulama olarak yaygınlaşmıştır.
Çeşitli kaynaklarda, özellikle de Hıristiyanlıkta baş örtmenin kadının ikincilliğinin bir gereği olduğu yönünde bilgilere rastlıyoruz. Hatta Hıristiyanlıkta kadının başını örtmesi, yaratılış hikayesine, Hz. Havva’nın burada oynadığı role dayandırılıyor.
Tabii Yahudi ve Hıristiyan geleneğinde kadının ikincilliği ile ilgili birçok delil var. Kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratılması, günaha ve ayartılmaya daha yatkın olması, hatta erkeğin Cennet’ten atılmasında kadının önemli bir rolünün olduğu gibi birçok husus bu noktada zikrediliyor. Ama başı örtmeyi doğrudan kadının ikincilliğinden kaynaklanan bir hususa indirgememek gerekir. Çünkü başı örtme, sadece kadın için değil, erkek için de gerekli görülen bir şey. Buradaki temel amaç, aslında kişinin Tanrı’nın önünde kulluğunu hatırlaması ve O’na saygı duyması. Ama tabii kadınlarla erkeklerin başlarını örtmeleri şekil açısından aynı değil. Erkeğin başının sadece üst kısmını “kipa” benzeri bir takkeyle örtmesi yeterli görülürken, kadınların genellikle başlarını, saçlarını tamamen kapatacak şekilde örtmeleri öngörülür.
Diğer dinler ve geleneklerdeki örtünme anlayışı hakkında da bilgi verebilir misiniz?
Tabii İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik dışındaki dinlerde de şüphesiz örtü var. Mesela Hinduizm, Sih dini, Sâbiîlik, Mecusilik ve diğer geleneklerde de örtünmeyi görüyoruz. Bu dinlerde de başı örtmek temelde yine Tanrı’nın emrine ve O’na duyulan saygıya dayanır. Bunun yanı sıra bazı Ortadoğu dinlerinde örtünme, toplumdaki hür-köle ayrımının bir göstergesi sayılır. Başı kapatmak, hür kadını hür olmayan kadından ayıran bir üstünlük göstergesi olarak düşünülür. Bazı toplumlarda, mesela Sümerlerde, başın belirli şekillerde örtülmesi, özellikle kişilerin sosyal ve mesleki konumlarını ifade eder. Hinduizmde de başı örtmenin daha ziyade ibadet esnasında tanrılara saygıdan kaynaklanan bir tutum olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Yine Hindistan’da doğan Sih dininde saçı uzatmak, yani hiçbir zaman saça bıçak vurmamak dinî bir emir olarak görülür. Uzatılan saçın örtülmesi için hem erkekler hem de kadınlar bu çerçevede başlarını kapatırlar.
Ancak mesela Budizm gibi bazı dinlerde örtünme anlayışını görmüyoruz. Bunun sebebi nedir?
Tabii bütün dünya dinlerinde baş örtme yok. Budizm’de daha ziyade başı kazıtmak veya bazı Budist mezheplerde başın önemli bir kısmını kazıtmakla birlikte belli bir noktada saçları uzatarak örmek gibi gelenekler var. Bu daha ziyade o dinlerin özellikle asketik yaşantısıyla yakından ilgili. Münzevi yaşantının bir parçası. Başörtüsü kişiyi dünyaya bağlayan bir unsur olarak görüldüğü için başı örtmek yerine açmak, hatta mümkünse yalın ayak gezmek, tek parça elbise giymek gibi birtakım gelenekler Budizm’de öne çıkıyor.
Buradan İslam’daki örtünme anlayışına geçelim. İslam’da örtünmenin gayesi nedir? Diğer dinlerle karşılaştırabilir misiniz?
İslam’da da başı örtme Allah’a saygıdan, O’na itaat etmeden kaynaklanır. Nasıl ki bir Müslüman’ın namaz kılarken öncelikli amacı Allah’ın bir emrine riayet etmekse, başını kapatırken de bir Müslüman hanım Allah’ın emrine riayet etmeyi önceler. Bu yönüyle bütün diğer dinlerle bir benzerliği var. Yine Allah’a verilen sözün yerine getirilmesi İslam’da da söz konusu. Ama bunun ötesinde İslam’da başörtüsü Müslüman hanımın kimliğinin bir ifadesidir de. Bundan dolayı zaten Kur’ân-ı Kerim’de Müslüman hanımlara yönelik olarak “Başlarını örtsünler, başörtülerini yakalarının üzerine kadar salsınlar” ifadesi geçiyor. Bunun yanı sıra tabii başörtüsü sadece başı kapatmak değil; genel anlamda tesettürün bir parçası. İslam’daki tesettür anlayışı, aslında insanın dış görüntüsü ve ahlaki yapısıyla Allah’ın “Hududullah” dediği temel kurallarına, hadlerine bağlı kalması ve bu çerçevede kendisini bir fitne vesilesi olarak veya yanlış birtakım tutum ve davranışlara bir araç olarak kullandırmamasına dayanır. Bu yönüyle tesettür, sadece Müslüman hanımlar için değil erkekler için de geçerli, onlar için de tesettür kaideleri söz konusu.
Son günlerde İslam’da, Kur’ân-ı Kerim’de başörtüsünün olmadığı yönündeki iddiaları sıklıkla duyar olduk. İslam kaynaklarında örtünme emri muğlak mı veya bunu muğlakmış gibi ortaya koyan yorumlar nereden kaynaklanıyor?
İslam’da başörtünün muğlaklığı konusunda herhangi bir tartışmaya mahal verecek ya da konuyu tartışmaya açacak hiçbir durum söz konusu değil. Kur’ân-ı Kerim’de açıkça Müslüman hanımların başlarını örtmeleri ve hatta başörtülerini göğüslerinin üzerine salmaları konusunda bir emir var ki burada kullanılan terim “humur” terimi. “Humur” başörtüsü anlamında kullanılır. Kur’ân’ın yanı sıra yine Hz. Peygamber döneminden itibaren 1400 küsur yıllık İslam tarihinde bütün Müslüman din adamlarının, âlimlerinin sayısız eserlerinde vurguladıkları gibi ve Müslümanların da bunu bizzat yaşattıkları gibi başörtüsü artık tarihe mal olmuş bir uygulama. Dolayısıyla bu konuda bir tartışma söz konusu değil.
Modernleşme ve sekülerleşmeyle birlikte Batı’da örtünme anlayışında büyük bir değişim, hatta bir kırılma yaşandı. Sonuçları İslam dünyasına da yansıyan bu değişimin, kırılmanın sebepleri nelerdir?
Kırılma çok doğru bir terim. Gerçekten Batı’da Aydınlanma’yla birlikte yaşanan kırılma, önemli ölçüde bütün dinî yaşantıyı, inançları, ibadet tarzlarını, dışa yansıyan sembolleri etkiledi. Bu anlamda örtünme anlayışı da etkilendi. Aydınlanma hareketi dini, artık modası geçmiş hatta tabiri caizse bilimdışı olan, modern insanın yaşamında artık yönlendiriciliği olmayan bir fenomen olarak yorumladı. Dinin yerine pozitivist bir bakış açısını getirdi. Hatta burada August Comte’un “artık pozitivizmin insanlığın yegane dini olduğu” yönündeki tezlerini hatırlayacak olursak, bir bakıma geleneksel dinlerin yerine sadece salt akıl ile tecrübeyi esas alan pozitivizmin geçirildiğini gördük. Bu çerçevede dinî simgeler ve semboller -ki bunların içerisinde başörtüsü de var- bir şekilde modern insanın yaşantısından dışlanmaya çalışıldı. Başörtüsüne ve örtünmeye yönelik bu tutumun, genel anlamda dine yönelik tutumun bir uzantısı olduğunu söylemek mümkün. Çünkü bu yeni dönemdeki anlayış, dinin kişinin sadece iç yaşantısına yani günümüzün moda deyimiyle sadece vicdanına hitap eden bir fenomen olduğu, insanın bireysel dış görüntüsü de dâhil olmak üzere sosyal yaşantısına egemen olmaması gerektiği yönünde. Bu çerçevede sekülerizm, yani kişinin alabildiğine dünyevileşmesi ya da profanlaşması geleneği yeni bir ideoloji olarak kabul edildi. Dinî kimliğini ifade eden simgeleri veya sembolleri kullanan insanlar da bu yeni paradigma çerçevesinde dini siyasallaştırmakla veya gösteriş yapmakla suçlandı. Bunun özünde ise aslında dinin kendisine karşı bir başkaldırı, dine karşı çıkma tavrı yatıyor.
Modernleşme ve sekülerleşme üç büyük din bağlamında örtünme pratiklerine ne şekilde yansıdı?
Modernite öncesi ya da kabaca Aydınlanma dönemi öncesinde Hıristiyan toplumlarında örtünmenin çok daha yaygın olduğunu söyleyebiliriz. 1800’lü yıllara kadar bütün Hıristiyan toplumlarında örtüye gündelik yaşantıda daha fazla yer veriliyordu. Ancak özellikle Hıristiyanlığın dıştan gelen daha güçlü dalgalar karşısında direnememesi ve bu çerçevede kendi içerisinde yeni yeni türevler üretmeye uygun bir din olması gibi bizatihi yapısından kaynaklanan sebeplerle başörtüsü geleneği, modern dönemde Protestan ve Katolik geleneklerin egemen olduğu ülkelerde önemli ölçüde kırıldı. Katoliklerde din adamı sınıfıyla sınırlı kaldı bu gelenek. Bugün dünyanın neresine giderseniz gidin bütün Katolik rahibeler mutlaka örtülüdür; rahipler de ibadetler esnasında dinî görevlerini icra ederlerken başlarını kısmen ya da tamamen örterler. Ama örtünmenin Ortodoks camiada, Doğu Hıristiyanlığında Katolik ve Protestanlara nazaran daha dirençle devam ettiğini söyleyebiliriz; özellikle de Anadolu’da, Slav halkların yaşadığı bölgelerde.
Yahudilikte ise Haskala denilen Yahudi Aydınlanması hareketinden sonra ortaya çıkan Reformist, Yeniden Yapılanmacı, Liberal Yahudilik gibi akımlarda örtü geleneği bir tarafa bırakıldı. Çünkü bu akımlar sadece örtüye değil, Yahudiliğin neredeyse bütün dogmatik inançlarına karşı bir başkaldırı içerisine girdiler. Arz-ı Mev’ud’u, İsrailoğullarının seçilmişliğini vs. sorguladılar ve bu çerçevede başörtüsünü terk ettiler. Ortodoks Yahudiler ise örtünme geleneğini geçmişte olduğu gibi bugün de devam ettiriyorlar.
İslam söz konusu olduğunda, İslam’ın geçmişten günümüze tarihin her döneminde örtü geleneğine ısrarla toplumsal yapıda bağlı kaldığını, bu konuda taviz vermez bir anlayışa sahip olduğunu görüyoruz. Hiç kuşkusuz bunun en önemli sebebi Kur’ân-ı Kerim’in bizzat kendisi. Allah’ın tartışılmaz vahyi ve mesajını içeren Kur’ân’da iki yerde başörtüsüyle ilgili çok açık, yoruma bile mahal vermeyecek hükmün olması, bütün dünya Müslümanlarının -yaşamlarında başörtüsüne yer versinler veya vermesinler- bunun dinin bir gereği, bir emri olduğunu kabul etmelerini sağladı. Bu çerçevede Tunus gibi bazı örnekler haricinde genellikle başörtüsünün Müslüman kadınlar tarafından yerine getirildiğini söyleyebiliriz.
Gerek İslam dünyasında gerekse Türkiye’de son iki asırlık modernleşme tecrübesine bakacak olursak, Batı karşısında hissedilen geri kalmışlığın, ezikliğin en fazla örtünme alanında dillendirildiğini görüyoruz. Bu bağlamda uygulanan yasaklara ve aleyhte propagandalara rağmen başörtüsü halen çoğunluk tarafından kullanılıyor. Ama Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında örtünme çok daha çabuk terk edildi. İslam’daki bu direncin sebebi sizce nedir?
Modernitenin bize yönelik uzantısı aslında üç temel ayak üzerine oturuyordu malum; bunlardan biri Batılılaşma, bir diğeri uluslaşma veya ulusalcılık düşüncesi, üçüncüsü ise pozitivizm. Gerek Batıcılık gerekse pozitivist gelenek, her ikisi de bir şekilde dinin özellikle dışa akseden görüntüsünü elden geldiğince bastırmaya çalıştı. Bu bağlamda başörtüsü hedef olarak seçildi. Ama şunu da söylemem gerekiyor. Cumhuriyet’in Batılılaşma politikalarının en yoğun uygulandığı ilk dönemlerinde bile Müslüman hanımların örtüsüne yönelik herhangi bir düzenleme yapılmadı. Bu düzenleme daha ziyade sonraki dönemlerin, tek parti döneminin ve sonrasının bir ürünü olarak ortaya çıktı.
Batı’da başörtüsünün modernleşmeyle birlikte toplum hayatından hızla uzaklaşması aslında bu dinlerin genel yapısından kaynaklanan bir durum. İnsanların yaşantısından çıkan sadece başörtüsü de değildi. Dinin ahlak anlayışı, aile anlayışı, bireysel dindarlığın hemen her sosyal fenomeni... Bunların yerine alabildiğine bir sekülerleşme ortaya çıktı. İslam dünyasına baktığımızda ise, İslam’ın bizatihi kendisinden kaynaklanan bir özellik olarak, her zaman pozitivizme ve Batılılaşmanın özellikle asimile edici yönlerine karşı bir direnç geliştirildi. Bu direnç çeşitli şekillerde ortaya çıksa da özellikle Müslüman hanımın örtüsü konusunda yaşandı. Bu da bizzat İslam’ın temel hükümlerinden, kurallarından kaynaklanır. Bu sebeple başörtüsünün İslam dünyasını geri bıraktığı, gericiliğin veyahut geri kalmışlığın bir sembolü olduğu yönündeki söylemler ideolojik birtakım iddialar olmaktan öteye gitmedi. Zaten bu ideolojik söylem halk arasında kesinlikle prim yapmadı.
Örtünmenin dinden değil kültürden kaynaklandığı yorumlarına ne dersiniz? Zira modernleşmeyle birlikte, Hıristiyanlık ve Yahudiliğe örtünmenin Grek kültürü gibi yabancı kültürlerden girdiği veya Türkiye özelinde Anadolu kültüründe örtünme olmadığı, bunun Arap kültüründen kaynaklandığı yönünde çeşitli söylemler ortaya çıktı.
Bütün toplumlarda kültürle din iç içe geçmiştir, birbirinden kolaylıkla ayırt edilemez. Esasen din, tıpkı dil gibi, zaten kültürün içerisinde bir kavram. Fakat bazı halklar zamanla dinî emirleri geleneksel bir çerçevede ifade etmeye başladılar. Mesela Hindistan’a, Pakistan’a gittiğiniz zaman Müslüman hanımların başlarını örttüklerini ama çok ilginçtir göbeklerini açtıklarını görürsünüz. Bu çelişki kültürden kaynaklanır. Veya bazı Müslüman Afrika ülkelerinde hanımların başlarına bir örtü örterken bacaklarını, kollarını açarak gezdiklerini görürsünüz. Bunlar kuşkusuz geleneksel örtünmeyle yakından ilişkili. Avrupa’da, özellikle Hıristiyan Batı ülkelerinde ise din önemli ölçüde Kilise içerisine hapsedildiği, toplumsal yaşam alabildiğine sekülerleştiği için örtünme biçimleri de yalnızca geleneksel kabullerle ifade edilir hale geldi. Bundan dolayı da baş örtmenin dinî değil geleneksel bir şey olduğu söyleniyor; ama dindar çevreler örtünün kaynağı olarak kutsal metinleri gösteriyorlar.
Buradan Türkiye’deki tartışmalara geçelim. Bazı çevreler başörtüsü-türban ayrımı yapıyor. Siz bu ayrımı anlamlı buluyor musunuz? Yine bu ayrımdan yola çıkarak eskiden bu kadar başını örten olmadığı, dolayısıyla böyle bir mesele de olmadığı dillendiriliyor. Bu iddiaların gerçekliği var mı?
Anadolu’nun dört bir tarafına bakacak olursak, çok farklı başörtüsü biçimlerinin olduğunu görürüz. Başörtüsüne verilen isimler bile farklıdır; kimi yörelerde yazma, kimi yörelerde tülbent, kimi yörelerde başörtüsü denilir. Ama başörtüsü, başı örten bir örtü olarak bunların hepsini kapsıyor. Fakat son dönemlerde gerçekten başörtüsünün siyasallaştırılması söz konusu. Türban kavramı sonradan türedi bir kavram. Bu kavram, Fransa geleneğinden hareketle özellikle 80’li yıllardan itibaren literatürümüze girdi. Esasen Fransa’da ve hatta İngiltere’de türban, Sihlerin erkekler için öngördükleri, sadece saçları kapatan kavuğa benzer geleneksel giysi için kullanılır. Bu giysi 80’li yılların başlarında zamanın bazı yöneticileri ve bazı siyasiler tarafından Anadolu’daki başörtüsüne bir alternatif olarak sunuldu. Bu doğrusu başörtüsünün farklı birtakım amaçlarla siyasal bir mecraya taşınması hareketidir; ama türban kavramı Anadolu’da hiçbir zaman tutmadı.
“Türkiye’de eskiden başörtüsü sorunu yoktu, yeni ortaya çıktı” söylemi doğru değil. Anadolu’da bundan 50 yıl önce de, 20 yıl önce de kadınların kahir ekseriyeti başını örtüyordu. Ama belki doğru olan şey şu: Bugünü veya 10 yıl öncesini mesela 1950’lerle, 1960’larla kıyasladığımız zaman, Anadolu’daki orta sınıf veya gelir seviyesi açısından daha altlarda bulunan sınıf bugün sosyal ve siyasal alanda daha aktif. Bir dönem Türkiye’de mesela sermaye, elit birtakım ailelerin, grupların veya çevrelerin elindeydi. Ama artık Anadolu sermayesi ortaya çıktı; Anadolu’nun dört bir tarafında işveren kuruluşları, sanayi kuruluşları var. Kültürel anlamda da 1950’lerde, 60’larda genel anlamda basın-yayın belirli çevreler tarafından kullanılırken bugün toplumun hemen her kesiminden insanı bu alanda görebiliyoruz. Yani aslında insanlar demokratikleşmeye, ekonomik iyileşmeye ve ifade ve inanç özgürlüğündeki iyileşmeye paralel olarak kendisini daha fazla toplumsal alanda hissettiriyorlar. Başını örten kadınlar sosyal alanda daha fazla görünür hale geldi. Hadise bundan ibaret.
Yani örtünme üzerinden koparılan fırtınaları, aslında laiklik hassasiyetinden ziyade sınıf çatışmasına bağlıyorsunuz.
Aslında mesele başörtüsü meselesi değil. Öteden beri belirli alanları, belirli bölgeleri sadece kendi inhisarlarında gören elitler, artık o bölgelerde halkın diğer kesimlerinden de insanların çıkıp kendilerini ifade ediyor olmalarını kabullenememeye başladılar. Yani sorunun temeli, daha ziyade sınıf çatışması.
Modernleşme kuramcıları başörtüsünün ilkel yaşama koşullarının ve ataerkil düzenin bir sonucu olduğunu iddia ediyor. Feminist teoriyi benimseyenler ise örtünmenin erkeklerin kadınlar üzerindeki tahakkümünün bir sonucu olduğunu savunuyor. Siz dinler tarihi perspektifiyle baktığınızda bu iddialar konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bunlar kesinlikle doğru iddialar değil; tamamen ideolojik yaklaşımlar. Bizzat dini ve dinî tutum ve davranışları tahlil eden, tanımlamaktan ziyade anlamaya çalışan bir bakış açısı bunun kesinlikle böyle olmadığını bilir. Ama pozitivist yaklaşımın temel tavrı, bu zamana kadar hep tanımlamak oldu; kendisinden hareketle ötekileştirdiği kesimleri tanımlamaya çalıştı ve bu tanımlamayı dayattı. Bahsettiğiniz tanımlamalar da bir dayatmadan ibaret. Başörtüsünün erkek tahakkümünden kaynaklandığı, Anadolu’da başını kapatanların abisinin, babasının, çevresinin baskısıyla kapattıkları savları gerçeği yansıtmıyor. Zaten Türkiye’de tartışılan şey okumayan, sosyal alanda çalışmayan, yöneticilik yapmayan sıradan bir hanımın başını kapatması değil. Toplumsal hayatta, eğitim-öğretim hayatında “Ben de varım” diyen, hak talebinde bulunan, modern hayatın içerisinde olan hanımların başörtüsüdür tartışılan. Hukuki anlamda her türlü sorumluluğa haiz olan, kendi kararını verebilen, oy kullanabilen birisinin hâlâ baskı yoluyla başını kapattığını söylemek bence gerçeği görmemektir.
Peki, son dönemde yapılan özellikle siyasi sembol tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son yapılan tartışmalarda müthiş bir kafa karışıklığı, bir bilinç tutulması var. Özellikle dinî tutumlar açısından olayı gerçekten anlayarak, tahlil ederek meseleye yaklaşmak yerine ideolojik mevzilerden hareketle hadiseyi tanımlamak ve itham etmek tarzı yaklaşımlar görüyorum. Ama bunlar da bir yerde yararlı tartışmalar. Çünkü 20. yüzyıl boyunca Türkiye’de dinî tutumlar başta olmak üzere birçok konudaki tartışmada benzer bir tutumun, tavrın olduğunu görüyoruz. Bu tarz tartışmalar ve yapılan birtakım düzenlemeler, hemen her alanda olduğu gibi bu alanda da normalleşmeyi sağlayacak, her şeyi yerli yerine koymaya kapı aralayacak diye düşünüyorum.
Paylaş
Tavsiye Et