BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, dört yıl kadar önce İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero ile birlikte BM Genel Kurulu nezdinde Medeniyetler İttifakı girişimini başlattı. İki devlet adamı uluslararası, kültürler arası ve dinler arası diyalog ve işbirliği yoluyla aşırılığa karşı harekete geçmeyi amaçlıyor. Girişim her ne kadar bütün medeniyetler arasında diyaloğa atıfta bulunuyorsa da Batı ve İslam dünyası arasındaki ilişkilere özel bir vurgu yapıyor. Medeniyetler İttifakı girişimi çerçevesinde 2008’in Ocak ayında İspanya’da düzenlenen forumun ikincisi Nisan ayında İstanbul’da yapıldı. Medeniyetler İttifakı artık bir Türk-İspanyol inisiyatifi olmaktan çıkıp bir BM projesine dönüşmüş durumda. Ancak bu proje, Türkiye için yeni dış politika doktrini olarak hizmet görüyor. Bu söylem sayesinde Türkiye, Batı ile ilişkilerini yeniden tanımlıyor ve kendisine uluslararası ilişkilerde merkezî bir misyon kazandırıyor.
Yeni Doktrinde Avrupa Medeniyetin Merkezi Değil
Kasım 2002’de AK Parti iktidara geldiğinde gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında birçok gözlemci Türk dış politikasında geleneksel Batı yanlısı yönelimden uzaklaşılacağı yolunda bir görüş ileri sürüyordu. Seçimlerden önce parti yetkililerinin AB üyeliği yönündeki açıklamaları, hatta henüz iktidarda olmamalarına rağmen Avrupa mahfillerinde adaylık statüsü için yaptıkları girişimler, bu çevreler tarafından bir takiye olarak görülüyordu. Ancak artık AK Parti hükümetinin, son yıllarda yaşanan soğumaya rağmen, şimdiye kadar AB üyeliği yönündeki en aktif diplomasiyi yürüten hükümet olduğu kabul ediliyor. AB üyeliği konusunda ciddi reformlar, eksikliklere rağmen, bu hükümet döneminde gerçekleşti. ABD ile ilişkilerde ise önceki dönemde yaşanan gerginliğe rağmen, halihazırda Ahmet Davutoğlu’nun deyimiyle “altın dönem”e ya da ABD Başkanı Barack Obama’nın ifadesiyle “model ortaklık” dönemine girilmiş bulunuyor.
Bununla birlikte Türk dış politikasında AK Parti döneminde yaşanan asıl değişikliğin medeniyet söylemi çerçevesinde olduğunu belirtmek gerekir. Batı ile ilişkilerde herhangi bir sorun yaşanmamasına rağmen Türkiye’deki Batıcı zümreyi ve dış politika erkanını rahatsız eden de işte bu medeniyet söylemindeki dönüşüm. AK Parti Batı’yla ilişkilerin derinleşmesi konusunda adımlar atarken, bunu Türk dış politika söyleminde Batı’nın anlamını dönüştürerek gerçekleştirdi. AK Parti döneminde Batı olduğu yerde kalırken, Türkiye’nin Batı’ya karşı kendini konumlandırışı, daha doğrusu psikolojisi değişti. Türkiye artık Batı’yı ulaşılması gereken bir medeniyet hedefi değil, medeniyetler diyaloğunda bir muhatap olarak görüyor. Bu, Türk dış politikasında son bir buçuk asırda gerçekleşen en önemli psikolojik dönüşüm.
Türklerin tarihinde Orta Asya’dan bu yana izlenen stratejik hamleler incelendiğinde zaten bir Batı’ya yönelim olduğunu görebiliriz. Türklerin grand stratejisi budur. Yönelim Batı’ya doğrudur. Ancak bu yönelim 18. yüzyıla kadar Batı’ya karşı bir aidiyet hissiyle değil bir üstünlük havasıyla gerçekleşti. Türkler, Batı’ya fethetme zihniyetiyle yaklaştı. 18. yüzyıldan sonra ise önce askerî üstünlük, ardından psikolojik üstünlük kaybedildi. Son bir buçuk asırdır Türkler Avrupa’yı yegane olduğu farz edilen Medeniyet’in merkezi olarak gördüler ve ona ulaşmaya çalıştılar.
Son altı yıldır Türkiye yine Batı’ya ulaşmaya çalışıyor; fakat bunu yeni bir psikoloji ile yapıyor. Medeniyetler İttifakı projesiyle Türkiye, Avrupa’ya “Seni kendime bir diyalog muhatabı olarak kabul ediyorum; çatışmayalım, konuşalım; asimile değil, entegre olalım” mesajı veriyor. Kısacası Türkiye tam üyelikle birlikte AB’den kendi bağımsız ve otantik medeniyet kimliğinin tanınmasını da talep ediyor. Ancak Türkiye’nin bu havası kendilerini hâlâ medeniyetin merkezi zanneden Avrupa’yı fena halde rahatsız ediyor. Çin ve Hindistan gibi kadim medeniyetlerin dirilişi karşısında gerileme dönemine giren Avrupa, yıllardır ders vereceği bir öğrenci olarak görmeye alıştığı Türkiye’nin bu yeni havasından hoşnut değil. Avrupa, karşısındaki bu yeni nesil Türkleri, Viyana kapılarına dayanmış Osmanlılara benzetiyor ve Avrupa medyası sık sık Türkiye’nin tam üyeliğine karşı direnişi, Viyana’nın direnişine atıfla savunuyor.
Yeni Kimliğe İtirazlar
Medeniyetler İttifakı projesine Türkiye içerisinde farklı çevrelerden gelen itirazlar ise bir buçuk asırdır süregelen kültür ve medeniyet tartışmalarının bir uzantısı. Zira Türkiye’nin yeni medeniyet söylemi, sadece Avrupa’yı rahatsız etmekle kalmıyor, içeride Batı’yı medeniyet tahayyüllerinde merkeze oturtan bir zümreyi de tedirgin ediyor. Bu zümreye, hem Batı’yı tereddütsüz merkeze oturtan liberaller hem de onu kimliklerinde nereye koyacağını kestiremeyen Kemalistler dahil. Batıcı liberallere göre Türkiye’nin Avrupa macerası bir medenileşme süreci olarak algılanmalı. Bu söyleme göre, Türkiye kendisini Batılı bir ülke olarak görmeli, İslam dünyasının avukatı gibi davranmamalı.
Batı-merkezci liberaller farklı medeniyetlerin varlığını kabul etmedikleri için Türkiye’nin bağımsız bir medeniyet iddiası olamayacağı gerekçesiyle BM girişimine karşı çıkıyorlar. Ziya Gökalp’le özdeşleşen hars-medeniyet ayrımına uygun olarak, Batıcı liberal anlayışa göre, yeryüzünde farklı kültürler olsa da bir tek medeniyet bulunuyor ve onu da bilimi, teknolojisi ve şimdi de demokrasisiyle Avrupa temsil ediyor.
Buna mukabil Kemalistler, Türkiye’nin medeniyet kimliği hakkında tutarsız bir davranış içindeler. Kemalizm Batı ile dış politika alanında karşı karşıya geldiğinde, birdenbire farklı bir kültüre ait olduklarını hatırlıyorlar. Bu patolojik duruma örnek olarak, Turhan Selçuk’un çizdiği meşhur bir karikatür akla geliyor. Selçuk karikatüründe AB’yi yavrularını emzirmekte olan bir domuz ana olarak tasvir etmişti. Kenarda kalan ve üzerinde T.C. yazan bir kuzu ise karnı aç bir vaziyette kenarda bekliyordu; çünkü aralarında doku uyuşmazlığı vardı. Selçuk AB’yi savunan Müslümanları ise bir sonraki karikatüründe başına eşarp geçirmiş ve yüzünü Avrupa’ya yöneltmiş bir türbanlı domuz olarak tasvir ederken, Türkiye’nin sadece kültürel yabancılaşma yoluyla Avrupalı olabileceğini ima ediyordu. Ona göre başlarında örtü bile olsa Avrupacı dindar kitleler kültürel deformasyon içindeydiler. CHP lideri Deniz Baykal’ın Danimarka Karikatür Krizi’ni bir Haçlı Seferi’ne benzetmesi de Kemalizm’in içindeki kültürel milliyetçi damarı yansıtan bir diğer örnekti.
Ancak Kemalistler yüzlerini iç politikaya döndüklerinde Türkiye’nin çağdaş Batı medeniyeti çizgisini dikte ediyorlar. Örneğin Onur Öymen’in Medeniyetler İttifakı projesine getirdiği itiraz dikkat çekici: “Biz Cumhuriyet’in kuruluşundan beri, Atatürk’ün tabiriyle ne diyoruz? ‘Kültürler farklıdır ama medeniyet tektir.’ Ve biz kendimizi bu çağdaş medeniyetin bir parçası sayıyoruz. Şimdi siz Medeniyetler İttifakı dediğiniz zaman, Türkiye ile İspanya başbakanları masaya oturduğunda, İspanya Başbakanı Batı medeniyetini temsil ediyor. Siz hangi medeniyeti temsil ediyorsunuz? Kendi kendinizi Batı medeniyetinin dışına çıkarmış oluyorsunuz.” Oysa Galatasaray 2000 yılında İspanyol takımı Real Madrid’i mağlup ettiğinde, Kemalist bir gazete bunu “Avrupa diz çöktü” manşetiyle vermişti. Kemalistler bir tarafta Batıcılığı savunurken, diğer tarafta Batı’yı “öteki” olarak algılamaya devam ediyorlar.
Ancak Öymen’in unuttuğu gerçek şu ki AK Parti hükümetinin iş başı yapmasından dokuz ay önce, sosyal demokrat Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in inisiyatifiyle Medeniyetler İttifakı projesine benzer AB-İKÖ Ortak Forumu çerçevesinde 12-13 Şubat 2002’de dışişleri bakanları İstanbul’da toplanmıştı. Bu inisiyatif sırasında Türkiye her ne kadar “köprü ülke” kimliğini vurgulamışsa da, bu toplantıda bir AB üyesi ülke sıfatıyla değil, İKÖ üyesi Müslüman bir ülke sıfatıyla yer almıştı.
Yeni girişimin farkı, “köprü ülke” kimliğini bir kenara bırakması ve “merkez ülke” vurgusunu ön plana çıkarmasıdır. Türkiye, Avrupa ya da Ortadoğu’nun kenarında kalan ve bu bölgelerde herhangi bir role sahip olamayan bir ülke değil, etrafındaki çok geniş bir bölgenin en merkezinde bulunan ülkedir. Ahmet Davutoğlu’nun teorik katkılarıyla literatüre yerleşen “merkez ülke” kimliği, bu anlamda “köprü ülke” kimliğinden çok daha aktif bir dış politikaya işaret etmektedir. Yine bu aktivizm çerçevesinde Davutoğlu’nun “komşularla sıfır problem” anlayışı ile Türkiye’nin merkezî konumu pekiştirildi. Türkiye bundan da bir adım öne geçti ve sadece kendisinin komşularıyla değil, aynı zamanda komşularının üçüncü ülkelerle sorunlarının çözümü konusunda inisiyatif alır hale geldi. Keza Obama da TBMM’deki konuşmasında Türkiye’yi, çok kritik bir bölgede, etrafındaki komşularıyla iyi geçinmeyi başaran tek ülke olarak tasvir etti.
Medeniyet Vurgusu Anadolu’ya Özgüven Getiriyor
AK Parti iktidarının AB üyeliği perspektifine verdiği ağırlık ve paralelinde Kemalist çizginin giderek Avrupa entegrasyonundan uzaklaşmasıyla, modernleşme paradigmasının çizdiği geleneksel portre tersine dönmüş durumda. Batı’yla kurumsal entegrasyona karşı çıkan ve içine kapananlar, geleneksel dindar kitleler değil, Kemalistler. Anadolu halkı küreselleşme sürecinden azami fayda arayışı içerisinde, dünyanın her tarafında gerek ticaret gerekse eğitim alanında faal durumda. Dinî değerler anlamında muhafazakar, küreselleşmeye açıklık anlamında globalist ve halk iradesine verilen önem anlamında demokrat olan Anadolu halkı, AB üyeliğine karşı yeni bir özgüven geliştirdi ve üyelik perspektifine sahip çıkarak Avrupa’yı pratik ticari bir zihniyetle bir fırsat coğrafyası olarak görmeye başladı. Ancak bunu Batıcı liberallerin aksine Avrupa karşısında eziklik değil, kendi medeniyet kimliğine inancın sağladığı özgüven içinde gerçekleştirdi.
Gerek İslami gerekse milliyetçi tonlarıyla içe kapanık, izolasyonist ideolojiler ve bunları temsil eden partiler, Anadolu halkının bu yeni kimliğine ve dinamizmine uyumsuz hale geldiler. Bu ideoloji ve partilerin Soğuk Savaş döneminde en güçlü oldukları vilayetlerde bugün etkisiz kalmalarının altında sosyo-ekonomik dinamikler yatıyor. AK Parti, Soğuk Savaş’ın bitiminin ve küreselleşmenin ortaya çıkardığı bu toplumsal taleplere uyum sağladığı için yükseldi ve ayakta kalabildi. Bu anlamda medeniyetler kimliği perspektifi, liberal itirazların aksine bir içe kapanmacılık değil, Anadolu halkının küreselleşme sürecine milli gurur ve özgüvenine uyumlu olarak verdiği bir karşılıktır. İslami hassasiyetlerle küreselleşme ve AB üyeliği taraftarlığı mezcedilmiş, birbiriyle tenakuz halinde olan yönelimler olmaktan çıkarılmıştır. Böylece üyeliğin gerçekleşmemesi durumunda ortaya çıkacak milli moral bozukluğu ve oryantasyonsuzluğun etkileri de giderilmiş olacaktır. Açıkçası Türkiye’nin Medeniyetler İttifakı çerçevesindeki AB üyeliği talebi reddedilecek olursa, bundan en fazla itibar kaybedecek olan önce Batı, sonra ülke içinde Batı’yı yegane medeniyet kaynağı olarak sunan zihniyet olacaktır.
Paylaş
Tavsiye Et