TÖRE ve namus cinayetleri, Türkiye’nin en temel toplumsal sorunlarından birisidir. Bu sorun çok çeşitli toplumsal normları içeren geniş bir etki ve etkilenme alanına sahiptir. Toplumda geleneksel dönemlerden beri devam eden töre ve namus cinayetlerinin sağlıklı bir biçimde okunabilmesi ve anlaşılabilmesi ancak söz konusu toplumsal dinamiklerin dayandığı değerleri araştırmak ve geniş bir perspektiften okumakla mümkündür.
Töre ve Namus Cinayetlerinin Dinamikleri
“Namus”, “şeref/onur”, “haysiyet” gibi ifadeler birçok kültürde bulunmasına rağmen her bir toplumda farklı çağrışımları ve anlamları olan kavramlardır. Bu kavramların hangi tutum ve anlamları içerdiği konusu, esasında tamamen kültür-tarihseldir. Bu durum hem bu kavramları somutlaştırmayı hem de anlamayı zorlaştırmaktadır. Kimi toplumlarda birçok alanda dürüstlüğü ve normatif değerleri içeren bir kişiliği imleyen namus kavramının günümüz toplumundaki en somut çağrışımı kadın teni üzerinden kurgulanan iffet ile örtüşmektedir. Doğu toplumlarında “namus”, kır-kent ve etnik köken ayrımı yapılmaksızın çok önemli bir toplumsal değerdir ve bu önem, soyun temiz bir kökene dayanması, dinî faktörler ve diğer bazı toplumsal değerlerden kaynaklanmaktadır.
Özellikle de Ortadoğu toplumlarında bu kavramın en somut yansıma alanının kadınlık rollerine indirgendiği ve dahası bekaret bağlamında kurgulandığı görülür. Her ne kadar iffet kelimesi tam olarak her iki cins için gayrimeşru ilişki yaşamamak anlamında bir içeriğe sahip ise de günümüzde doğrudan kadının iffeti olarak toplumsal değerlerde yer etmektedir. Bir kadının gayrimeşru bir ilişki yaşamasının iffetini korumaması olarak görülmesine karşın erkeklerin gayrimeşru ilişkisi iffetsizlik olarak görülmez. Oysa namus, şeref, haysiyet ve izzet gibi kavramlar aslında kişilerin toplumsal değerler bağlamında sahip oldukları itibar ve statüyü belirleyen metaforik bir kurgudur. Bu kurguya eşlik eden bir diğer töresel değer ise bunun ancak kanla temizlenebileceği inancıdır.
Gerçekte ise “namusu ancak kan temizler” düşüncesi ahlaki bir zaafa işaret eder. Çünkü şiddet duygusunu kontrol etmeyi sağlayan en önemli parametreler etik ve hukuktur. Hem etik hem de hukuk son kertede değer-bağımlı bir önermeden türetilen yargılardır. Oysa töre ve namus cinayetlerinde her iki alanın da ihlal edildiği görülür. Birinci ihlal şiddetin kontrol edilememiş olmasıdır ki bu durum erdemli olmayı dışlayan bir davranışa yaslanmaktadır. Bir diğer ihlal ise çifte standartlı ve kişisel yargılama anlayışını egemen kılan bir düşüncenin kök salmasıdır.
Aslında Doğu ile Batı’nın namus algılamalarındaki farklılaşma, genel felsefi ve dünyaya bakışlarıyla paradoksal bir durum arz eder. Batı toplumları bunu zihinsel bir olgu, Doğu toplumları ise tensel bir pratik olarak görmektedir. Oysaki bu iki toplumun dayandığı felsefi geleneğe bakıldığında tam tersi bir durumun olması beklenir. Batı felsefesi hesaplanabilir bir rasyonalite üzerinden varlık bularak toplumu dönüştüren bir dinamizmdir. Doğu toplumları ise mistik olan bir düşünsel tarz üzerinden kurgulanan bir gelişim seyrine sahiptir. Namus konusunda ise aksi bir durumun var olduğu görülür. Bu paradoksal durum aslında sorunu hem soyut bir alana kaydırmakta hem de çelişkili bir algılamanın toplumsallaşmasını doğurmaktadır.
Esasında namus kavramı Yunanca Nomos’tan gelmektedir. Kanun anlamına gelen kavram, evrensel hukuktan çok yerel olana ilişkin bir bağlama sahiptir. İşin töre ve âdetlerle olan ilişkisi de buraya dayanmaktadır. Bundan dolayı da töre ve namus cinayetlerini belli bir etnik grupla özdeşleştirmek yanlıştır. Bugün dünyanın pek çok toplumunda karşılaşılan tutku ve kıskançlık cinayetleri de benzer bir mantıksal kurgudan doğmuştur. Dikkatli bir biçimde tarihe baktığımızda Antik Yunan ve Roma’dan başlamak üzere günümüze kadar Batı kültüründe de namus kavramının çok önemli bir sosyal değer olarak varlığını sürdürdüğü görülür. Bu durum kendisini özellikle düello olgusunda/geleneğinde daha da somut olarak gösterir. Homeros’un Truva destanında anlatılan hikayeden Goethe’nin Faust ve Christian Friederich Hebbel’in Maria Magdalena adlı dramlarına kadar çeşitli eserlerde ve yine VIII. Henry’nin ikinci eş olarak evlendiği (resmî) metresi Anne Boleyn’in idam edilmesinde namus çağrışımları ve “namusu temizleme” girişimi veya ihanet suçlaması söz konusudur.
Bütün bu anlatılanlar namus kavramının temelde cinselliği ve de kadının cinselliğini içeren bir kavram olarak toplumsallaştığını göstermektedir. Şüphesiz istatistiksel olarak baktığımızda, Akdeniz ülkelerinde, Müslüman ülkelerde ve Türkiye’de, özellikle de Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde bu tür cinayetler daha sık işlenmektedir.
Bu toplumlar görece daha geleneksel ilişkilere sahiptir ve birincil ilişkiler egemendir. Birey ancak belli bir grubun üyesi olduğu zaman bir kimlik ve şahsiyet kazanabilmektedir. Daha açıkçası bireyin kendisine ait bir kimlik ve kişilik oluşturabilmesi ancak belli bir toplumsal kategoriye bağlılıkla gerçekleşebilir.
Bu toplumsallaşma sürecini belirleyen ajanların bireye kazandırdığı dünya görüşünün belirleyici rolünün bertaraf edilmesine giden yol ise bireyselleşmekten geçer. Bireyselleşme ise hem modernleşmeden hem de insanın doğasından kaynaklanan bir dizi sorunu içermektedir. Namusun toplumsal değer ve normlarla olan ilişkisi, hukuki yaptırımların kamu vicdanındaki karşılığı ve kadına karşı ayrımcılığın doğurduğu şiddetin boyutları çoğu zaman bu cinayetlerin asıl dinamiğini oluşturmaktadır. Oysa Türkiye’de bu konu daha çok geleneksellik ve din temelinde ele alınmaktadır. Kuşkusuz her iki faktör de bu konuyu etkileyen ve belirleyen bir konuma sahiptir; ancak bu yaklaşım sorunun bireysel ve sosyolojik yönünü göz ardı edebilecek bir yaklaşımı da beraberinde getirebilir. Töre ve namus cinayetleri sorununu bahsi geçen üç alandan hareketle okumak daha gerçekçi ve sağlıklı olacaktır. Aksi halde bu cinayetlerin sorumluluğunu cinayet işleyen bireylerden çok “soyut toplumsal” alana yükleyecek bir anlayışın doğması kaçınılmaz olacaktır.
Bu riski de dikkate alarak Türkiye’de töre ve namus cinayeti işleyen mahkumlarla görüşülerek bir araştırmanın yapılması fikrinden hareketle, TÜBİTAK tarafından desteklenen bir proje kapsamında gerçekleştirdiğimiz çalışmanın sonucu da esasında bu varsayımları doğrular niteliktedir. Eldeki verilere göre bireyler namusu yaşamın temel gayesi ve vazgeçilmezi olarak görmekte ve her namus ihlalinin de bir yaptırımla cezalandırılması gerektiğine inanmaktadır. Namus gerekçesi ile cinayet işleyenlerin çevreden olumlu tepki aldıkları ve toplum içinde hayli itibar kazandıkları görülmüştür. Sözgelimi pişman olanların oranı %44, işlediği cinayetten dolayı ailesinden olumsuz tepki alanların oranı ise sadece %36’dır.
Türkiye’de bu cinayetleri işleyenlerin sosyo-demografik özellikleri de en çok gündeme gelen konulardan birisidir. Özellikle “aile meclisi” kararı konunun temel tartışma odağıdır. Kuşkusuz bu olgu sorunu anlamak açısından önemlidir; ama hukuki bir temel oluşturacak kadar somut değildir. Nitekim 2008’de Diyarbakır’da devam eden bir töre cinayeti davasında mahkemenin, aile meclisi kararını delil olarak kabul etse de, nasıl buna ulaştığı konusu hukukçular tarafından tartışma konusu olmuştur (Sandık Olayı). Nitekim proje çerçevesinde görüşülen kişilerin ailelerinden olaya olumlu bakan ve “olması gereken buydu” diyenlerin oranı ise %42,1’dir.
Proje kapsamında yapılan çalışma ile fark edilen bir diğer konu da şimdiye kadar dillendirilen temel iddiaların veya kabullerin önemli bir kısmının doğru olmadığıdır. Türkiye’de konuyla ilgili var olan yaygın kanaatler şunlardır: Töre cinayetleri cezaî yaptırımdan kurtulmak için özellikle 18 yaşın altındaki aile bireylerine işletilmektedir; cinayetin işlenmesini isteyen somut bir aile meclisi vardır; töre cinayetlerinin asıl referansı dindir, İslam’dır; bu sorun sadece Türkiye’nin Güneydoğu ve Doğu bölgelerinde, özellikle de Kürtler arasında görülmektedir; daha çok eğitimsiz bireyler töre cinayeti işlemektedir; cinayet işleyenlerin maddi imkanları sınırlıdır; geleneksel aile ilişkilerine sahip olan yörelerde daha sık görülmektedir. Ancak bu yargıların bir kısmı ya tamamen ya da önemli ölçüde yanlıştır.
Proje kapsamında 190 kişi ile görüşülmüştür. Elde edilen verilere göre, sözgelimi namus cinayeti işleyenler içinde 18 yaşın altındakilerin oranı %9’dur. Cinayet işlenmesini isteyen bir aile yapısı ve kararı olsa da bu oturulup karara varılarak gerçekleştirilen bir eylem değildir; çoğunlukla kendiliğinden gelişmektedir. Çalışmanın en ilginç verilerinden birisi de eğitim düzeyine ilişkindir; %2,1’i üniversite ve lisansüstü, %21,6’sı lise ve %35,8’i ilk ve orta-
okul mezunu olup, sadece %8,9’u okuma-yazma bilmemektedir.
Bu veriler sorunun ciddi ve karmaşık olduğunu göstermektedir; dolayısıyla çözüm arayışları da zor ve uzun vadeli olmak durumundadır. Sadece yasal düzenlemelerle bu sorunun çözülmesini beklememek gerekir. Nitekim yürütülen araştırmada da mahkumların sadece %14,7’si cezaî yaptırımın ağırlaştırılmasının caydırıcı olabileceğini ifade etmiştir.
Sonuç ve Değerlendirme
Töre ve namus cinayetleri gerek Türkiye’de gerekse diğer Akdeniz ve Ortadoğu ülkelerinde ancak bireyselleşme, hukuk ve toplumsal değer referanslarının liberalleşmesi ile zaman içinde çözülebilir. Lokal alanlardan başlamak kaydıyla yürütülecek çalışmalar son derece etkili olacaktır. Merkezî hükümetler ile sivil toplum kuruluşlarının ortaklaşa yürütecekleri bilgilendirme ve bilinçlendirme projeleri hayata geçirilmelidir.
Elbette bugün artık geleneksel dönemlerden kalma değerler üzerine bir toplumsal yapının inşa edilmesi düşünülmemektedir. Ancak belli tarihsel koşulların dayattığı kimi değerlerin evrensel olduğu düşüncesi yanlıştır. Bir diğer yanlışlık da toplumların sahip oldukları kültürel değerlerin bir başkası ile karşılaştırılarak değerlendirilmesidir. Batı toplumlarının hukuka ve evrensel normlara uymayan kimi gelenekleri bertaraf etmede Doğulu toplumlardan daha başarılı bir performans gösterdiklerinde kuşku yok; ama bu onları görece daha üstün ve medeni kılmaz.
Burada herhangi bir kesimi veya toplumu suçlamak veya bir günah keçisi aramak yerine, bu cinayetleri tetikleyen faktörleri bulup bunlarla nasıl baş edilebileceğine kafa yormak daha işlevsel olacaktır.
Paylaş
Tavsiye Et