GEÇTİĞİMİZ günlerde bir düğün davetiyesi aldım. 20x20x3 cm ebadında bir kutu. İçinden çıkan davetiye gramajı ağır, kaliteli bir kağıttan, üstü tüller ve incilerle süslü bir cildin arasındaydı. Emek verilmiş, masraftan kaçınılmamış, hatta ne kadar masraf edildiği belli olan bir tasarım seçilmişti. Son yıllarda daha sık olmak üzere buna benzer davetiyeler geldiğinde alıyor beni bir düşünce. Çöpe atsam yazık, elde tutsam bir işe yaramaz. Zarfların kabartmalı kısımlarından kitap aralığı yapıyorum, yazısız bölümlerini kesip vereceğim hediyelerin içine not kağıdı olarak kullanıyorum, kutu zaten her şekilde kullanılabilir vs. Ama bu bahsettiğim ancak kitap cildi olabilecek kalınlıkta. Tüllü, tüylü ve incili... nerede kullanabilirim ki?
Anlayacağınız bu tür davetiyeler beni bayağı uğraştırıyor. Halbuki çocukluğumuzda öyle miydi? Davetiye niyetine gelen bir külah şekeri afiyetle yer, düğün ile ağız tadını hafızamızda ortak bir çekmeceye yerleştiriverirdik. Ne burjuvalaşan Müslüman kesim üzerinden analizler, ne yeni zenginliğin gösterişçi görgüsüzlükleri ne de israfın tüketim kültürü üzerinden meşrulaştırılması gibi konuları davet ederdi davetiyeler.
Anadolu’nun pek çok yerinde, bir başka adı da okuntu olan düğün davetiyesi, bir tabak helvadır. Unu yağda kavurarak yapılan ve un helvası denilen tatlının bizim oralardaki adı öküz helvasıdır. Zira dağa öküz gütmeye giden çoban ya da ev halkından bu işle görevlendirilen kimsenin dağda yiyeceği, somun ekmeği ile birlikte ekmeğin bir köşesine açılan oyuğa yerleştirilen helvadır. Dağda bayırda gezen çobanın enerji ihtiyacını karşılayacak başka bir alternatif yiyecek de yoktur zaten.
Düğün davetiyesi de işte bu söz konusu helvadan oluşur. Komşulardan kap kacak toplanır ve yayvan tabakların içine, yapılan helva ince bir tabaka halinde basılır. Üzerine de özel olarak yapılmış küçük bir ekmek somunu konur. Bu ekmek normalde yapılanlardan farklıdır. Saç üzerinde pişirilen bazlamaya benzer, daha doğrusu onunla aynı boyuttadır, fakat fırında pişirilmiştir. Aileden biri, at, eşek hangisi mevcutsa bir binek tedarik eder ve heybesine doldurduğu çanakları komşu köylerdeki davetlilere ulaştırır. Saygınlık açısından dikkate alınan ya da akrabalık açısından yakın olan bazı şahısların davetiyesine, helva ve ekmeğin yanı sıra bir-iki metre basma ya da kumaş da ilave edilir. “Size çanak geldi mi?” sorusu, düğüne davet edildiniz mi anlamına gelirdi o dönemde.
Düğün davetiyesi olarak bir miktar helvanın gönderilmesi, aslında “ağız tadı”na bir vurgu niyetinedir. Ağız tadı, sadece fizyolojik manada tat almakla alakalı bir kavram değil, huzurlu bir hayatı da imleyen bir deyimdir Türkçede. Bu nedenle tatlı yemek, sembolik bir anlama da sahiptir. Düğüne davetin bir tür tatlı ile yapılması, ardından düğünde tatlının -en yaygın çeşidi baklava- temel yemek olması, yeni evli çifte evlerine adım attıklarında ilk olarak şerbet içirilmesi gibi muhtelif adetler de hayatın bu yeni döneminin “tatlı” geçmesi için bir dua niyetinedir.
1960’lı yıllardan itibaren davetiye olarak “çanak”ın yerini “külah” alır. Çocukluğunu yetmişli yıllarda yaşayanlar çok iyi bilirler. Kare şeklinde kesilmiş gazete ya da pelur kağıtlarının bir köşesi etrafında döndürülerek yapılan koni şeklinde külahlar, en yaygın kullanılan ambalaj malzemesiydi. Hatta bu yıllarda mevlitlerde lokum tutmak yerine gelen misafirlere kağıt külahlar içinde nane şekeri ikram edilmeye başlandığını da görüyoruz. 1970’li yıllarda hatırladığım kadarıyla köylerde hâlâ külah şeklinde paket kağıdına ambalajlanmış bir miktar şeker düğün davetiyesi olarak kullanımdaydı. “Ağız tadı” esprisi de hâlâ devam etmekteydi.
Tabii ki çanak olsun, külah olsun, düğüne davetin adı, düğüne okunmaktı. Okumak, saymak, saygı duymak, önemli gününde onu da görmek isteyerek ona değer vermek gibi anlamlara sahipti. Okuma, bu yan anlamlarının yanı sıra zahiren de gerçekleştirilen bir eylemdi. Zira komşu köylerin minaresinden gelin almanın yapılacağı günün tarihi umumi olarak duyurulurdu. Yani davet okunurdu. Bu nedenle bir diğer adı da “okuntu” idi.
Bugün de adımız yazılıyor ve okunuyor davetli listelerine; nikah şekeri ile devam ediyor “ağız tadı” esprisi. Ama beni rahatsız eden bir husus var yazının başında da belirttiğim. Postayla ya da elden ulaştırılan davetiyeler, çok azı müstesna fonksiyonelliği öncelemiyor, israfı ise hiç dikkate almıyor. Sadece düğün davetiyelerinde değil, özellikle belediyelerin faaliyetlerini duyuran davetiyelerde de kağıt israfından zerre kadar kaçınılmadığını, belki de okunmadan çöpe atılacak duyuruların, ilanların, program metinlerinin kuşe kağıtlara basıp gösterişli zarflar içinde muhataplarına ulaştırıldığını görüyoruz.
Pek çok işletme, duyurularını kağıt israfı nedeniyle e-posta üzerinden yapmaya başladı. Düğün davetiyeleri için de böyle bir uygulamayı önerecek değilim. Zira doğum, ölüm, evlilik gibi önemli aşamalardaki törenler bir toplumun ana dokusunu ortaya koyar ve bu nedenle aleladeleştirilmeleri bir doku çözülüşünün göstergesidir. Evliliğin hem kurumsal hem de ahlaki olarak sahip olduğu değeri imleyen bir önemin, onun başlangıcındaki törene de yansımasını bekleriz. Bu nedenle önemlidir davetiye. Ama bu önemin nasıl tezahür ettiğini gözlemlerken teknolojik değişme, kentleşme, yeni tüketim kültürü gibi etkenleri de tabii ki değerlendirmeye dâhil etmemiz gerekir.
Herkesin birbirinden farklı olmaya çalışırken aynılaştığı standart davetiyelerden küçük bir vaaz kitapçığı gibi ayetler ve hadislerle dolu davetiyelere dek çeşitlilik de söz konusu bugün. Bunlar üzerinden toplumsal değişimin ve eğilimlerin izini sürmek mümkün. Yazının başında çocukluğumuzdaki şekerlemelere, ananemin dönemindeki helvalara atıfta bulunurken öncelikler sıralamasında ciddi bir değişim yaşandığına dair zihnimde beliren bir resim vardı: Bir tarafta yedirip içirme üzerinden bir kültürün düğüne davet sürecine bile yansımış olması, diğer tarafta tüketim kültürünün bir “meta-gösterge”sinin rüküş ve gösterişçi bir örneği. Elbette nostalji yapıp elli yıl öncesinin tekrarı ya da taklidi değil önerim. Sadece öncelikler sıralamasına dikkat çekmek.
Paylaş
Tavsiye Et