Kitap
Talip Küçükcan, Bekir S. Gür Ankara: SETA Yayınları, 2009
Eğitim-öğretim, Cumhuriyet’in başlangıcından çok daha öncelere uzanan köklü bir mesele. Batılılaşma serüvenimizin başlangıcı ile birlikte, askerî alanda başlayan reform çabalarının, eğitim-öğretim alanında yapılan yenilik hareketleriyle devam ettiği bilinen bir gerçek. O günlerden bize miras kalan en önemli anlayış ise memleket meselelerinin çözümünün eğitimden geçtiği kabulü.
Ne var ki bu anlayışın, kimi doğru yönlere sahip olmakla birlikte, özellikle belli bir dönemden sonraki uygulamalar itibarıyla, eleştirilmesi gereken tarafları da yok değil. Zira Cumhuriyet sonrasında eğitim-öğretim alanında yapılan yeniliklerin pek çoğu, toplumun talepleri ve doğal değişim dinamikleri göz önünde bulundurulmaksızın, şekilci ve yüzeysel bir biçimde icra edildi. Toplumun cari sorunlarına çözüm üretmek amacından ziyade, bir tür toplum mühendisliğinin alanı olarak görülen eğitim-öğretim sahasının etkiye en açık alanı ise yükseköğretim olageldi. Her darbeden sonra yeniden yapılandırılan, siyasal taleplerin önünü almak ve merkezde yer alması istenmeyen toplumsal kesimleri engellemek adına türlü hesaplarla ulaşılmaz kılınmak istenen üniversiteler, neredeyse bütün ideolojik kesimlerin tekeline almaya çalıştığı birer kale haline geldi. Bu durumun en dolaysız sonucu da Türkiye’de yükseköğretimin kalitesinin her geçen yıl biraz daha düşmesi ve yükseköğretim meselesinin adeta bir kangren haline dönüşmesi şeklinde oldu.
Yükseköğretim meselesinin bir sorunlar yumağı olduğu ve bir an önce çözülmesi gerektiği pek çok kişi ve kesim tarafından dile getirilirken, meseleye ilişkin gerçekçi çözüm önerilerinin, yukarıda zikredilen ideolojik atmosfer nedeniyle ya hiç ortaya çıkamadığını yahut bu atmosferin gölgesinde kaldığını tespit etmemiz gerekiyor. Bu duruma istisna teşkil eden bir çalışma geçtiğimiz günlerde SETA Yayınları’ndan çıktı. Talip Küçükcan ve Bekir S. Gür tarafından kaleme alınan Türkiye’de Yükseköğretim, çeşitli ülkelerin yükseköğretim sistemlerini ve Türkiye’nin yükseköğretimini karşılaştırmalı olarak incelerken, somut, gerçekçi çözüm önerileriyle dikkat çekiyor.
Tavsiye Et
Türkiye’de Kültür Politikalarına Giriş
Derleyen: Serhan Ada, H. Ayça İnce
İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009 Kültür, Ziya Gökalp’ten bu yana aydınlarımızın zihnini meşgul eden bir konu. Bir medeniyet dairesinden çıkıp, başka bir medeniyet havzasına dahil olmaya çalışan bir toplumun aydınlarının, bu meseleye kafa yorması şaşırtıcı değil. Zira bireysel ve toplumsal üretimin belki de en önemli ürünlerinden biri olan kültür, pek çok farklı bileşenden oluşması ve karmaşık etkileşimler sonucu ortaya çıkması nedeniyle pek çok meselenin merkezinde yer alıyor. Özellikle bizim gibi kültürel farklılığına rağmen Batı medeniyetine dahil olmak isteyen ve Avrupa Birliği üyeliğini somut bir hedef olarak gündemine alan bir ülke için, kültür meselesi görünenden çok daha hayati bir mesele.
Kültür meselesi toplumumuzun gündemine çok erken bir dönemde girmesine rağmen, kültür politikaları adı verilen alan ve bu alanda ortaya konan çalışmalar, ülkemizde 10-15 yıl gibi hayli kısa bir geçmişe sahip. Söz konusu alan, “ bir toplumun sosyal, ekonomik, kültürel ve sanatsal alanlarda ortaya koyduğu ilkeler, öncelikler ve programlardan oluşuyor ve buradaki politika ifadesi siyaset anlamında kullandığımız politika kelimesiyle doğrudan aynı anlamı taşımasa da, tamamen ilişkisiz” olmayan bir alanı ifade ediyor.
Kültür politikaları, Türkiye’de resmî kurumlar ve Kültür Bakanlığı tarafından belirgin bir çalışma alanı olarak ortaya çıkmadan önce sanat çevrelerinde ve ardından akademik çevrede kendisine yer buldu. Şimdilerde giderek daha fazla konuşulmaya başlanan kültür politikalarına artan ilginin, entelektüel üretime yansımaları da ortaya çıkmaya başladı. Bunlardan biri geçtiğimiz günlerde yayınlanan Türkiye’de Kültür Politikalarına Giriş adlı çalışma. Alanlarında uzman akademisyenler tarafından kaleme alınan makalelerden oluşan bu kitap, Türkiye’nin kültür politikası konusundaki durumunu ortaya koyup, dinamikleri değerlendirerek tartışmaya açmasıyla bir ilk olma özelliği taşıyor ve bu yönüyle sıradan bir giriş kitabından fazlasını vaat ediyor.
Tavsiye Et
İslam’dan Korkmalı mıyız?
Ali Bulaç
İstanbul: Çıra Yayınları, 2009 “İslam’dan korkmalı mıyız?” Ali Bulaç’ın son kitabına kaynaklık eden bu soru, İslam çerçevesi dışında kalan toplumların bir kısmının karşı karşıya kaldığı ve cevaplamak zorunda olduğu bir soru. Özellikle komünizmin yıkılışı ile yükselişe geçen İslam düşmanlığının ve İslam-Müslüman korkusu olarak adlandırılan İslamofobinin gündemde olduğu şu günlerde, bu soruya cevap vermek büyük önem taşıyor.
Söz konusu atmosferde, entelektüel ilgisini bu konuya yönelten Ali Bulaç, okurlarının karşısına yukarıdaki soruya cevap verme arayışında olan bir çalışma ile çıktı. Çıra Yayınları tarafından yayınlanan “İslam’dan Korkmalı mıyız?” fanatizm, fundamentalizm ve İslamofobi gibi konuları mercek altına alarak, son yılların en önemli problem alanlarından birini mercek altına alıyor ve İslam dünyasının içinden yetkin bir cevap üretme arayışı olarak ortaya çıkıyor.
Tavsiye Et
Avni Özgürel
İstanbul: Etkileşim Yayınları, 2009 Friedrich Nietzsche, insanın en büyük arzusunun iktidar olduğunu söyler. Bu düşünce pek çok yönüyle doğrudur. Zira tarihin dinamiklerine bakıldığında, kişilerin iktidar arzularının ve bu yolda gösterdikleri hırsın, tarihin akışına yön veren önemli bir muharrik güç olduğu görülür.
Bu gerçek tüm toplumlar için olduğu kadar bizim toplumumuz için de geçerlidir ve tarihimizi yapan belki de en önemli dinamiklerden biri, iktidar kavgaları ve çekişmeleridir.
Geçtiğimiz günlerde Etkileşim Yayınları’ndan çıkan ve Avni Özgürel tarafından kaleme alınan İktidar Oyunu, bu konuyu ele alıyor ve tarihimizin Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan kesiti içerisinde yaşanan iktidar mücadeleleri ile okuru karşı karşıya getiriyor.
Tavsiye Et
İdrak ve İnşa / Turgut Cansever Mimarlığının İki Düzlemi
Halil İbrahim Düzenli İstanbul: Klasik, 2009
Mimarlık tarihimize yarım yüzyıldır damgasını vuran, hem kendi kuşağından meslektaşlarınca hem de yeni nesil mimarlar tarafından neredeyse her işi bir mektep olarak değerlendirilen Turgut Cansever’in mimari eserlerini ve hayata geçmemiş projelerini iki kapak arasında toplayan İdrak ve İnşa: Turgut Cansever Mimarlığının İki Düzlemi titiz bir edisyonla Klasik Yayınları tarafından basıldı.
Karadeniz Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Halil İbrahim Düzenli’nin, “Mimari Otonomi ve Medeniyet Ben-idraki Kavramları Bağlamında Turgut Cansever Projelerinde Biçim, İşlev, Yapı ve Anlam Analizleri” başlıklı yüksek lisans tezinden hareketle yayına hazırlanan kitap, yaklaşık doksan yıllık mütevazı hayatına 2009 Şubat’ında veda eden Cansever’in kimisi hayata geçmiş kimisi teklif aşamasında kalmış seksen yedi projesine ait plan, çizim, fotoğraf ve tabloya yer veriyor. Eser hem Cansever’in meslek hayatına dair etraflı bir indeks çalışması hem de onun dünya görüşünün ve yapı-biçim-anlam üçgenindeki mimari yaklaşımının gerisindeki entelektüel birikimi tarif eden bibliyografik bir tarama. Kitap, mimarın “yapı standartlarına ruh verme”, “dünyayı güzelleştirme” yönündeki yorumlayıcı tavrını izah etmesiyle de Medeniyet ve Ben-idraki paradigması üzerine kurulu analitik bir çalışma.
Gerek yazıları gerek mimari eserleri ancak ehli ve ilgilisi tarafından takip edilen, sessizce yaşayıp yine sessizce öbür âleme irtihal eden bilge mimarın eserleri ve hayat anlayışı etrafında uyarıcı tepkiler oluşturmayı hedefleyen kitap, üç yüz doksan bir sayfa. Turgut Cansever Kitaplığı serisinin ilk halkası olarak yayınlanan kitabın görsel tasarım bakımından da göz doldurucu bir şıklıkta olduğunu söylemeden geçmemek gerek.
Tavsiye Et
Ulusal Sinema Kavgası / Koca Sinan / Puşkin Erzurum’da
Halit Refiğ İstanbul: Dergâh Yayınları, 2009
Dergâh Yayınları’nın Pınar Tınaz Gürmen’in Bir Halk Sinemacısı Olarak Osman Fahir Seden, İbrahim Türk’ün Senaryo Bülent Oran, Necip Tosun’un Film Defteri,Haldun Narmanlı’nın Fıkra Tadında Haberler’i ile ilk adımlarını atan iletişim serisinden üç Halit Refiğ kitabı: Ulusal Sinema Kavgası, Koca Sinan ve Puşkin Erzurum’da.
İlk basımı Ekim 1971’de yapılan ve Halit Refiğ’in savunuculuğunu yaptığı ulusal sinema söyleminin manifestosu niteliğindeki Ulusal Sinema Kavgası, yazarın 1965-1971 yılları arasında yazdığı, bir kısmı gazete ve dergilerde yayınlanan yazılarından oluşan bir tıpkıbasım. Türk sinemasının -ki kimilerince ısrarla dillendirilen “Türk sineması diye bir şey yoktur!” savının şiddetle karşısında- ulusal sinema, halk sineması ve Yeşilçam sineması sacayaklarındaki meselelerini otobiyografik bir bakış açısıyla bugüne taşıyor.
Türkiye’de sinemanın devlet desteğinin hilafına çoğunlukla halk desteği ile varlığını sürdürdüğünü, bu yüzden de Türk sinemasının bir halk sineması olduğu tezini savunan Halit Refiğ, yalnız sinemasına değil dönemin siyasi ve entelektüel atmosferine de ayna tutuyor.
Koca Sinan seneler önce kaleme alınmış ancak teknik ve bürokratik imkansızlıklar nedeniyle hayata geçmemiş bir Halit Refiğ projesi. Puşkin Erzurum’da ise Puşkin’in 1839’da Erzurum’a yaptığı seyahatten esinlenen yazarın son dönem senaryo çalışmalarından. Koca Sinan ve Puşkin Erzurum’da bugünün sinemaseverlerinin dikkatine sunulan ve hayata geçmeyi ümit eden film tasarımları.
Tavsiye Et
TDV - İstanbul Müftülüğü Dergisi Sayı: 2 Yıl: 2009
Houari Touati, Ortaçağda İslam ve Seyahat adlı kitabında “Seyahat etmenin (…) İslami biçimini, üzerine bir kitap yazılmasını gerektirecek kadar farklı ve özgün kılan nedir?” sorusunu cevaplarken temelden bir farklılığa işaret eder: “İslami deneyim söz konusu olduğunda seyahat her zaman ‘öteki’ne doğru bir hareket, ‘öteki’yle bir yüzleşmedir diyemeyiz.” Sonuç kısmında da ekler: “Tür olarak Batılı tarzda ‘öteki’nin aynasında kendi kimliğini keşfetmek için yola çıkan seyyahlarla değil, kendini olması gerekenle karşılaştırıp düzeltmeye çalışan seyyahlarla karşı karşıyayız.” Touati, yine bu eserinde ilginç saptamalar yapar: “Seyahat [İslam âlimlerinin] çoğu için hayatlarının bir sınavıydı. Çekilen sıkıntılar onları âlimlik mertebesine ulaştırdığı için, seyahat acıya katlanma deneyiminin eşlik ettiği bir dönüşüm figürü olarak benimsenmişti.”
İstanbul Müftülüğü’nün dergisi Din ve Hayat’ınyeni sayısında da İslam kültüründen diğer dinlere, seyahatin anlam ve amacı konu edilmiş. Dergi 2006’da yayın hayatına girdi; ancak 2009’dan itibaren, düalist yaklaşımların etkisiyle arası gitgide açılan iki kavramda, “din” ile “hayat”ta karar kılınarak Din ve Hayat adıyla yayımlanmaya başlandı. Yeni sayı öncelikle Halit Ö. Camcı’ya ait kapak fotoğrafı ve Gezgin Kültür Dergisi arşivinden derlenmiş diğer fotoğraflarla dikkat çekiyor. Bol söyleşili derginin bu ayki konukları Saim Orhan, Mehmet Niyazi, Tayfun Talipoğlu ve Coşkun Aral.
İslam literatüründe seyahatle ilgili kavramlar, İslam kültüründe seyahat çeşitleri, hadis yolculukları, seferîlik, kültür tarihi açısından Osmanlı coğrafyası, İslam dışı dinlerde kutsala yolculuk, dinlenmenin mantığı, ecnebilerin seyahatini düzenleyen 1915 senesine ait seyahat kanunu, bu sayıda yer bulan bazı meseleler. Kemal Daşçıoğlu, “Menfâya Yolculuk” adlı yazısında zorunlu bir yolculuk olan sürgünü ve sürgün esnasında yaşananları konu edinmiş. Mustafa Kara, Mehmed Şemseddin Mısrî’yi ve Dildâr-ı Şemsî isimli eserini tanıtıyor. Yücel Bulut “Oryantalizm, Seyyahlar ve Batı’nın Doğu İmgesi” başlıklı yazısında meseleyi oryantalizm açısından ele alıyor ve önemli bir tespite yer veriyor: “Napolyon’un Mısır’ı işgal girişimi, Doğu’ya giden Batılı seyyahların notlarının değerlendirilmesi noktasında önemlidir. Mısır seferinin önemli bir özelliği, bilimin silahla, kalemin kılıçla ittifakını gösteren nadir bir sefer oluşudur.” Ayşe Pay da “Bir Yolculuk Deneyimi Olarak Sinema” başlıklı yazısında yol ve sinema ilişkisini irdeliyor.
Tavsiye Et