Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (September 2009) > Asılıyorum > Dersimiz Demokrasi
Asılıyorum
Dersimiz Demokrasi
Şevket Muamma Toksöz
Ali­en se­ri­sin­de kor­kunç bir ya­ra­tık var­dı.
Baş­ka bir ge­ze­ge­nin ya­ra­tı­ğıy­dı.
İn­sa­noğ­lu­na ya­ban­cıy­dı, in­sa­noğ­lu da ona ya­ban­cı.
Ali­en ken­di ik­li­mi­nin efen­di­siy­di, Rip­ley ken­di ik­li­mi­nin.
Ali­en yu­murt­la­yan tür­den­di, Rip­ley do­ğur­gan tür­den.
Her iki tür de ayak­la­rı­nı ye­re sağ­lam bas­tık­la­rı top­rak­lar­dan bir şe­kil­de uzak­laş­mış­lar­dı.
İki­si de ya­şa­mak is­ti­yor­du.
İki­si de tü­rü­nün de­va­mı­nı ga­ran­ti­ye al­mak is­ti­yor­du.
İki­si de bir­bi­rin­den öle­si­ye kor­ku­yor­du.
Ka­der ağ­la­rı­nı her za­man ol­du­ğu gi­bi ör­dü.
İki ya­ban­cı­nın yol­la­rı­nı bir uzay ge­mi­sin­de bir­leş­tir­di.
İki­si de akıl­lıy­dı.
İki­si de inat­çı.
İki­si de vu­ruş­kan.
Bu yüz­den “ge­mi­de iki­mi­ze bir­den yer yok” di­ye dü­şün­dü­ler.
Kı­ya­sı­ya bir ka­pış­ma baş­la­dı ara­la­rın­da.
İki ya­ban­cı, göz­ler bir­leş­miş
İki ya­ban­cı, kalp­ler söz­leş­miş
Bu söz­le­rin sı­cak­lı­ğı­nı ih­ti­va et­mi­yor­du iliş­ki­le­ri.
Ama iki ya­ban­cı, göl­ge­le­re sin­miş­ti.
Bir­bir­le­ri­nin gırt­lak­la­rı­na çök­mek için.
Çün­kü; ay­rı dün­ya­la­rın ço­cuk­la­rıy­dı­lar.
Ama Ediz’le Fi­liz gi­bi de­ğil. Ay­han’la Tür­kan gi­bi de de­ğil.
Sa­mi Ha­zin­ses’le, Nec­det To­sun da yok­tu or­ta­lar­da.
Ki mu­hab­bet kum­ku­ma­sı ol­sun­lar, ara­yı bul­sun­lar.
Se­yir­ci­le­rin yü­rek­le­ri ağız­la­rın­day­dı.
Ki­mi Ali­en, Rip­ley’i ke­sin hak­lar di­ye bek­li­yor­du.
Ki­mi­le­ri Rip­ley’e te­za­hü­rat tu­tu­yor­du.
Ama ne ol­du?
Ça­tı­şa çar­pı­şa bi­ri bi­ri­ne, di­ğe­ri di­ğe­ri­ne ben­ze­di.
Rip­ley’in da­mar­la­rın­da asit do­laş­ma­ya baş­la­dı.
Ali­en do­ğur­gan­lık özel­li­ği ka­zan­dı.
Nur­to­pu di­ye­me­ye­ce­ği­miz bir yav­ru­la­rı ol­du.
İbn Hal­dun bu fil­min se­nar­yo­su­nu yüz­yıl­lar ön­ce yaz­mış­tı.
Za­man geç­tik­çe Be­de­vi­ler Ha­da­ri­le­re ben­zi­yor, Ha­da­ri­ler Be­de­vi­le­re dö­nü­şü­yor­du.
Film bit­ti ya da ye­ni baş­la­dı. Bi­le­mi­yo­rum.
Ben­den eli yü­zü düz­gün bir se­çim de­ğer­len­dir­me­si ya­zı­sı is­te­miş­ler­di.
Yu­kar­da fo­toğ­ra­fı­mı gö­rü­yor­su­nuz.
Bu çeh­re­den eli yü­zü düz­gün si­ya­set ya­zı­sı is­te­ye­nin ak­lı­na şaş­mak la­zım.
Ne­ba­hat Çeh­re ol­sa ney­se, o da ba­sın men­su­bu de­ğil.
O yüz­den işi er­ba­bı­na bı­rak­mak la­zım.
 
SAV
Bu iş­le­rin er­ba­bı da Sn. Ön­der Sav’dır zan­nım­ca.
Ba­kın hiç um­mu­yor­du­nuz ama bir CHP yet­ki­li­si ilk de­fa se­çim­ler­den he­men son­ra ko­nuş­tu.
Öy­le on, on beş gün son­ra de­ğil.
“Ne­re­ye kay­bol­du bu adam­lar?” di­ye gün­ler­ce me­rak­lan­ma­nız­dan son­ra de­ğil.
He­men o gece ko­nuş­tu.
Her­kes bir­bi­ri­ne “Ko­nuş­tu am­ca­sı”, “Ko­nuş­tu da­yı­sı” di­ye müj­de ver­di.
Bü­tün yur­du bir he­ye­can dal­ga­sı kap­la­dı.
“Ne de­di, ne de­di?” di­ye ola­ğa­nüs­tü bir me­rak sar­dı her­ke­si.
Yan­daş med­ya he­men “Arap­la­ra pa­ra kap­tır­ma” de­miş­tir di­ye at­la­ya­cak mey­da­na.
“S.a.v.” di­ye­cek de­ğil ya diye burun kıvırmışlardır. Ama ka­zın aya­ğı öy­le de­ğil.
Dü­pe­düz “de­mok­ra­si” de­di Ön­der Bey.
“San­dık” de­di. “Oy” de­di.
Ha­ni di­ye­mez­di? Ha­ni di­li dön­mez­di?
Yi­ne ken­di­ni bil­mez ba­zı ka­lem­şor­lar, san­dık la­fı­nı “Se­çim­le­ri ka­zan­dı­ğı­mı­zı san­dık” ma­na­sın­da söy­le­miş­tir, di­ye­cek­ler­dir.
“Oy”u kas­tet­me­miş­tir “oy anam oy” ün­le­mi bağ­la­mın­da ko­nuş­muş­tur, di­ye de id­di­a ede­bi­lir­ler.
Ama gü­neş bal­çık­la, Sav kıl­çık­la sı­van­maz.
Ön­der Bey sa­vı­nı ga­yet net ile­ri sür­müş­tür.
“De­mok­ra­si” di­ye­bil­miş­tir.
Her­hal­de ona da “De­mok­ra­si­yi bir tür­lü içi­mi­ze sin­di­re­mi­yo­ruz” ma­na­sın­da de­miş­tir, di­ye­cek ha­li­niz yok.
Açık te­le­fon önün­de ko­nuş­ma­dı ki bu se­fer.
Açık mik­ro­fon önün­de ko­nuş­tu.
Bu yüz­den id­di­a edi­yo­rum ki bu se­çim, Tür­ki­ye ta­ri­hi­nin en önem­li se­çi­mi­dir.
Bü­tün CHP yet­ki­li­le­ri de­mek ki se­çim­le­rin he­men er­te­sinde mah­cup olun­ma­dan mil­le­tin kar­şı­sı­na çı­kı­la­bi­li­yor­muş di­ye dü­şü­ne­cek­ler­dir.
Ar­tık on beş-yir­mi gün kam­pa çe­ki­lip so­nuç­la­ra hem uy­gun bir kulp bul­ma hem de dik dur­ma alış­tır­ma­sı yap­ma kri­zi­ne gir­me­miz ge­rek­mi­yor nok­ta­sı­na gel­me­le­ri ha­ya­ti önem­de­dir.
Otuz beş se­ne­lik utan­cı yen­me­le­ri­ni, Türk de­mok­ra­si ta­ri­hi­nin bir dö­ne­me­ci sa­yı­yo­rum.
“De­mok­ra­si­den bi­ze ha­yır yok, ba­ri de­mok­ra­si dı­şı yol­la­ra te­ves­sül ede­lim” ara­yı­şı da bi­raz tav­sa­ya­cak­tır.
 
31 MART VA­KA­SI
Sn. Kı­lıç­da­roğ­lu da se­çim­den son­ra ga­ze­te­le­re “Çar­şaf açı­lı­mı sa­mi­miy­di, bi­zim için önem­li bir ar­tı ol­du, çar­şaf­lı­la­rın par­ti­ye ka­tı­lı­mı de­vam ede­cek” de­dik­ten son­ra ek­le­miş:
“On­lar da be­nim gi­bi bir in­san.”
Gü­nay­dın Tür­ki­ye! Ta­rih, 31 Mart 2009.
Yep­ye­ni bir 31 Mart Va­ka­sı ile kar­şı kar­şı­ya­yız.
Ma­lu­mu­nuz üze­re İt­ti­hat ve Te­rak­ki Fır­ka­sı bu va­ka üze­ri­ne da­ha da güç­len­miş ve Sul­tan’ı taht­tan in­dir­mişti.
Mu­am­ma gi­bi ko­nuş­mu­yo­rum, ama adım Şev­ket Mu­am­ma.
Ben­ce bu ge­liş­me­le­rin hep­si­ne kar­şı De­niz Bey’in bir ham­le­si ola­cak.
“Ola­cak ne de­mek, ol­du” di­yen­ler bi­le var.
Bu ak­lı­ev­vel­le­re gö­re De­niz Bey, An­ka­ra’ya Ka­ra­yal­çın’ı, İs­tan­bul’a Kı­lıç­da­roğ­lu’nu ko­ya­rak ön­le­mi­ni çok­tan al­mış­mış.
Böy­le­lik­le ha­ya­tı bo­yun­ca ne­fe­si­ni en­se­sin­de his­set­ti­ği Ka­ra­yal­çın’dan ile­le­bet kur­tul­muş.
An­ka­ra’da ka­zan­ma­sı, İs­tan­bul’da kay­bet­me­si mu­kad­der olan Kı­lıç­da­roğ­lu’nu da har­ca­mış.
Par­ti­nin oy­la­rı­nı bu iki aday sa­ye­sin­de ar­tır­mış.
Ama muh­te­mel iki li­der ada­yı­nın ayak­la­rı­nı da bu ham­le ile kay­dır­mış.
Se­çim­le­rin ga­li­bi bu oyu­nun ku­ru­cu­su De­niz Bey’miş, mağ­lup­lar­sa iki baş­kan ada­yıy­mış.
Şey­ta­nın ak­lı­na gel­me­ye­cek bu kur­gu­la­rı dil­len­di­ren göz­lem­ci­ler ol­du se­çim ge­ce­si.
Ko­ca ko­ca, ker­li fer­li adam­lar.
Hep­si oku­muş ço­cuk­lar.
Be­nim ta­nı­dı­ğım Bay­kal, kol­tu­ğa me­te­lik ver­mez.
De­nil­se ki “Şu ge­nel baş­kan par­ti için­de, mem­le­ket için­de siz­den da­ha iyi­dir”;
O da­ki­ka bı­ra­kır kol­tu­ğu, ye­ter ki ada­yı gö­zü tut­sun.
Ama mem­le­ket­te o ka­lib­re­de, o be­la­gat­te li­der ada­yı yok­sa Bay­kal ne yap­sın?
Kol­tu­ğu boş mu bı­rak­sın?
Aday­lar da ka­zan­sa­lar­dı kar­de­şim.
Ni­te­kim An­tal­ya’da çi­çe­ği bur­nun­da bir ye­ni si­ya­set­çi ko­par­dı al­dı An­tal­ya’yı.
Ye­ni si­ya­set­çi, es­ki aka­de­mis­yen Mus­ta­fa Akay­dın.
Hem es­ki aka­de­mis­yen hem es­ki si­ya­set­çi olan Sn. Bay­kal’ı uyar­ma­ma bil­mem ge­rek var mı?
Ye­ni Baş­kan’ın so­ya­dı­nın ba­şın­da­ki “Ak” eki teh­li­ke­li ol­ma­ya­bi­lir.
Ama An­tal­ya’yı ko­pa­rıp al­ma­sı­nı iyi oku­ma­lı ben­ce.
So­nuç iyi­ye işa­ret de ola­bi­lir, kö­tü­ye de.
Onu ben bil­mem. Bay­kal bi­lir.
Mil­le­te doğ­ru adım at­ma­nın ne ka­dar ka­zanç­lı ol­du­ğu­nu her­hal­de Bay­kal da gör­müş­tür.
Bun­dan ders çı­kar­ma­sı­nı bi­le­cek­tir di­ye umut edi­yo­rum.
Mil­let ye­ri­ne ce­ke­te doğ­ru adım at­ma­nın ka­zanç­lı ol­ma­dı­ğı da gö­rül­müş­tür.
Ders çı­kar­tı­lır­ken bu hu­su­sun da göz önün­de bu­lun­du­rul­ma­sın­da sa­yı­sız ya­rar ola­cak­tır.
 
MÜ­NEC­CİM­BA­ŞI
Bir de mü­nec­cim­ba­şı­lar var bi­zim su­lar­da.
Gök­le­rin ha­nıy­mış adam.
Ben­ce çok öz­gün şey­ler de­ğil yaz­dık­la­rı.
Ama sen kalk da­ha se­çim­den bir ay ön­ce Ta­raf’ta şu sa­tır­la­rı yaz kö­şe­ne:
Mu­ha­fa­za­kâr­lık, bir “mec­bu­ri­yet” de­ğil, bir “ter­cih” ola­rak su­nul­du­ğun­da de­mok­ra­tik­tir. Za­ten “mu­ha­fa­za­kâr de­mok­rat­lık” de­nen de bu­dur. Mu­ha­fa­za­kâr­lı­ğı bir “ha­yat kur­tar­ma ope­ras­yo­nu” de­ğil, bir “ter­cih” ola­rak su­na­bil­me er­de­mi.
AKP’nin Gü­ney­do­ğu’da yap­tık­la­rı “önem­li açı­lım­lar” gi­bi gö­zük­se bi­le, tut­tur­du­ğu ik­ti­dar söy­le­mi­nin kor­ku ma­ka­mı CHP’yi an­dır­ma­ya baş­la­dı. Şim­di­lik bir iki per­de al­çak­tan, ama ay­nı te­ra­ne.
Bu­nun so­nun­da ne mi olur? CHP’nin ba­şı­na ne gel­diy­se, ve da­ha ne­ler ge­le­cek­se, on­la­rın te­ker te­ker hep­si AKP’nin ba­şı­na Gü­ney­do­ğu’da ge­lir.
Ve CHP, Tür­ki­ye’ye ne ka­dar va­kit kay­bet­tir­di, pa­ti­naj yap­tır­dıy­sa, AKP de Gü­ney­do­ğu’ya ve do­la­yı­sıy­la Tür­ki­ye’ye o ka­dar va­kit kay­bet­ti­rir.
AKP, DTP’ye şöy­le bir ce­vap da ve­re­bi­lir­di. Mec­lis’te Kürt­çe ko­nuş­tu­nuz. Bu­nu hiç mi hiç tas­vip et­mi­yo­ruz, hat­ta pro­tes­to edi­yo­ruz ama bu ta­ma­mıy­la si­zin bi­le­ce­ği­niz bir şey. La­kin unut­ma­yın, 10 yıl ev­vel ko­nu­şa­mı­yor­du­nuz. Ba­kın şim­di Kürt­çe ko­nuş­mak, bir şey de­ğil. Bu­nun için bi­ze te­şek­kür et­se­niz de, “bir şey de­ğil”. Bi­ze te­şek­kür et­me­si­niz de, “bir şey de­ğil”.
Ne kay­be­der­di böy­le “nor­mal” si­ya­si bir çı­kış­la AKP? Bu­nu ger­çek­ten me­rak edi­yo­rum. Ve adım gi­bi bi­li­yo­rum ki, bu si­ya­se­te ge­le­cek­ler. Ama, ta­bii Tür­ki­ye’yi bir 5-10 yıl, bir baş­ka tel­den “kor­kuy­la” sü­rün­dür­dük­ten son­ra.
(28. 02. 2009, Ta­raf, Gök­han Öz­gün)
Şim­di gel de mil­le­te “Mü­nec­cim­lik di­ye bir şey yok­tur kar­de­şim” de ba­ka­lım, di­ye­bi­li­yor­san.
 
DÜ­ŞÜŞ
Bir de şu var.
“Üşü­yo­rum” di­yor adam te­le­fon­da.
“Çok so­ğuk” di­yor.
“Ça­buk olun” di­yor.
“Zor du­rum­da­yız” di­yor.
“So­ğuk­kan­lı olun” di­yor bi­ri te­le­fon­da.
Son­ra üç gün bo­yun­ca;
“Gel­dik, ge­li­yo­ruz”, “ye­tiş­tik, ye­ti­şi­yo­ruz”, “gün doğ­sun ora­da­yız”, “ikin­di ol­sun va­rı­yo­ruz” söz­le­ri­ni du­yu­yo­ruz.
Sa­de­ce bir he­li­kop­ter düş­mü­yor se­çim ön­ce­si bir da­ğın ba­şı­na.
He­li­kop­ter­le be­ra­ber çok şey dü­şü­yor.
Pek çok şey.
 
SON TAH­MİN
Türkiye normalleşecek.

Paylaş Tavsiye Et