KÜRESEL ekonominin iki önemli sorunu bulunuyor. Bunlardan birincisi, bir yıldır devam etmekte olan ABD’deki konut kredileri krizi. Özellikle geçtiğimiz ay konut kredisi veren şirketlerin (Fannie Mae ve Freddie Mac) de kervana katılmasıyla endişeler daha da arttı. Başlangıçta bir likidite krizi olarak algılanan süreç zamanla finansal bir krize dönüştü. Bu haliyle bankacılık kesiminde batıkların artacağı ve ardından da reel kesimin ciddi bir şekilde etkileneceği anlaşılıyor. Şu ana kadar gerek ABD Merkez Bankası gerekse Amerikan Hazinesi finansal piyasalardaki stresi azaltamadı. Krizde en kötü dönemin atlatılıp atlatılmadığı da hâlâ tartışmalı. Amerikan ekonomisine ilişkin yapılan tahminler giderek kötüleşiyor. Krizin ne kadar süreceği, ekonominin ne ölçüde ve ne kadar zamanda toparlanacağı belirsizliğini koruyor. Geçen yıl ekonominin (V) şeklinde önce küçülüp ardından hızla toparlanacağı öngörülüyordu. Şimdi ise (W) ve (L) modelleri tartışılıyor. Başka bir deyişle, krizin inişli-çıkışlı bir yol izleyeceği ya da öngörülenden daha uzun süreceği tahmin ediliyor. Kısacası resesyon senaryoları gündemin üst sıralarında yer alıyor.
Endişelerin artmasının diğer bir nedeni, gelişmiş ülkelerde ekonominin yavaşlama sinyali vermesi. Özellikle AB ülkelerinden büyümeye ilişkin olumsuz haberler geliyor. Hükümetler hem büyüme hem de enflasyon cephelerinde sıkışıyor. Amerikan ekonomisindeki yavaşlamanın ticaret kanalıyla gelişmiş ekonomileri etkileme potansiyeli biliniyordu. Galiba şimdilerde gerçekleşen biraz da bu etki. İyi haber ise söz konusu ülkelerdeki dalgalanmaların gelişmekte olan ülke piyasaları üzerinde henüz çok önemli bir baskı oluşturmaması.
Küresel ekonominin ikinci büyük sorunu, başta petrol olmak üzere hızla artan emtia fiyatları. Son bir yılda petrol fiyatları ikiye katlandı. Reel bazda bakıldığında varili 150 dolara yaklaşan petrolün fiyatı 1979’daki zirve noktasından %25 daha fazla. Emtia fiyatlarındaki artışlar, tüm ülkelerde ciddi enflasyonist kaygılara yol açıyor. Bu kaygılar gelişmekte olan ülkelerde daha fazla. Gıda ve enerji fiyatlarının yükselmesi en çok bu ülkeleri vuruyor. Gelişmekte olan ülkelerde faizlerin giderek yükselmesinin önemli nedeni bu.
İlk bakışta bu iki sorunun aynı zamanda olması da çelişkili. Yavaşlamaya başlayan bir dünya ekonomisinde emtia fiyatlarının artması anlamlı değil. Ekonominin yavaşlaması talebin de azalmasını, dolayısıyla emtia fiyatlarının düşmesini gerektiriyor. Anlaşılan o ki daha farklı bir anlayışa ihtiyacımız var. Bunun için günlük değerlendirmelerin dışına çıkarak zaman dilimini genişletmek şart.
Konut kredileri krizinin de artan emtia fiyatlarının da kaynağında kocaman bir belirsizlik yatıyor. Belirsizliğin bir boyutu kapitalizmin son yıllarda yaşadığı dönüşümle, diğeri ise uluslararası jeopolitik sistemde azalan güven ve istikrarla alakalı.
Kapitalist sistem özellikle son elli yılda hızlı bir dönüşüm yaşadı. Teknolojik gelişmelerin paralelinde piyasalar büyüdü ve birbirine eklemlendi. Dünya hızla küreselleşti. Ülkeler arasındaki ticaret hacmi yüksek boyutlara ulaştı. Sanayi ürünlerinden yüksek kârlar elde edildi. ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrası elde ettiği yüksek rekabet avantajını iyi kullandı. Bu dönemde oluşturulan Bretton Woods sistemi, bir yandan ülkeler arası ticareti teşvik ederken diğer yandan ülkeleri kendi iç (ekonomi) politikalarında serbest bıraktı. Bu yapılanma rekabetin hızla arttığı ve kâr marjlarının giderek azaldığı 1970’lere kadar sürdü. Bu süre içerisinde küreselleşmenin ticaret boyutu önemli idi.
Bu yapılanma 1980 ve özellikle de 1990’lı yıllarda hızla değişti. Finansal liberalleşmenin teşvik edildiği ve uygulandığı bu dönemde küreselleşmenin finansal boyutu ön plana çıktı. Finansal piyasalar hızla küreselleşti. Yüksek kâr marjları artık finans sektöründe bulundu. Mal ve hizmet karşılığı yapılan reel ticaret ile finansal piyasalardaki para ticareti arasında hem işlem hem de kârlılık makası muazzam boyutlara ulaştı. Finans kapital, akıl almaz balonlar ve sanal kârlar üretti. Bu dönem aynı zamanda tüm dünyada bankacılık ve döviz krizlerinin yaygınlaştığı bir dönemdi. Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde resim aynı oldu. Bu gelişmeler iki önemli sonuca yol açtı. Bir yandan bir ülkede meydana gelen finansal olaylar ve krizler diğer ülkeleri etkiler hale geldi, diğer yandan da ülkelerin bağımsız ekonomi politikaları sınırlandı ya da etkileri hızla azaldı. Şimdilerde ise karşılıklı bağımlılık acı vermeye başladı. Rahatsızlık veren de işin bu yönü. İşin doğrusu kimsenin derde deva bir cevabı yok. Temel eksiklik, kapitalist sistemin bu boyutuyla günümüzü ve geleceğimizi aydınlatacak bir yol haritası sunamayışıdır. Sanayi Devrimi’nin Smith’i, Ricardo’su, Hegel’i, Marx’ı ve daha niceleri vardı. Yakın dönemin ise Keynes’i ve Friedman’ı oldu. 21. yüzyılın böyle bir kılavuzu henüz ortada yok. Muhtemeldir ki bu isim Smith’ten çok Keynes’e benzeyecek.
Tarih boyunca mal ve ticaretin yaygınlaşması ve coğrafi bölgelerin birbirine eklemlenmesi belirli dönemlerde gerçekleşti; özellikle de jeopolitik sistemde barışın sağlandığı dönemlerde. Amerikan gücünün doruğa çıktığı Soğuk Savaş döneminde durum buydu. Ticaretin ve küreselleşmenin yaygınlaşması güven ve barış ortamında mümkün. Kuşkusuz bundan en çok, en güçlü olan kazançlı çıkar. Ancak bu kazanç uzun sürmez. Yeni rakipler, yeni dengeler ortaya çıkar zamanla. Tıpkı 1980’ler, özellikle de 1990’lardan sonra olduğu gibi. Günümüzde Çin’in başını çektiği Asya Bloğu’nun ortaya çıkması yeni bir denge arayışını gündeme taşıyor. Bu süreç hem siyasi hem de ekonomik açıdan belirsizliğini koruyor. Siyasi boyutuna bakıldığında dünyanın eskisi kadar güvenli ve istikrarlı olmadığı aşikâr. “Orta”sında savaş olan bir dünyada güven ve istikrar da olmuyor. Ortadoğu’da barışın tesis edilememiş olması sistemin yumuşak karnı.
Ekonomik açıdan ise geçici bir dengeden bahsetmek mümkün. Buna göre denklemin bir tarafında büyümeyi ve kültürünü tüketime bağlamış süper bir güç var; diğer tarafında onun tüketim ihtiyacını karşılayan ve hatta gerekli finansmanı da sağlayan, ancak hızla büyüyen bir Asya var. Bretton Woods II de denilen bu yeni dengenin bir sınırı olduğu muhakkak. Ancak bu sınırı belirleyecek olan hem iç hem de dış siyasettir. İçeride, mağdur olan Amerikan vatandaşlarının daha korumacı talepleri; dışarıda ise, ABD ile diğer ülkelerin hem kendi aralarında hem de uluslararası sistemdeki yeni denge arayışları belirleyici olacaktır.
Toparlayacak olursak, gerek ABD kaynaklı krizin gerekse yükselen emtia fiyatlarının kaynağında hem kapitalist sistemin hem de uluslararası sistemdeki yeni denge arayışlarının belirsizlikleri bulunuyor. Ne yazık ki Çinlilerin ahı tutuyor gibi. Hem içeride hem de dışarıda ilginç zamanlarda yaşıyoruz.
Paylaş
Tavsiye Et