Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (October 2009) > Asılıyorum > Güvenlifay kedisi
Asılıyorum
Güvenlifay kedisi
Şevket Muamma Toksöz
“Veni, vidi, vici” Sezar
“Para, para, para” Napolyon
“Palavra, palavra, palavra” Ajda Pekkan
“Yurtta sulh, cihanda sulh” Atatürk
“Cogito ergo sum” Dekart
“Dün dündür, bugün bugündür” Demirel
“Daha da mutluyuz yarınlarda” Ali Rıza Binboğa
“Minerva’nın baykuşu karanlıkta uçar” Hegel
“Benim memurum işini bilir” Özal
“Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz” Herakleitos
“Can I win?” Belediye Başkan Adayı Hüsnü
“Yes, you can” Obama
“Ya bizdensiniz, ya da onlardan” Bush
“Gazzelilere her türlü yardımı yapıyoruz” Şimon Peres
“Onlara yakıt, su, ilaç gönderiyoruz” Şimon Peres
“Yaralılarına Arapça bilen tercümanlar tutarak kendi hastanelerimizde bakıyoruz” Şimon Peres
“Elimizden gelen her fedakarlığı Gazzelilere gösteriyoruz” Şimon Peres
“Hâlâ bizi neden bombalıyorlar, anlamıyoruz” Şimon Peres
“Hüsnü Mübarek ve Mahmut Abbas bizi sizden iyi anlıyor” Şimon Peres
“One minute” Tayyip Erdoğan
“Çok güzel hareketler bunlar” Yılmaz Erdoğan
İşte size tarih boyunca söylenmiş ünlü sözlerin dökümü.
Şevket Muamma, Şimon Peres’e iltimas geçmiş diyeceksiniz.
Hayır!
İltimas geçmedim.
Nobel Barış Ödülü almış tecrübeli bir devlet adamından bahsediyoruz.
Böyle bir şahsiyete saygıda kusur edilmemesi diplomatik nezaket gereğidir.
Sadece objektif ve nesnel davrandım.
Ki ülkemizdeki standart basın mensubu tavrı budur.
Standart Basın Konseyi Başkanı tavrı da budur.
İnanmıyor olabilirsiniz.
O halde, o gece Oktay Ekşi Beyefendi’nin, yayını henüz izlemeden yazdığını itiraf ettiği şu harikulade satırlarını okumanızı tavsiye ederim.
 
DAVOS’TA SKANDAL
AZARLAMACI Başbakanımız Tayyip Erdoğan dün de Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’i azarladı.
Hem de bir uluslararası toplantıda ve -televizyonlarının başındaki milyonlarca izleyicinin önünde- olmayacak bir şekilde yaptı bunu.
Türkiye’yi nasıl bir “sinirlerine hakim olamayan” politikacının yönettiğini tüm dünya alem gördü.
Önce bir noktayı saptayalım:
Başbakan Erdoğan, katıldığı paneli yöneten kişinin öteki konuşmacılara -özellikle İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e- verdiği süre kadar konuşma süresi vermemesine tepki gösterebilir.
Ama hem taşıdığı sıfat hem de her şeyin azami dikkat ve nezaket kuralları içinde yürütüldüğü uluslararası bir toplantı, böyle bir harekete izin vermez…
Peres’in konuşmasını izleyemediğimiz ve bu satırların yazıldığı dakikaya kadar gelen bilgiler de pek yetersiz olduğu için o konuda bir değerlendirme yapmıyoruz.
Buna rağmen dileriz Davos skandalı ardından Başbakan Erdoğan’a telefon eden Şimon Peres’in, “Ben size de Türk ulusuna da büyük saygı duyan biriyim. Sesimi yükseltmem, duyulmadığımı zannetmem yüzündendi” diyerek ortaya koyduğu olgun devlet adamlığı çizgisi Başbakan Erdoğan’ı etkiler. Böylece sinirleri sükunet bulur da...
Gereksiz yere bir çuval incir daha da berbat olmaz.
 
Demek ki Peres’in konuşması izlenemese bile Basın Konseyi ilkeleri uyarınca bu satırları kaleme alabilmek mümkün.
Mümkün ne kelime, şart!
“Her şeyin azami dikkat ve nezaket kuralları içinde yürütüldüğü uluslararası bir toplantı, böyle bir harekete izin vermez” satırları yüzünden Şimon Peres’den alıntıları fazlaca tuttum.
Oktay Bey okusun diye.
Okusun da Türk ulusuna büyük saygı duyan olgun devlet adamının hümanizmasına da şahit olsun.
 
NOBEL EDEBİYAT ÖDÜLÜ
Aslında Nobel Barış Ödülü’nün yanı sıra Davos’ta yaptığı konuşma ile Sn. Peres, Nobel Edebiyat Ödülü’nü de yerden göğe kadar hak ettiğini göstermiş oldu.
“Babamın Bavulu”ndan on kat etkileyici bir sunum yaptı Sn. Peres.
Bence “Sion’un Davulu” başlığı yakışır bu konuşmaya.
Şevket Muamma gibi tokmaklar oldukça, çok çıkar o davulun sesi daha.
Orhan Pamuk eğer adamsa, götürür aldığı ödülü Sn. Peres’e elleriyle teslim eder.
Eğer Peres “Biz aldığımız her şeyi söke söke aldık; ellerini kaldır, teslim ol, ödülünü yavaşça yere bırak” derse onu da engin tecrübesine ve bileğinin bükülmezliğine hamlederim.
Herhalde sinirlerine hâkim olamayan taşra politikacısının orada da atılıp “One minute” diyecek hali yok.
Gerçi belli de olmaz.
Ama inanın Sn. Peres’in konuşmasını dinlerken gözlerim yaşardı.
Konuşmasından sonra salondan aldığı alkış da görüşümü teyit etti.
O anda Şevket Muamma yerine kim olmak isterdim biliyor musunuz?
Bir Hüsnü Mübarek ya da bir Mahmut Abbas.
Hadi onlar kadar olamıyorum, en azından bir Oktay Ekşi olmak isterdim.
Kim olmak istemezdim peki?
“Bu konuşmayı alkışlamak da insanlık suçu işlemek değil midir?” diye azarlanan seyircilerden olmak istemezdim.
Bileği burkulduğu için kurguladığı kurguyu nihayete erdiremeyen moderatör olmak istemezdim.
“Siz insan öldürmeyi iyi bilirsiniz” diye çıkışılan Peres olmayı da istemezdim tabii ki.
Sn. Peres’in, o olgun devlet adamının teveccühüne mazhar olmak her ölümlünün harcı değil hiç kuşkusuz.
O teveccühe mazhar olamayan Gazzeliler aniden ölümlü oluveriyorlar, o ayrı.
Sn. Peres’in anlattıklarını dinlediğimde Gazzelilerin gösterdikleri nankörlük karşısında önce insanlığımdan sonra gazeteciliğimden utandım.
Adam isterse tependen şu kadar atom bombası atacak güce sahip.
Ama atmıyor.
Sen de medyun-u şükran olmuyorsun.
Yeraltına tüneller kazıp solucanlar gibi yaşıyorsun.
Ayıp, çok ayıp.
Konunun vuzuha kavuşmasına rağmen kalkıyor T.C. Başbakanı “One minute” diyor.
Moderatörün kolundan tutmasına, omzundan bastırmasına rağmen “One minute” diyor.
 
İKİ KELİME
Tamam anlıyorum.
Tarihe geçecek bir laf söylemeye çalışıyorsun.
Ama işte sadece iki kelime edebiliyorsun.
Oysa bak Sezar’a.
Bak Napolyon’a.
Bak Demirel’e.
Bak Bush’a.
Bak Binboğa’ya.
Bak Obama’ya.
Bak Ekşi’ye.
En azından üç kelime kullanabiliyorlar.
Çünkü kültürlü adamlar.
“Ne var, o kültür mantarda da var” diyebilecek sinirli bir politikacının anlayabileceği bir mesele değil bu.
Çok derin.
O kadar derin ki hiç ışık yok.
Zifiri karanlık.
O karanlıkta sadece korkuyorsun.
Apaçık bir hakikati göremez hale geliyorsun.
Göremediğin için bilemez hale geliyorsun.
Bilemediğin için dillendiremez hale geliyorsun.
Önce bütün dünyanın gözü önünde tepelerine bomba atılan garibanları seyrediyorsun.
Üzerine “twenty five minutes”lik bir edebiyat dinliyorsun.
“One minute” demek aklına bile gelmiyor.
Gelse cesaret edemiyorsun.
Cesaret edenle dalga geçiyorsun.
Medyanın asli görevi “Kral çıplak” diyebilmektir, diye hava atıyorsun.
“Kral çıplak” deme basiretini göstereni “Kasımpaşa raconu” manşetini atıp ipe çekiyorsun.
Böyle bir derinlikten bahsediyorum.
Sinirli Başbakan’ımızın bu derinliği anlayabileceğine ihtimal vermiyorum.
 
TEKLİF
Şimdi olan olduğuna göre alınacak tedbirler üzerine kafa yormamız lazım.
İlk teklifim Van ilimizin isminin değiştirilmesi olacak.
İngilizce “One”ın Türkçe okunuşunun “Van” olduğunu düşünürsek yapılmış olan bu büyük gafın unutulması, incinmiş komşularımızın bir daha incinmemesi için bunu elzem görüyorum.
Böylelikle “Van’a gidiyorum”, “Van’dan geliyorum”, “Vanlıyam” kullanımlarındaki “One minute” hatırlatması engellenmiş olur.
Hele “Vanlıyam, şanlıyam” türküsünün derhal kaldırılması lazım.
Van kedisinin kendisinin günahı yok, ama isminin kesin değişmesi gerekir.
Bir jest olarak “Tuventifayf ili” ve “Tuventifayf kedisi” düşünülebilir.
Türkçemize uygun değil denilirse “Güvenlifay ili” ve “Güvenlifay kedisi” tercih edilebilir.
Hele hele önümüzdeki dönemde Ermeni soykırımı meselesi ile başımızın çok ağrıyacağı, ilgili bölgenin Van ilimiz ve civarı olduğu göz önüne alındığında, bu teklifimin ne kadar çok yönlü kazanımlara yol açacağını düşünecek olgun devlet görevlilerinin olduğuna inanıyorum.
Soğukkanlı bir politikacıdan bu tekliflerimi değerlendirmesini bekliyorum.
 
SON TAHMİN
30 Mart sabahı, Onur Öymen “sonuçlar mantıksız” diyecek.
Deniz Baykal bir ay ortalıkta gözükmeyecek.

Paylaş Tavsiye Et