Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (November 2009) > Türkiye Ekonomi > Küresel dengelerden Türkiye’nin payına düşen
Türkiye Ekonomi
Küresel dengelerden Türkiye’nin payına düşen
Taha Özhan

2007 YILI, Türkiye için zor geçecek gibi görünüyor. Siyaset arenasında son dört yılın biriken hesaplaşmaları bu sene içerisinde farklı ‘mevziler’ üzerinden yürütülecek. AKP hükümeti, iktidara geldiği ilk iki yıl boyunca, ekonomik alanda küresel likiditenin sağladığı rahatlamayı, siyasal boyutta ise Irak işgaline ortak olmamanın sağladığı imkanları bu yıl içerisinde bulamayacak. Neredeyse tamamen ‘rölanti’de geçen 2006’nın ardından, tehir edilmiş birçok sorun ve dosya, ülke gündemini işgal edecek. İşte bu müşkilatlı tablo içerisinde, Türkiye’nin can alıcı sorunlarının başında, son 5 yılın oldukça avantajlı küresel şartlarına rağmen, ekonomik yönsüzlüğü aşacak adımların atılamamış olması geliyor. “İktisadi mekanizma” elbette cari şartları içerisinde yürüdü ve oldukça pozitif ‘dengeler’ yakalandı. Lakin sektörel tercihlerin, sanayi, AR-GE, vasıflı iş gücü sacayaklarına yaslanarak inşa edildiği bir ekonomi stratejisi hâlâ ufukta görülmüyor. Uzun vadede ekonomik yönsüzlük aşılmadığı sürece de dönemsel olarak iyileşmiş dengeler oldukça hızlı ve kolay bir şekilde bozulmaktan kurtulamayacaktır.
Ekonomik yönsüzlüğün Türkiye için hayati önemi haiz olması sadece kendi iç şartlarından değil, aynı zamanda küresel iktisadi sistemin olabildiğince dengesizlikler üzerinden yürümesinden kaynaklanır. Küresel denge(sizlik)ler herhangi bir volatilite (belirsizlik) anında, dalgalanmanın yönünü tayin etmekte zorlananların üzerinde baskı oluştururlar. Bugün küresel ekonomideki dengesizlikler sistemik bir mahiyet kazanmış durumda. Cari açıklar, sermaye hareketleri, enflasyon sıkıntıları ve gelir dağılımı eşitsizlikleri en başta gelen sıkıntılardan. ABD ise küresel tasarrufları kontrol etmeye devam ediyor. Dünya genelindeki net tasarruf akışının üçte ikisi ABD’ye yönelmiş durumda. Japonya ve Almanya gibi ülkeler ABD’nin ithal ettiği sermayenin yarısına denk sermayeyi ihraç ediyorlar. ABD, geriye kalan sermaye akışını orta ölçekli ülkelerden karşılıyor. Petrol üreticisi ülkeler ise bu pastada büyük bir yer tutmuyor. Çin, hatta düşük gelirli ülkelerden Hindistan, Endonezya ve Nijerya da paylarına düşen sermaye ihracatını gerçekleştiriyorlar. Bütün bu gelişmeler küresel kaynaklarda dengesizliklerin meydana gelmesine neden oluyor. Amerikan açıkları 1990’ların başından beri hızla artıyor; 2005’i tamamladığımızda Amerikan GSMH’sinin %7’sine tekabül ediyordu. Fakir ve kalkınmakta olan ülkeler arasında dolaşması gereken sermaye en zengin ülkeler arasında dolaşmaya ve birikmeye devam ediyor. Dünya ekonomisinin ana tüketicisi olan ABD, yapısal adımlar atmadığı sürece bu dengesizliklerin yönünde bir değişimin olmasını beklemek ise oldukça güç.
Gelinen son nokta ise küresel dengesizliklerin oluşturduğu bir denge hali. Kapitalizmin yaratıcı tahripkârlığının oluşturduğu bu tenakuz hali çerçevesinde önce küresel ekonomiye, sonra da Türkiye ekonomisine kısaca bakalım. 2006’nın sonunda OECD üyesi ülkelerin ekonomik büyüme ortalamasının %3,2 olacağı tahmin ediliyor. Aynı oranın 2007 senesi için %2,5 olması bekleniyor. Bu büyümenin ne gibi neticeler getireceğine ve hatta mahiyetine dair oldukça farklı yaklaşımlar bulunuyor. 2007’yi tamamen sorunsuz bir yıl olarak görenlerden, yaşanacak büyüme hızının son 5 yıllık hızlı uçuştan sonra “yumuşak bir iniş” olacağını iddia edenlere, likidite bolluğunun azalması ile aslında küresel ekonominin “yeni-denge” haline kavuşacağını söyleyenlere kadar çeşitli yaklaşımlar mevcut. 1970’lerden günümüze kadar olan süreç göz önüne alındığında, zengin kapitalist ülkeler için “harika yıllar” olarak geçen 2003, 2004 ve 2005’in ardından ABD ekonomisinde yaşanan yavaşlamanın tüm dünya ekonomilerini belli oranda etkileyeceği muhakkak. Özellikle ABD emlak piyasası ve otomobil sanayisinde yaşanacak ciddi bir yavaşlama, Amerikan ekonomisinin frene basması için yeterli olacaktır. Bu frenin anlamını idrak etmek için 2005’te Çin’in imalat sanayi ihracatının %32’sinin, Japonya’nın %23’ünün ve ASEAN’daki 10 ülkenin ise %20’sinin ABD’ye yapılmış olduğunu bilmek yeterlidir.
Küresel dengesizliğin oluşturduğu dengeye dair yapılan analizlerin ‘dengesizlikleri’ atladıklarını düşünmek inandırıcı değil. O halde hangi verilere dayanarak yaşanan dengesizliğin yakıcı olmadığını düşünüyorlar? Mesela borsalara mı bakıyorlar? Bu satırlar yazılırken Tayland Borsası karışmış; son 16 yılın en büyük düşüşü yaşanmıştı. Gerçi Samuelson’un “Borsalar son beş krizin dokuzunu doğru tahmin etmişlerdir” şeklindeki ironik tespitini ciddiye alırsanız bu yeni gelişmeyi dikkate almazsınız. Bununla birlikte dünya çapında üne sahip kuruluşların önümüzdeki dönem için çizdikleri resim de hiç fena görünmüyor. Her ne kadar BM, 5 Aralık 2006’da açıkladığı servet dağılımı raporunda “Zengin %2, dünya servetinin yarısını elinde bulunduruyor” sonucuna ulaşmışsa da, bu vahim sonuç analizlerde kendisine yer bulamıyor.
2007’de küresel şartların bozulmasının Türkiye’ye nasıl yansıyacağının belirlenmesi, ekonomi gemisinin yönünün tayin edilmesinden geçiyor. 2007’de Türkiye ekonomisinin karşılaşacağı başlıca sıkıntılar cari açık, özel sektörün dış borçları ve son açıklanan rakamlarla da teyit edilen büyümenin yavaşlaması olacak. Elbette 2007’nin, geçmiş üç yılın siyasi rahatlığının da aranacağı bir yıl olacağını eklemek gerekiyor. Zira 2006’nın Ekim ayı itibariyle cari açık 28 milyar dolara ulaştı. Açık arttıkça sermaye hesapları ve dışa bağımlılık da artıyor. Cari açığın elbette yatırımlarla, petrol ve doğalgaz fiyatlarıyla doğrudan bir bağlantısı var. Aslında cari açığın Türkiye örneğinde tecrübe ettiğimiz mekanizması, neoliberal “uluslararası serbest ticaret” farazisinin üretmeyi vaat ettiği sonuçları yine ıskalaması açısından da manidar. Serbest dış ticaret devam ettikçe bu teorinin öngördüğü denge haline kavuşmamız mümkün görünmüyor. Ortaya çıkan istihdam kaybı ve kısa vadeli sermaye hareketleri de işin cabası. Türkiye cari açığı bir taraftan mukadder bir netice olarak ele alırken, diğer taraftan da ithal ara malı meselesinde iyileştirme sağlayacak politikalara yönelmek zorunda. Öyle ki Türkiye 2006 yılı üçüncü çeyrekte %3’lük büyüme sonucunda 400 milyar dolara dayanan bir ekonomi haline geldi. Yine üçüncü çeyrekte ortaya çıkan büyümenin yavaşladığı gerçeği cari açıkla birleşince sorun daha da ciddiyet arz ediyor. Son on sekiz çeyrektir iyi giden büyüme, yavaşlama eğilimine devam ederse, cari açık gerçekten tehlike sinyalleri verebilir. Bu senenin ilk çeyreğinde sabit fiyatlarla GSMH’deki büyüme %6,3, ikinci çeyreğinde %8,5 iken; üçüncü çeyrekte büyüme %3 olarak gerçekleşti. Bu, oldukça sert bir düşüş. 2007’yi ülke içi siyasetin sert salvolarıyla karşılayacağımızı da hesaba katınca tedbirli, en azından tedirgin olmak gerektiğini söyleyebiliriz.
Türkiye ekonomisinin son aylarda belli ölçüde hız kesmesi küresel ekonomiden de kaynaklanıyor. Yaşanan entegrasyon sürecinden sonra, küresel ekonomiden kaynaklanan acıları hafifletmenin yolu ekonomideki yönsüzlüğü aşmaktan geçiyor. Kötü yönetimlerin mahkum ettiği İMF programları ve farklı sermaye birikimlerinin yetersizliği de ancak cari yaklaşımların ötesinde bir vizyonla aşılabilir. İSO’nun yaptırdığı “ilk 500, ikinci 500 ve arta kalanlar” anketleri bizlere yeterli bir uyarı sinyali aslında. Zira ilk 500’ün dışında ciddi bir büyüme hareketinin olmaması tehlikeli bir eğilim. İMF, 15 yıl boyunca kendinden menkul “kalkınma ve geçiş” ekonomisi odaklı çalışmalarını nihayet küresel dengesizliklere döndürmeye başlamış durumda. Ancak İMF bu küresel sorunu, dengesizliği meydana getiren ana saiklere bakmaksızın, Amerikan baskısı altında sadece “Çin’in değerinin altında tuttuğu yuan”da arama yoluna gidiyor. Çin, yuanın değerini hemen artırsa, Amerika ile 110 milyar dolar civarındaki ticaret fazlasını eritse ve bu gelişme anında Amerika’nın çok taraflı ticaretine yansısa bile, ABD günlük 2 milyar dolar civarında borçlanmaya devam edecektir. Biraz önce çizdiğimiz tablo, küresel dengesizliğin tesis ettiği ‘dengeyi’ korumak namına gerçekleşemeyecek bir senaryodur.
Küresel kapitalist sistemin çalışması ancak dengesizlik halinde mümkün oluyor. Amerika küresel dengesizliğin ‘müstesna’ gücü olarak kaldığı sürece, kendisinin dışındaki bütün dünya halklarını, ABD açıklarını finanse etmeye kolayca mahkûm edebiliyor. Bu kısır döngüden kurtulmanın yegane yolu, cari küresel finansal sistemin yapısal değişimlere yönelmesidir. Bu anlamda Keynes’in, neredeyse 80 yıl evvel dile getirdiği uluslararası para birimi teklifi, bugün yaşanan finans illüzyonundan daha gerçekçi duruyor.


Paylaş Tavsiye Et
Türkiye Ekonomi
DİĞER YAZILAR