TÜRKİYE’DE “reel politik”, başından beri iki ana akım üzerine kuruludur: Öncülü İttihat ve Terakki Partisi olan CHP çizgisi ile öncülü Hürriyet ve İtilaf Partisi olan DP-AP çizgisi.
Bu akımlardan, muhafazakâr-liberal olarak adlandırabileceğimiz ve bugün AKP tarafından temsil edilen DP-AP çizgisinin solla bir ilgisi yoktur, zaten bu akım böyle bir iddiaya da sahip değildir. Fakat genel olarak Türkiye’de “merkez solu” temsil ettiği düşünülen CHP çizgisinin ne denli solcu olduğu kuşkuludur. 80 yıllık tarihinde kimi zaman muhafazakâr-liberal akımın bile sağına düşen CHP sol bir parti değildir. Böyle kurulmamıştır ve solla ilişki geliştirdiği kısa bir dönem de dahil olmak üzere sol harekete kuşkuyla bakmıştır.
Sağ ve sol kavramları mutlak kriterleri olmayan, tartışmaya açık kavramlardır. Yine de sol bir siyasal akımın sahiplenmesi gereken bazı değerler, taşıması gereken bazı nitelikler olacaktır. Hikâye herkesçe bilinir: Fransız Devrimi’nden hemen önce Mecliste, düzenin değişmesini savunanlar kralın solunda, düzenin devamından yana olanlar sağında yer almış. Rivayet odur ki; sağ ve sol kavramları buradan gelir.
Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında Mecliste iki grup mevcuttu. Bunlardan birincisi Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk grubuydu; ikinci grup ise Mustafa Kemal’e muhalefet edenlerden oluşuyordu. Bu muhalif grup Lozan görüşmeleri sırasında gitgide sesini yükseltmeye başlamıştı. Durumdan rahatsız olan Mustafa Kemal Meclisteki birinci gruba hazırlık talimatı vererek seçim kararı aldı ve bir yurt gezisine çıktı. İşte bu ortamda girilen seçimlerde ikinci gruptan kimse Meclise giremedi. Yeni Meclisin ilk kararı Lozan Antlaşmasını onaylamak oldu ve 9 Eylül 1923’te, Cumhuriyetin ilanından bir buçuk ay kadar önce Halk Fırkası kuruldu. Özetle düzenin kurucusu ve kurumsal partisi CHP bir tasfiye operasyonunun ürünüydü. Partinin adı çok geçmeden Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değiştirildi. Bu değişikliğin nedeni 9 Kasım 1924’te Halk Fırkası’ndan ayrılan bir grup milletvekilinin yeni kuracakları partiye -Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası- Cumhuriyet ismini koyacakları söylentisiydi.
TCF’nin kuruluşundan birkaç gün sonra İsmet Paşa hükümetin sıkıyönetim önerisinin kabul edilmemesi üzerine başbakanlıktan istifa etti. İstifadan biraz önce Mustafa Kemal CHF idare heyeti toplantısında şu sözleri sarfediyordu: “ Benim burnuma kan ve barut kokusu geliyor. İnşallah yanılmışımdır.” Gazi yanılmıyordu; birkaç ay sonra Şeyh Sait isyanı patlak verdi. İsyan bastırıldı, Takrir-i Sükun Yasası çıkarıldı ve Şeyh Sait ile 46 yandaşı idam edildi. TCF ise Takrir-i Sükun Yasası’na dayanılarak kapatıldı. Kapatılan sadece TCF değildi; sol yayın organları Aydınlık ve Orak-Çekiç dergileri de kapatıldı, pek çok solcu tutuklandı.
CHF’nin 1927 Ekim’indeki 2. kongresinde yapılan tüzükle Mustafa Kemal fırkanın “daimi” genel başkanı oldu. 1931 yılındaki 3. kongrede ise fırkanın programı oluşturuldu. Bu iki metin özellikle önemlidir; zira parti metinleri olmanın ötesinde tüzük, Cumhuriyet’in fiili anayasası; program ise resmi ideolojisiydi. Bu iki metnin tamamlanmasıyla rejim net bir biçimde tanımlanmıştı. 1931 yılında Mason Locaları ve Türk Ocakları gibi çok sayıda örgüt “aynı cinsten olan güçler birleşmelidir” gerekçesiyle kapatıldı ve İtalya’daki faşist örgütlenmeden esinlenen Halkevleri kuruldu. CHP’nin (1935’ten itibaren fırka değil parti) 1936’daki kongresinde ise parti ile devlet bütünleşti. Artık partinin genel sekreteri içişleri bakanı; il başkanları da valiydi.
3 Mart 1924’te Hilafetin kaldırılmasıyla birlikte “Erkan-ı Harbiye-yi Umumiye Riyaseti” yani Genelkurmay Başkanlığı kuruldu. Böylece “Milli Güvenlik Devleti”nin temelleri atılmış oldu. CHP önderliğinde rejim İskan Kanunu, Varlık Vergisi gibi ayrımcı düzenlemeler yaptı. Dış politikada yayılmacı olmasa da, yer yer ırkçılığa varan bir milliyetçilik geliştirildi. CHP ideologlarından Mahmut Esat Bozkurt, Ödemiş’teki bir konuşmasında şunları söylüyordu: “Çünkü bu fırka bugüne kadar yaptıkları ile esasen efendi olan Türk Milletine mevkiini iade etti. Benim fikrim, kanaatim şudur ki; dost da, düşman da dinlesin ki, bu memleketin efendisi Türktür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır; o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır. Dünyanın en hür memleketindeyiz. Bunun adına Türkiye diyorlar.”
CHP’nin ideolojisi, otoriter, korporatist ve vesayetçi bir tek parti rejimidir. Taha Parla’nın deyişiyle: “Kemalizm, bir kelimeyle, sağ bir ideolojidir... Liberallere ve solculara bırakmış olabileceği hiçbir kavramsal, düşünsel miras olamaz. Kemalizm, bunları açık seçik reddetmiştir. Kemalizm’den ancak kendisi kadar sağ ve daha sağ pozisyonlar türeyebilir.”
Nitekim CHP’nin solculuğu ancak 1960’ların ortasında zikredilmeye başladı. 1961 Anayasası’nın ardından Türkiye’de sol hareket kitlelerle buluşuyor, sendikacıların kurduğu Türkiye İşçi Partisi Meclis’te temsil ediliyordu. İşte “ortanın solu” kavramı o günlerde ortaya atıldı. İsmet İnönü bu kavramı şöyle açıklıyordu: “Ülke sola kayıyordu. Ortanın solunun gerekçesi tam sola gidişin önlenmesidir. Ortanın solu, ortanın çok soluna da, çok sağına da duvardır.” Öte yandan, başta Yön Dergisi çevresi olmak üzere bir grup aydının kalkınmacı devletçilik anlayışından hareketle bir tür sol Kemalizm geliştirme çabalarının parti içindeki etkileri de bu yönelimin oluşmasında rol oynamıştı.
Ne çare ki ortanın soluna rağmen ülke sola kaymaya devam ediyordu. Bu kez hangi gerekçeyle bilinmez ama CHP sosyal demokrat olduğunu keşfetti. Bu çok sürmeyecek, CHP “Marksist kökenli” sosyal demokrasiden vazgeçip “kaynağını Türk toplumunun gerçeklerinden alan” (CHP Programı 1977) demokratik sola çark edecekti. Buna rağmen söz konusu nispî açılım CHP’yi, tarihinde ilk kez, halkla buluşturdu. Siyasal partileri olmayan pek çok radikal sol akım bile parlamenter düzeyde CHP’yi destekliyor, DİSK işçileri CHP’ye oy veriyor, “Karaoğlan” gittiği her yerde “Halkçı Ecevit” sloganlarıyla karşılanıyordu. Çok partili rejimdeki en yüksek oy oranına ulaşan CHP bu dönemde bile sınıf perspektifini kabul etmedi; emeği bir çeşit erdem olarak tanımladı. 12 Eylül darbesiyle bu kısa dönem de sona erdi.
Bugün CHP’nin içinde bulunduğu durum farklı değildir. Dünya Bankası icazetli Kemal Derviş’in sentetik solculuğundan medet uman CHP, emekçilerin sorunlarını çözmeye çalışmak yerine Batılı yaşam tarzının savunuculuğunu üstleniyor. Hem de ne üstlenme… CHP’-li “kadın” milletvekili Canan Arıtman’ın türbanlı kadınlara yönelik “Ya uygun kıyafetle gelsin, ya evde otursun!” sözleri, partinin kadın sorununa bakışını ve demokrasi anlayışını gösterdiği gibi Batılılaşmayı da bir türlü kavrayamadığının ispatı. “Sınıf değil, insan” gibi vecizelerle solculuğunu ortaya koyan Baykal, sosyal demokrasinin kökenlerini Anadolu’da arayadursun; partisi Kıbrıs’ta statükoyu, üniversitede YÖK’ü savunmaya hâlâ devam ediyor.
Paylaş
Tavsiye Et