Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (January 2010) > Türkiye Ekonomi > Müslümandan burjuva olmaz
Türkiye Ekonomi
Müslümandan burjuva olmaz
İbrahim Öztürk
STAR gazetesinden Fadime Özkan’ın MÜSİAD’ın kurucusu ve eski başkanı Erol Yarar ile yaptığı 20 Temmuz tarihli röportajı bir hayli ilgi çekti. Konu geniş çevrelerde tartışıldı. Tartışmaya dindarlar kadar liberaller ve solcular da katıldılar. Röportajdaki iki husus özellikle ön plana çıkartıldı. Birincisi, Yarar’ın mealen “En hakiki burjuva biziz, biz yokken laikçiler, TÜSİAD’çılar burjuva geçinmiş, şimdi biz varız. Burjuva ithal değil, yerlidir çünkü” görüşünü savunduğu ifade ediliyor. Yarar’ın ilgi çeken ikinci görüşü de bununla yakından ilişkili: “Bir lokma bir hırka felsefesine inanmam. Bu bize yutturulmuş bir zokadır!”
Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki bu, son derece zamanında ve yerinde yapılmış bir tartışma. 28 Şubat’ın iktisadi yıkım envanteri büyük oranda çıkartıldı. Ancak ahlaki ve vicdani tercihler üzerinde oluşturduğu erozyon ve kırılmalar yeterince tartışılmadı. Dindarlar 28 Şubat badiresini geride bıraktı. Hatta o sürecin en mağdur siyasi ekibi, bir yandan bugün sistemi değiştiren ve dönüştüren, öte yandan kendisi de değişen ve içeride merkeze, dışarıda ise dünyaya eklemlenen bir süreçten geçiyor.
Kimileri sadece 28 Şubat sürecini değil, aynı zamanda bu vesileyle “mahalle baskısı”ndan kurtularak, aslında sırtında yük olarak duran başka birçok iğreti kimliği ve misyonu da atarak rahatlamışa benziyor. Bunun tersine, 28 Şubat süreci ve sonrasında görüntüde savrulsa da özde çok daha bilenmiş olarak ve misyonuna sahip çıkarak kararlılıkla yoluna devam edenler de var. Zaten tartışma “Biz yolumuza devam ediyoruz” diyenlerle ilgili.
Normalde Erol Yarar, görüşleri bu kadar fırtına kopartacak konumda bir kişi değil. İlim adamı, filozof ve fetva makamı olmadığı gibi, bilgelik rolüne filan da soyunmuş değil. Gayretli, sorumlu, entelektüel merakları olan ve okuyan Müslüman bir işadamı olarak ülkesinin ve medeniyetinin geleceği ile ilgili gayret eden ve konuşan bir kişi. MÜSİAD’ın kurucu iradesi olduğu için “Acaba şimdi hangi noktadadırlar, değişiyorlar mı?” diye ilgi çekmesi ise son derece anlamlı.
Ancak bunu aşırı genellemek, herkese mal etmek, mecrasından saptırmak bana göre meseleyi dozu kaçmış bir “kullanma” fırsatçılığına götürüyor. Örneğin Hürriyet’ten Eyüp Can’ın Erol Yarar ile şimdiki MÜSİAD Başkanı Ömer Cihat Vardan’ı iki uç kutba yerleştirmesi buna bir örnek. Yarar’ı “Soğuk Savaş döneminin fosili” gibi sunup, “İslamcı kesimin bu politbüro kalıntılarını tasfiye ettiği”ne hükmederken, MÜSİAD’ın yeni başkanını “İşte bu yeni Müslümanlar, uyumlu, çatışmadan uzak, sistemle barışıklar, kapitalizmle sorunları yok” şeklinde sunması çok haksız bir kurgu. Nitekim kendine göre bir “faydalı” çıkarım da yapıyor ve tavsiyede bulunuyor Eyüp Can: “Hadi laikçiler siz de kendi içinizdeki uyumsuzları dışlayın da barışalım.” Sırf laikçilere bu tavsiyeyi yapmak, onlara “Ne kadar da haklı” dedirtebilmek için bir çuval inciri berbat etmek zorunda mıyız?
Mustafa Akyol gibi isimler “Erol Yarar haklı, burjuvazi ve kapitalizm, Müslüman’a pek de yakışıyor, hatta onun yitik malıdır” mealinde destek verdi. Bir kesim ise “Kapitalizm ve burjuvalık bir zulmün adıdır” diyerek sert bir şekilde eleştirdi. Nihayet Nuray Mert ise konuya “Kardeşim kendi yaptıklarını genelleme, meşrulaştırma; Müslüman’dan beklenen bir hayat tarzı var, bari bunu lümpenleştirme” şeklinde yaklaştı.
Yazılıp çizilenlere ilaveten Yarar’ın kendisiyle de konuştum. Yarar’ın kafasında kendini özdeşleştirdiği ve öykündüğü “burjuva” diye bir kategori yok. Yarar şunları söylüyor: “Müslümanların zenginlik arayışının, servet sahibi olmasının bir mahzuru yok. Keza geliri olan varlıklı bir insanın bunu hayat tarzına yansıtmasından daha tabii bir şey de olamaz.” İnsanların inatla atladığı bir uyarıyı da ekliyor: “Servet amaç değil araçtır. Mal-mülk imtihandır.” Bu noktadan itibaren Yarar’ı bir kenara bırakalım ve konuya dönelim.
 
“Müslüman Bir İşadamı Tipi” Üzerinde Düşünmeliyiz
Burjuva ve kapitalizmin çağrıştırdığı dünya, bir Müslüman’ın perestiş edeceği, kendini konumlandıracağı, ait hissedeceği bir alan değildir. Bu iki kelime materyalist Batı’da doğup büyümüş, geldiğimiz aşamada ezilmişlerin gözünde lanetlenmiştir.
İslam dini ise semavi ve kadim bir öğretinin geldiği son halkayı temsil ediyor. Bu kadar büyük bir tarihin ve geleneğin oturmuş kavramları ve değerleri dururken, konuyu getirip burjuva-kapitalizm gibi kan/alın teri/gözyaşı üzerinde yükselmiş kavramların kirine bulaştırmanın, yamamanın ve meze yapmanın bir âlemi yok.
Peki, kapitalizm ve burjuva bu kadar ağır bir eleştiriyi gerçekten hak ediyor mu? Ben, yaşanan bunca krizlere rağmen asıl böyle bir soruyu sorana hayret ederim. Ancak yine cevabımı vereyim, evet. Serbest piyasa ile kapitalizmi karıştırma yanlışı, bazı liberal arkadaşlarımızı kapitalizmi de savunan bir konuma itiyor.
Tarihsel olarak kapitalizm, devlet gücünü de kullanan materyalist, emperyalist ve sömürgeci bir ideolojinin adıdır. Korumacılıktan tekelciliğe, sanal ekonomiye kadar her türlü fırsatçılığı başarıyla içselleştirmiştir. Ve tartışmanın odağındaki “burjuva” da bu düzenin taşıyıcı katarıdır. Sonuçlarının kesinlikle kendi lehlerine netice vereceğine kani olmadıkları sürece liyakate ve adil rekabete inanmazlar. Kısaca kapitalizm piyasa ve açık toplum düşmanıdır.
Yaşanan son küresel kriz, bu düzenin bir Frankeştayn’a dönüştüğünü, bu canavarın banisini yutmak üzere iplerini kopardığını gösteriyor. Biz, komplekse kapılmadan, kendi kadim kavramlarımızdan şaşmadan, insanlığa kurtuluş adası olacak açılımlara devam etmeliyiz; bu meyanda “Müslüman bir girişimci, bir işadamı tipi” yani sözü, özü, niyeti bir olan birey üzerinde çalışmalıyız.
Bu bağlamda üç hedefimiz olmalı:
(i) Servet değil sermaye biriktirilmeli, bu da meşru yoldan yapılmalıdır. Toplum açısından muteber girişimci, sermaye birikimini yeniden yatırımlar üzerinden üretime ve istihdama dönüştürerek topluma aktarandır. Böylece kişi basit bir servet biriktirme sarmalından kurtulacak, zenginlik toplumsallaşıp tabana yayılarak bir refah kaynağı haline gelecektir.
Keza, örneğin, emekçisini sömürüp, haklarını iç edip, ondan sonra cemaat halkalarında reklamı olsun, müşterisi bol olsun, hatta “cennet de garanti olsun” diye zekat vermek, talebelere burs vermek, kurban bağışında bulunmak postu kurtarmaya yetmez. Zira servet meşru kazanılmamıştır. Keza çalıştırdığı başı örtülü sekretere “Başın kapalı, seni kimse kabul etmiyor, ben kabul ediyorum. O halde başı açık olan elemanın yarısı kadar ücreti kabul et.” diyen de ahlaksız bir işadamıdır.
(ii) Kazandığımız servette toplumun hakkı vardır. Servetimiz zekat, sadaka, hayır-hasenat aracılığıyla toplumsal paydaşların gözünde aklanmalı, yani sosyal sorumluluk merkeze alınmalıdır.
(iii) Geri kalan kısmın kullanımında kibir, gurur, gösteriş, riya ve israf olmamalı; toplumu ezmek için de kullanılmamalıdır.

Paylaş Tavsiye Et