EYLÜL ayı, New York’un tarihinde hep ayrı bir yere sahip olacağa benziyor. 11 Eylül 2001’de iki uçağın şehrin çehresini kalıcı bir şekilde değiştirmesinden sonra bu kez de 15 Eylül 2008 tarihi, şehrin finansal dokusu ve hatta altyapısının kalıcı bir şekilde değiştiği tarih olarak anılacak. Daha ayın ilk günlerinde petrol fiyatlarında başlayan düşüşe karşılık ABD dolarında yaşanan değer artışı, dünyanın içinde debelendiği küresel krizde yeni bir döneme girildiğinin sinyallerini vermeye başlamıştı. Ancak Eylül ayına yön veren hadiseler, piyasaların açık olduğu iş günlerinde değil, Pazar günleri gerçekleşti. Ayın ilk Pazar gününde ABD Hazinesi’nin, ipotekli konut finansman sektörünün hükümet destekli iki büyük devi olan Freddie Mac ve Fannie Mae (FM)’ye el koyduğunu gördük.
Bu iki şirket zaten hükümet destekli oldukları ve hükümet daha önce söz konusu şirketlerin borçlarının arkasında olduğunu ima ettiği için, tartışmalar desteğin gelip gelmeyeceğinden çok ne zaman ve nasıl geleceğiyle ilgiliydi. Hatta öyle ki, hükümetin borcu garanti edeceğini, ama şirketlere el koymayacağını düşünen kimileri “alta satışa” (trading under) geçmişlerdi. Yani bir yandan söz konusu iki şirketin hisse senedi fiyatlarının düşeceği varsayımıyla açığa satış yapmış, diğer yandan da bu iki şirketin borç senetlerini almışlardı.
Ancak son zamanlarda, özellikle Asya ve Avrupalı yatırımcıların FM ikilisinin yeni tahvil ihraçlarına ilgileri azalmış; oluşan açık ise bir müddet ABD’li yatırımcılarca karşılanmıştı. Yabancıların çekilmesi bu şirketler açısından önemli bir kırılma noktasıydı; zira borçlarının önemli bir kısmını bu kesim taşıyordu. Bu ikilinin had safhaya ulaşan finansman sıkıntıları ve önümüzdeki dönemde karşı karşıya oldukları yüklü borç ödemeleri dikkate alındığında, ABD hükümetinin müdahalesi yeni bir çöküşü engellemek adına tam zamanında gelmiş gözüküyor. “Millileştirme” ile birlikte gelecek sermaye desteği, ipotekli konut finansman piyasalarının geleceği için elzem bir adım gibi duruyor.
Yine de ABD Hazinesi’nin bu adımı, piyasaları düzeltmeye yetmedi. Zira başta Lehman Brothers (LB), Merrill Lynch (ML), Wachovia, Washington Mutual ve AIG gibi aracılıktan sigortacılığa, ticari bankacılıktan yatırım bankacılığına kadar mali kesimin çeşitli alanlarında faaliyet gösteren birçok büyük kurumun geleceğinin ne olacağı sorusuna henüz cevap verilememişti. Nitekim ayın ikinci Pazar günü, uzunca bir süredir tehlike sinyalleri veren ve çeşitli sermaye gruplarıyla sonuçsuz satış görüşmelerinde bulunan 158 yıllık LB’nin iflas başvurusunda bulunduğu ve Bank of America (BoA)’nın dünyanın en büyük perakende aracı kurumu olan ML’yi bir gecede satın aldığı haberleri piyasalarda büyük bir panik havası başlattı.
LB’nin iflas başvurusu, ABD’de ekonomi yönetiminin tepki mekanizması adına oldukça ciddi bir belirsizliğin doğmasına neden oldu. Zira bu olayla birlikte ABD Hazinesi’nin bu krizde serdettiği üç ayrı politikayı görmüş olduk. Daha önce batma noktasına gelen ve ABD Hazinesi’nin arabuluculuğu ve destekleriyle JP Morgan Chase’e satılan Bear Sterns olayında, Hazine hem maddi destek sağlamış hem de şirketin batmadan el değiştirmesine yardımcı olmuştu. Bu ilk olayda Hazine, bir şekilde piyasayı ayakta tutmayı amaçladığını göstermişti. Ardından FM ikilisinin yediemine devredilerek millileştirilmesi yaşandı. Burada Hazine, önceleri yavaş hareket ettiyse de, yeri geldiğinde olaya doğrudan el koyabileceğinin sinyalini verdi. LB’nin iflasında ise ABD Hazinesi’nin yeniden piyasacı kesildiğini görüyoruz.
Her halükarda 17 Eylül itibarıyla üç günlük kayıp gelişmiş piyasalarda %6 ila 10, gelişmekte olan piyasalarda ise %20’lere ulaştı. Bu gelişmeler, açığa satış işlemlerinin artması ve bankalar arası likiditenin kuruması ile hafta ortasında iyice pekişti ve yatırım çevrelerince küresel mali sistemin yıkılıyor olduğu yorumları seslendirilmeye başlandı.
Gelişmelerin ABD hükümetini adım atmaya zorladığı ve muhtemelen bir müddettir B Planı olarak üzerinde çalıştığı bir projeyi yavaş yavaş fırına sürmek durumunda bıraktığı görüldü. Daha LB’nin iflas başvurusu yaptığı gün Amerikan Merkez Bankası (FED), sermaye piyasası şirketlerine verdiği borçlar için aldığı teminatlar arasında hisse senetlerinin de olabileceğini ilan ederek aslında likidite penceresini çok daha genişletmiş oldu. Ardından küresel çöküşün ikinci günü, sıkıntıda olan AIG’nin %79,9’luk gelecekteki ortaklık payı karşılığında dev sigorta şirketine 85 milyar dolarlık kredi açtığını açıkladı. Dünyanın 130 ülkesinde 70 milyonun üzerinde müşterisi olan ve toplam aktifleri 1 trilyon doların üzerinde bulunan AIG’nin Pazartesi günü kredi derecelendirme kuruluşlarınca düşürülen reytingleri, likidite darlığı içindeki şirketi iflasın eşiğine getirmişti. FED’den gelen bilgiler, otoritelerin AIG’nin eninde sonunda tasfiye edileceğine inandığına, ancak bunun daha geniş bir zaman dilimine yayılmasının, mali sistemin mevcut duyarlılığı açısından çok daha sağlıklı olacağını düşündüklerine işaret ediyor.
Bu kurtarma operasyonunun ardından asıl planın kaba hatları kamuoyuna sunuldu. Hem bu plan hem de merkez bankalarının bundan sonra daha koordineli davranacağına ilişkin belirtiler, 15 Eylül ile başlayan haftanın son iş gününde tüm dünyaya yayılacak olan aşırı iyimserlik havasının ABD’de Perşembe gününden başlamasına sebep oldu. Belki de koordineli bir düzenleme atağıyla Perşembe günü birçok gelişmiş olan borsada açığa satışlara yönelik yeni kısıtlamaların gelmesi (mesela banka hisselerine yönelik açığa satış işlemleri büyük ölçüde yasaklandı), bu yükselişe destek oldu. 19 Eylül ise Londra Borsası’nın, son 24 yılın en güçlü günlük çıkışını yaptığı tarihî bir gün oldu.
Öte yandan mali sistemi geniş çaplı bir kurtarma operasyonu ile ihya etme planı henüz net bir şekil almadı ve söz konusu plana ABD Kongresi’nin ne cevap vereceği henüz belirginleşmiş değil. Yine de planın özetle, yeni bir varlık yönetim şirketinin kurulması ve mali kesim şirketlerinden devralınacak zehirli aktiflerin bu şirkete devrini teklif ettiğini biliyoruz. Bu yeni yapı, aslında 80’lerin sonunda ABD’de patlak veren mevduat ve kredi kurumları krizi sırasında kurulan ve söz konusu S&L (savings and loan) kurumlarının problemli aktiflerini devralan ve işi bittikten sonra da Federal Mevduat Sigorta Kurumu (FDIC)’na devredilen Resolution Trust Corporation’ın yeniden ihdasına benziyor. Banka ve sermaye piyasası şirketlerinin bilançolarında yapılacak bir temizliğin hem sisteme güveni arttıracağı hem de aktif satış baskısını hafifleteceği için piyasaları rahatlatacağı ifade ediliyor.
Özetle Eylül ayı gelişmeleri, mali kesimin mahiyetini kalıcı bir şekilde değiştirecek gibi gözüküyor. Bundan böyle kamunun bugüne dek serbestiliğiyle övünülen kesim içindeki payının ve müdahalesinin çok daha fazla ve keskin olacağı anlaşılıyor.
Paylaş
Tavsiye Et