KAPİTALİZMİN iç dinamikleri ve tarihsel devinimi üzerine yapılmış en etkileyici tahlillerden birine, Avusturyalı iktisatçı Joseph Schumpeter (1883-1950) imza atmıştır. Schumpeter, 1942’de yayımlanan ünlü eseri Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi’de popülerliğe kavuşturduğu “yaratıcı yıkım” kavramı ile kapitalist sistemin işleyişini açıklamaya çalışmıştır. Her ne kadar “yaratıcı yıkım” terimi tarihsel olarak ekonomik krizlerin açıklanmasında referans olarak kullanılsa da, Schumpeter isminin bugün içinde bulunduğumuz finansal küresel krizde daha sık anılmasının hayli düşündürücü bir nedeni daha var. O da Amerikan Merkez Bankası (FED) eski başkanı Alan Greenspan’in geçtiğimiz günlerde “yaşadığımız finansal yıkımın aynı zamanda kendisinin entelektüel düşünce yapısını derinden sarstığı”nı açıklaması. Önde gelen birçok iktisatçı bu ilginç ifadeyi çözümlemek için Greenspan’in 2007’de yayımlanan Türbülans Çağı isimli kitabına başvurmak gerektiğini belirtiyor. Bu kitap incelendiğinde ise 19 yıl boyunca FED başkanlığı görevini yürüten efsanevi ekonomi bürokratının düşünce yapısının şekillenmesinde etkili olan iktisatçıların başında Schumpeter’in geldiği görülüyor. Dolayısıyla Greenspan’in bu çarpıcı sözlerini deşifre etmek, bir yandan krizin iç dinamiklerini ve kapitalizmin değişen doğasını daha iyi anlamamız açısından büyük önem taşırken, diğer yandan da “yaratıcı yıkım” kavramının kriz okumalarında hâlâ ne kadar anlamlı olduğunu ortaya koyuyor.
“Yaratıcı Yıkım” ve Krize Müdahalenin Krizi
Schumpeter “yaratıcı yıkım” kavramı ile ekonomik döngülerin yapısı ve müteşebbislerin ve teknolojinin kapitalizmin krizleri ile bağlantısı üzerine en önemli teorik çerçevelerden birini inşa etmiştir. Greenspan’in içselleştirdiği ve ABD’nin ekonomi politikalarının oluşturulmasında referans aldığı “yaratıcı yıkım” dinamiklerine göre, piyasa ekonomisi, zamanla verimsizleşen ve gücünü yitiren işletmeleri ayıklayabilen ve bu sayede kaynakların daha etkin ve verimli işletmelere aktarılmasını sağlayan bir yeniden yapılanma ve canlanma mekaniğine sahiptir. Diğer bir deyişle kapitalizm ve yaratılan krizler, piyasadaki “yetersiz” aktörlerin “güçlü” aktörler ile yer değişmesini sağlar; bu sayede her yıkımın ardından bir yaratıcı süreç yaşanır. Ve bu süreçte kendini yenileyen, teknolojik olarak ileri giden ve piyasa şartlarında ayakta kalabilenler, yeni dönemdeki yaratıcılığın ve dinamizmin mimarları haline gelirler. Özetle kapitalist sistem, “yaratıcı yıkım” dinamikleri tarihsel olarak sağlıklı bir şekilde işlediği için her seferinde kendini yeniden üretmeyi, yeniden yapılandırmayı başarır.
Greenspan de kapitalizmin bu yapısını iyi okuyan bir ekonomist olarak, yaşadığımız son krizde “yaratıcı yıkım” döngüsüne yapılan müdahaleler nedeniyle, verimsiz sermayenin piyasa dışına itildiği ve yerine yeni sermayenin doğduğu bu sürecin artık tam anlamıyla işlemediğini savunuyor. Ve tam da bu sebepten dolayı düşünce yapısının sarsıldığına inanıyor. Çünkü mevcut krizde “yaratıcı yıkım” sürecinin içeriğine müdahale edilerek yıkım periyodunun getireceği zarar minimize edilmeye çalışılıyor. Devletler “yaratıcı yıkım” döngüsünü yumuşatmak için son zamanlarda sıkça rastladığımız üzere bir dizi şirket kurtarma, mali destek ve hatta devletleştirme gibi uygulamalara başvuruyor. Ancak Greenspan gibi ekonomistlere göre, hükümetlerin krizi ortadan kaldırmak için bu tür müdahalelerde bulunmaları, tam anlamıyla bir yıkım yaşanmasına izin verilmediği için kapitalizmin bu iç dinamiğinin tekrar işleyemez hale gelmesine yol açıyor.
Bu açıdan, “yaratıcı yıkım” kavramını içinde bulunduğumuz kriz bağlamında yeniden düşündüğümüzde, kavramın anlamının ve dinamiklerinin iki yönlü olarak yitirildiğini görüyoruz. İlk olarak, son yıllarda sıkça yaşanan ekonomik büyüme dönemleri büyük ölçüde piyasadaki kredi bolluğundan kaynaklanıyordu. Özellikle otomotiv endüstrisine yapılan eleştirilerde görüldüğü üzere, çok büyük bir verim artışı ve teknolojik atılım sayesinde yaşanan ekonomik yükselişlerle karşılaşılmıyordu. Yani “yaratıcı yıkım”ın yaratıcı olması gereken safhasının bizzat kendisi suni bir canlılığa işaret ediyordu. İkinci olarak, evet, ne olursa olsun ortada bir icat, bir yaratıcılık vardı; ancak bu suni dinamizm finans piyasasının ürettiği envai çeşit konut ipotekli finansal kağıtlardan ibaretti! Ve bu “icatlar” ne yazık ki yaratıcılıktan ziyade felaket getirdi. Kısacası “yaratıcı yıkım” süreci her açıdan sarsıntıya uğradı.
Schumpeter’in kapitalizmin dinamikleri üzerine ortaya koyduğu “yaratıcı yıkım” kavramı bugün piyasada “denge bulma” ve “ani düzeltme” hamleleri takıntılarıyla hareket eden aktörler tarafından adeta boğuluyor. Hükümetler de bu bağlamda iflas eşiğindeki bankalara, verimsiz işletmelere sağladıkları yardımlarla zor ve bir o kadar da riskli bir seçim yapıyorlar. Immanuel Wallerstein, Karl Polanyi, Joseph Schumpeter, Fernand Braudel, Karl Marx gibi düşünürlerin kapitalizm tahlilleri, bugün içinde bulunduğumuz durumun kısa vadede halledilebilecek bir sorun olmadığı konusunda günümüz iktisat politikaları yapıcılarına ışık tutmalı ve kapitalizmin bu krizi sadece teknik bir kriz olarak görülmemeli. Kapitalizmin ruhu çok daha derin bir duyarlılığa sahip ve kriz çözmede kullanılan matematiksel teknikler ve kısa vadeli finansal hareketler, bu duyarlılıkla bağlantı kurabilecek yaklaşımlar kesinlikle değil.
Hükümetler Ne Yapmalı?
Kuşkusuz bugün hükümetler de “yaratıcı yıkım” sürecinin önemli bir parçası durumunda. Ancak şimdilerde ekonomiye yapılan müdahaleler daha iyi bir finansal sisteme ulaşma açısından pek ikna edici görünmüyor. Finansal denetim ve gözetimin katı bir şekilde arttırılması, sorunları çözmek için gerekli ama yeterli değil. Kapitalizmin doğası ve iç dinamikleri hesaba katılmadan, matematiksel modellerle, finans piyasasının yeni türevleriyle mevcut sorunlara yaklaşmanın ne kadar işe yarayacağı belirsizliğini koruyor. Krizin sağlıklı yönetilebilmesi için daha kolektif, daha meşru ve hesap verilebilir adımların atılması gerekiyor.
Hükümetler ne piyasayı külliyen cezalandırmalı ne de kayıtsız destek vermeli. Devlet destekli istikrar önlemleri ile özel girişimler arasında bir denge aranmalı. Yıkım sürecini yumuşatmak pahasına, kimi zaman da siyasi nedenlerle, piyasaya yapılacak müdahalelerin uzun vadeli bir “fırsat maliyeti” olduğu da asla unutulmamalı. Banka kurtarmalarına, şirketler ve sektörlere verilen desteklere meşruluk kazandırmanın ve “yaratıcı yıkım”ın yaratıcı safhasının getireceği refahı arttırmanın yegâne yolu, öncelikle bu dengenin küresel ölçekte aranmasından ve müzakere edilmesinden geçiyor.
Paylaş
Tavsiye Et