Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2010) > Türkiye Ekonomi > Merkez Bankası ve faiz yönetimi
Türkiye Ekonomi
Merkez Bankası ve faiz yönetimi
İbrahim Öztürk
HERKESİN bir faizi var. Herkes kendi aldığı faizin yüksek, ödemek durumunda olduğu faizin de düşük olmasını istiyor. İşin ilginci şu ki, birinin verdiği “borç” diğerinin de “alacağı” olduğunda, istekler fena halde çatışıyor. Tasarruf eden kendi kazanacağı mevduat faizi ile ilgileniyor ve bunun olabildiğince yüksek olmasını istiyor; banka ise bu mudiden borcu olabildiğince uygun maliyetle alıp, iyi fiyattan satmak... Bir önemli “faiz” kategorisi de Hazine’nin borçlanma ihalelerine gelen talep sonucunda belirleniyor. Mantık aynı… Öte yandan bu yazının konusu olan Merkez Bankası (MB)’nın yasalarla tanımlanmış görevi ve derdi de enflasyon hedefini tutturmak. İşin ilginç yanı, MB de bu hedefine ulaşmak için “kendi kontrolü”ndeki faizlerle ilgileniyor.
Bütün bu faiz kategorileri bir makinenin dişlileri gibi birbirinin içine geçmiş. Bu karmaşık çark arasındaki “ahengin” sağlandığı yere “piyasa dengesi” deniyor. Bu farklı yöndeki çekişmeleri kısa vadede birçok değişken etkilese de, uzun vadede öne çıkan husus, tasarruf-yatırım açığı. Günün sonunda “talip olduğunuz yaşam kalitesi”ne karar verip sonucuna katlanmanız gerekiyor. Uzun vadede bir ülkede hayat standartları mal ve hizmet üretimi kapasitesiyle ölçülüyor. Burada esas olan, bu üretimdeki verimlilik düzeyini artırmak. Bütün bunların yolu da yatırımlardan geçiyor. Bir defa geleceği belirleyecek yatırım düzeyine karar verildiğinde, iş bunu finanse edecek kaynağın teminine kalıyor.
Türkiye gibi ulusal tasarrufları yetersiz kalan (halen GSYH’nin %7’si kadar bir açık var ve bunun karşılığı yıllık yaklaşık 75 milyar dolar) ülkelerde fon piyasasında faizler yüksek oluyor. Yatırımlardan vazgeçmeden içerideki tasarruf açığını kapatmak isteyen ülkelerin “gerekli şartları yerine getirerek” dış âlemden uygun vade ve maliyette borçlanması ve/veya doğrudan yabancı yatırım çekmesi şart. Türkiye de 2002 yılından beri adeta nefes nefese bütün bunları yapıyor. Ancak anlaşılacağı üzere Türkiye’de faizin, talebin, yatırımın çok hassas olduğu yer dış piyasalar.
İşte, 2006’nın ortasından itibaren MB’yi faizleri artırmaya zorlayan olumsuz süreç, şimdi tersi yöndeki başka bir olumsuz süreç nedeniyle düşürmeye zorluyor. Demek ki faizin inmesi ve çıkması tek başına yeterince anlam ifade etmiyor. Faiz vücuttaki bir ateş gibi. Çıkarken de düşerken de “Neler oluyor?” diye sormak ve anlamak lazım.
2006 ortasında neredeyse bütün dünya faizi artırdığı gibi şimdi de düşürüyor. Türkiye ise Ekim ayından beri faizi en çok düşüren ülke. Zira faizi en yüksek ülkelerden biri olduğundan Türkiye, enflasyondaki düşüşe paralel olarak faiz düşürmede eli en rahat ülkelerden. Yakın geçmişte cari açığı ve enflasyonu en çok direnen konumda olduğu için “riskli ülke” olarak görülen Türkiye, bugün görece riski en düşük ülkeler arasında. Cari açık baskısı yok. Yandaki grafikte de görüldüğü gibi gerçekleşen ve beklenen enflasyon arasındaki fark iyice kapanıyor. Türkiye’nin enflasyonu gelişmekte olan ülkeler ortalamasına hızla yaklaşıyor. Bu gelişme, diğer riskler de kontrol edildiği sürece beklenen reel faizin düşmesine yardım ediyor. MB’nin Mart’taki son bir puanlık faiz düşürme kararı ile reel faizler %4 bandında gerilemiş durumda.
Gelinen aşamada MB’nin kriz ortamındaki duruşunu “sakin, kararlı ve öncü” olarak tanımlamak gerekiyor. MB Eylül 2008’den beri tam 7 puanlık faiz indirimine gitti. 17,50 düzeyinden başlayan faiz, Mart’ta 10,50 ile tarihin en düşük düzeyine geriledi. 
Kriz ortamında bilinen kurallar artık rafa kalktı. Olayın “simya”sına vâkıf olmak, bilgece davranmak gerekiyor. Bunu kaçırıp hâlâ yurtdışından gelen haftalık raporları hıfzetmeyi sürdüren muhterem ekonomist zevat “şaşırmaktan” yorgun düşüyor.
MB faizi kullanarak “enflasyonun hedefin üzerine çıkmasına veya öngörülen patikadan sapmasına engel olmak” istiyordu. Derinleşen kriz ortamında da aynı şey geçerli. Enflasyonun beklentilerin çok ötesinde ve hızla düşmesi ekonominin çok fazla durgunluğa girmesi ve işsizlik anlamına geleceğinden, MB bunu da istemiyor ve bu sefer de enflasyonu alttan durdurmaya çalışıyor.
Aşırı derecede düşen enerji ve emtia fiyatları nedeniyle arz yönünden, içeride ve dışarıda düşen talep nedeniyle de talep cephesinden bir enflasyonist baskı yok. O halde büyüme ve istihdamı elden geldiğince kurtarmak için “para ağacının kökü”, “son başvuru mercii” olan, finans denizinde yüzen bankalar için bir “deniz feneri” konumundaki MB, geleceği okumak ve beklentileri şekillendirip yönlendirmek adına yukarıda bahsedilen hızlı faiz indirimlerini yapıyor.
Yavaş yavaş mesajları alan piyasalarda diğer faiz kategorileri buna ayak uydurarak düşüyor. Ayrıca sırf “faiz düştü, şimdi kur patlar” şeklindeki ezbere dayalı korku da gerçekleşmiyor. Zira içeride döviz arz ve talebinde büyük bir dengesizliğin olmadığı anlaşılıyor. Dengesizlik dışarıda olduğundan zaman zaman bize de yansıyor. Bu aşamada biraz da spekülatif hareketler devreye girince dövizin ateşi yükseliyor. Ancak krize rağmen rezervleri hâlâ 65 milyar dolar düzeyinde olan MB, öncü rolü ile devreye giriyor ve durum yeniden istikrar kazanıyor. Ancak MB’nin faiz düşürmede belirli sınırları var ve bunlar artık devreye girmek üzere.
Şöyle ki, krizi aşmak için hükümet de devrede. Kesenin ağzını “fena” açtı. 2008 yılının tümündeki bütçe açığının yarısı yani tam 8,8 milyar TL sadece Aralık ayında oluştu. Ocak-Şubat’ta açık 14,7 milyar TL oldu. Türkiye’nin yılın tamamında 30 milyar TL kadar bir bütçe açığı vermesi gayet normal, hatta gerekli. Ancak madem vergi gelirleri giderek daha fazla azalıyor ve bütçe harcamaları gittikçe artıyor; o halde bu makasın bir yerde kontrol edilmesi gerekiyor. Zira zaten fon kıtlığı yaşanan bir dönemde açıkların finansmanı için yapılacak borçlanma piyasalardaki fonları iyice kurutacağından Hazine’nin borçlanma faizi yükselme sürecine girecektir. Bu durumda MB’nin tek başına faizi düşürmesinin hiçbir etkisi kalmaz; tersine faizini artırmak zorunda kalır. Ayrıca kamunun borçlanma baskısının, yükselen faizler üzerinden bir “dışlama etkisi” oluşturarak özel yatırımları kovacağını da öngörmek gerekir. Halbuki MB “enflasyon gerektiğinden fazla ve hızlı düşmesin” diyerek faizi indirmişti, değil mi? Oysa uzun süreye yayılması durumunda, hükümetin bu açık finansmanı, başka bir kanaldan ekonomide daraltıcı etki oluşturabilir. Yani bugün kaçtığımız “yüksek faiz etkisi” biraz ileride, hem de çok daha olumsuz koşullarda karşımıza çıkabilir.
Son söz şu: bugüne kadar MB doğru olanı cesaretle yaptı. Hükümet de aynı şekilde doğru olanı yapıyor. Ancak MB’nin bundan böyle doğruları yapabilmesi için elinin rahat olması gerekiyor. Ve MB bu sınıra yaklaşıldığına dikkat çekiyor. Seçim sonrası dikkat ve disiplin hükümete düşüyor.

Paylaş Tavsiye Et