Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2010) > Memleket Hali > Dağdan indim ovaya...
Memleket Hali
Dağdan indim ovaya...
Yücel Bulut
TÜRKİYE çok hızlı ve kapsamlı bir dönüşüm içerisinde. Açılımlar açılımları kovalıyor. Ermenistan’la ilişkilerde yaşanan gelişmeler, Irak ve İran’a gerçekleştirilen üst düzey ziyaretler, Demokratik Açılım paketi, halen sürmekte olan Ergenekon operasyonu ve davası… Özetle Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki AKP hükümetinin ülke içerisindeki icraatları ve dış politikadaki girişimleri baş döndürücü bir hızla devam ediyor.
Kandil’den ve Mahmur Kampı’ndan bir grup PKK’lının Habur sınır kapısından Türkiye’ye gelip, yetkili makamlara teslim olmaları, “karşılanış” anına ilişkin türlü değerlendirmeler ve tartışmalara rağmen, Demokratik Açılım sürecinin devam edeceğinin işaretlerini sunuyor. Hükümet, bu konudaki tepkileri dikkate almakla birlikte, başlattığı açılım sürecinin devam etmesinden yana tavrını koyuyor. PKK’lıların Türkiye’ye geliş süreçlerini yeniden ve tepki yaratmayacak biçimde düzenlemek amacıyla Avrupa’dan gelecek olanlara şimdilik “dur” demekle birlikte, yaptığı açıklamalarla süreci devam ettirme kararlılığını da sergiliyor. AKP için kısa vadede yıpratıcı olma ihtimali bulunan bu sürecin, uzun vadede gerek kendisine ve gerekse de Türkiye’ye önemli katkıları olacağına şüphe yok.
PKK’lıların “kahraman” gibi karşılanmasının, çeyrek asrı aşmış bir savaşın yarattığı travmalar nedeniyle, kamuoyu tarafından tepkiyle karşılanması gayet doğal. Gerek muhalefet partilerinden gerek sivil toplum kuruluşlarından gelen tepkiler, bu konuda önemsenmesi gereken bir hassasiyetin varlığını gösteriyor. Ancak aynı kamuoyunun, çatışmalar tırmandığında, bölgeden şehitler geldiğinde “akan kanın durması” yönündeki taleplerini çeşitli şekillerde dillendirdiklerini de biliyoruz. Silaha daha fazla silahla karşılık vermenin artık Kürt meselesinin nihai çözümünde etkin bir yöntem olmadığı da genel kabul görüyor. O nedenle, özellikle muhalefet partilerinin, sivil toplum kuruluşlarının, doğal olarak TSK’nın sürece ilişkin değerlendirmelerini en makul seviyede dile getirmeleri bir sorumluluk gereğidir. Bu kesimin, sorunun konuşulmasına, tartışılmasına dahi soğuk bakan başlangıçtaki yaklaşımlarını değiştirmeye başlamaları, sağduyunun galip gelmesi açısından önemli.
Elbette tüm siyasi partilerin veya bir olayın tüm taraflarının, o konuda aynı şeyleri söylemelerini istemek ve beklemek son derece yanlıştır. Memleketin tüm meselelerinin bütün boyutlarıyla tartışılması, dolayısıyla da eleştirilerin yükselmesi gayet doğal; hatta iktidar makamlarının bu eleştiri ortamının oluşturulmasına özen göstermeleri gerekir. Ancak Kürt meselesi gibi ülkenin en önemli meselelerinden birisinin, şimdiye dek Türkiye’de bir sorun olarak görülmeyişi ve dolayısıyla da üzerinde konuşulmayıp belli bir tavrın dayatılması düşündürücü. Bu konuda, en azından Meclis’teki partilerin hükümetle konuşmaya sıcak bakmaya başlamaları başlı başına önemli bir gelişme.
PKK’lıların dağdan inmeye/indirilmeye başlanması, gerçekte Türkiye Cumhuriyeti açısından Kürt meselesinin çözümünde kazanılmış önemli bir siyasi başarıdır. Bu siyasi başarının, kamuoyu nezdinde hoşnutlukla karşılanması için zamanın gerektiği de aşikâr. Çeyrek asırlık bir mücadelede çocuğunu, eşini, abisini, kardeşini vatan uğruna şehit vermiş bir toplumdan söz ediyoruz. Aynı şey, bu çatışmalarda hayatını kaybeden PKK’lıların yakınları için de geçerli elbette. Nitekim PKK’lıların kahraman gibi karşılanması da, bu kabullenememe durumunun bir ifadesidir. Bu durum, görünürdeki teslimiyet halini zafermiş gibi gösterme çabası olarak değerlendirilebilir. Bu tavrın, Kürt açılımına yönelik şüphe duyan kesimleri -benzer gerekçelerle- rahatsız kıldığı da anlaşılıyor. Söz konusu tavırların sürdürülmesinin, meselenin çözümünde ciddi engeller çıkaracağı açık.
Çeyrek asırlık bu süreçte yaşananlar, toplumun her kesiminde ve toplumsal hayatın her alanında ciddi bir yorgunluk ve bıkkınlık yarattı. Maddi ve manevi kayıplardan kaynaklanan üzüntü ve şikayet de her fırsatta dile getirildi ve sorunun bir an önce çözülmesi istendi. Dolayısıyla, çözüm isteğindeki samimiyet, süreci kesintiye uğratacak aşırılıklardan uzak durmayı gerekli kılıyor. O nedenle de, bu sürecin taraflarının olabildiğince sağduyulu ve sakin bir şekilde hareket etmeleri gerekiyor. Her iki taraftan da halk düzeyinde daha sert tepkilerin, protesto seslerinin yükselmesi mümkün. Ancak iktidar sorumluluk makamıdır. Süreci sorumlu ve sakin bir şekilde yürütme zorunluluğu vardır. Şu ana kadar hükümetin sergilediği davranışlar da, bu konuda belli bir hassasiyetin gözetildiğine ilişkin ipuçları veriyor. Avrupa’dan geleceği iddia edilen PKK’lı grubun gelişlerinin -bir süreliğine- durdurulmasının ardında da, sürecin her iki taraf için de tahriklere izin verilmeyecek bir şekle kavuşturulması arayışı bulunuyor.
Demokratik Açılım ve komşu ülkelerle geliştirilen ikili ilişkiler, kısa vadede kimi sancılı durumlar yaratma potansiyeline sahip olsa da, uzun vadede Türkiye’nin istikrarlı bir ülke olmasına katkı sağlayacaktır. İçeride ve dışarıda sorunlarını çözme iradesi göstermiş ve onları kontrol altına almış bir Türkiye’nin, yapısal nitelik arz eden iktisadi, toplumsal, siyasal ve kültürel sorunlarının çözümüne yoğunlaşması çok daha kolay olacak.
Tek bir açılımdan değil, birbiriyle ilintili, her biri diğerini besleyecek ve onun sayesinde anlam ve kuvvet bulacak pek çok açılımdan bahsetmek daha doğru. Şu an için, Kürt Açılımı, tartışmalarda diğerlerine göre daha merkezî bir yer işgal ediyorsa da, aslında o da daha bütünlüklü bir açılımın parçalarından biri. Daha doğrusu, tüm bu açılımlar çok daha büyük ve bütünlüklü bir “Türkiye Açılımı’nın ipuçları mahiyetinde. Zira bir-örnekleştirici bir zihniyet yönetiminde bugünlere gelen Türkiye, bundan sonra o bir-örneklik (tek-tiplik)dayatıldığında bütünüyle dağılma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Geliştirilebilecek en sağlıklı ve akıllı siyaset, ülkedeki tüm kimliklerin bir şekilde kendilerini ifade edebilecekleri bir zemin oluşturmak, dahası, oluşumuna bu toplumda yaşayan her bir kesimin müdahil olduğu ve kendisine yansıtıldığına inanabileceği ortak yeni bir kimlik inşa etmek. Bu elbette, üzerinde mutabakat sağlanabilecek birleştirici ortak noktaların öne çıkarılmasıyla mümkün. Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren uygulanmaya başlanmış, farklı biçimler kazanmak suretiyle Cumhuriyet devrinde de sürdürülmüş etnisite merkezli parçalayıcı yaklaşımlarda ısrar etmekle bu ortak kimliğin üretilme şansı hiç yok. Dolayısıyla sorun yalnızca, önceki kadroların siyaset yapma tarzlarında bulunmuyor. Belki de, bütün bir Cumhuriyet dönemi için seçilen ana yörüngede bir problem olduğu daha doğru bir tespit olacaktır.
Böyle bir tablo, yukarıda bahsedilen, içeride ve dışarıda sağlanacak barış ortamının istikrarlı bir şekilde devamında da belirleyici bir rol oynayacaktır. Zira söz konusu siyasetlerin uygulanabilmesi, ancak ülke içerisindeki dağınıklığın, toplumsal hayatımızın hemen her alanındaki parçalı yapının giderilmesiyle mümkün. Bunun yolu ise her bir parçanın temel belirleyici olma arayışı içine girmesini engelleyecek, bütün parçaların katkıda bulundukları ve eş önemde oldukları ortak bir bütünün inşasından geçiyor.
Neymiş? Kâğıt Parçası De-ğil-miş!
Hükümetin açılım paketi, yalnızca Kürtleri ya da Ermenistan’la ilişkileri kapsamıyor. Demokratik Açılım’ın bir ayağını da askerî müdahalelere yönelik önlemleri muhkemleştirme oluşturuyor. Ergenekon operasyonları bağlamında geçtiğimiz aylarda gündeme gelen ve kamuoyunda “İrticayla Mücadele Eylem Planı” olarak bilinen raporun altındaki imzanın Albay Dursun Çiçek’e ait olduğu doğrulandı. Hem raporu “kâğıt parçası” olarak değerlendiren Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un hem de hükümetin şimdi nasıl bir tavır sergileyecekleri merak konusu. Ayrıca “vatansever bir subay”ın ihbar mektubuyla gündeme gelen yeni iddialar da, bu konularda geçmişte hayli sert demeçler veren Genelkurmay Başkanı’nın işini oldukça zorlaştırıyor. Bütün bu gelişmelerin, tam da dağdan inen PKK’lıların karşılanma merasimlerine yönelik tepkilerle aynı zamana denk gelmesi de manidar.
Ergenekon operasyonları, Türkiye’de siyasetin belli bir dengeye oturması ve normalleşmesi açısından önemli bir işlev gördü ve görmeye de devam ediyor. Islak imzanın Dursun Çiçek’e ait olduğunun belgelenmesi de, bu anlamda benzer bir işleve sahip. Bu noktada Genelkurmay Başkanlığı’nın ve daha da önemlisi sivil yargının Türkiye’de bir daha askerî darbelerin yaşanmaması yönünde kalıcı ve caydırıcı adımlar atması zorunlu. Bu açıdan, sivil irade önemli adımlar attı. Yalnızca darbe girişimlerinin haberlerini almakla yetinilmiyor, gereği de yapılıyor artık. Darbe girişimcilerine, hukuk dışı girişimlerinin kanıtlarını ortadan kaldırmalarına izin vermeyecek şekilde, suçüstü yapılıyor. “Durumdan vazife çıkaranlar”ın attıkları her adıma ilişkin bilgiler, geriye dönük olarak, birer birer önlerine konuyor.
Konunun üzerine, herkesten önce Genelkurmay Başkanı’nın gitmesi gerekiyor. Kurum içinde neler olduğunun öncelikle onun öğrenmesi elzem. Zira, kendisine sürekli olarak yanlış bilgi verilen ve kamuoyu nezdinde küçük düşürülen, yıpratılan bir kurum lideri konumuna düştü. Kurumunun ve liderliğinin yıpratılmaması adına gereğini yapmalı. İkincisi, bu girişimlerin kişisel girişimlerin mi yoksa kurum-içi-kurumsallaşmanın ürünü mü olduğu ortaya konmalı.
Demek artık bu ülkede darbe yapmak hiç de kolay değilmiş! Demek bu ülkede de darbecilere dokunmak mümkün olabiliyormuş! Ne güzel!

Paylaş Tavsiye Et