İKTİSADİ düşünce tarihinin derinliklerine uzandığımızda “girişimcilik” kavramı, hem ekonomik profesyonellerin ve düşünürlerin yoğun ilgisini çeken hem de anlaşılması ve tanımlanması zor bir kavram olarak karşımıza çıkar. Genel olarak girişimcilik üzerine yapılmış birçok tanımlama olmasına rağmen “kadın girişimcilik” kavramı literatüre ilk kez 1974’te girdi. Büyük firmalardaki “cam tavan” engeli, bağımsız bireyler olma ihtiyacı ve biyolojik cinsiyet kavramının önem kazanması 1970’lerde kadın girişimcilik kavramının bir fenomen olarak ortaya çıkmasına neden oldu. 1980’li yıllardan itibaren girişimcilik ve yenilikçiliği ödüllendiren serbest piyasa rejimlerine geçen ülkelerde kadınların istihdama katılımı ve girişimcilik oranlarının yükselmesiyle ülkelerin milli gelirlerinin büyüdüğü ve refah düzeylerinin arttığı inancı kuvvetlendi; ve nihayet girişimcilik, buna bağlı olarak da kadın girişimcilik terimi iktisadi literatürde hak ettiği yeri aldı.
Son dönemde ABD, İngiltere, İskandinav ülkeleri, Japonya, Güney Kore ve Çin gibi ülkelerde girişimcilik kültürünün gelişimine büyük önem verilirken, gelişmekte olan ülkelerde de yeni ekonomiye geçişin hız kazanmasıyla birlikte girişimciliğe ilgi artıyor. Bu eğilimin temelinde, girişimciliğin refah yaratan, sosyal yapıyı ve ilişkileri düzenleyen bir güç olarak algılanması ve bundan dolayı da girişimci sınıfın öneminin artması yatıyor. Günümüzde girişimci sınıfın toplumsal ve politik gücü azımsanmayacak kadar önem kazandı ve kadın girişimcilerin küresel iktisadi oyunun temel ve vazgeçilmez aktörleri oldukları da artık tartışma götürmüyor.
Türkiye tecrübesine odaklandığımızda ise kadın girişimcilik kavramının 1980’lerdeki iktisadi liberalleşme ve küresel entegrasyon döneminin ardından, küresel eğilimlerin aksine, ancak 1990’lı yılların sonlarına doğru önem kazanmaya başladığını gözlemliyoruz. Yeni ekonominin motor gücü olarak girişimcilik kültürü son derece önemli olmasına rağmen Türkiye’de girişimci kadınların oranlarının hem sayı hem de ağırlık açısından şimdiye dek çok düşük kalması düşündürücü. Her ne kadar Gertrude Stein “Girişimci, girişimcidir” diyerek girişimcinin ölçeği, şekli, rengi ve cinsiyetinin önemli olmadığını vurgulasa da günümüzde girdikleri sektörler, işletme tercihleri ve yönetim biçimlerine bakıldığında kadınların sahip oldukları risk sermayelerinin toplumsal iktisadi tercihler dolayısıyla belli sektörlerde yoğunluk gösterirken belli sektörlerde yok denecek kadar az olması dikkat çekici.
Yeni ekonomiye geçişle birlikte tüm dünyada girişimcilik eğiliminin yükselmesine rağmen kadın girişimcilerin alışılagelen ve rağbet bulan sektörler dışındaki alanlara yönelik ilgilerinin pek de değiştiğini söyleyemeyiz. Türkiye’de kadınlar daha çok eğitim, finans, bilişim, hizmet ve bankacılık sektörlerinde faaliyet gösteriyorlar. Sanayi, makine vb. üretime dayalı sektörlerde kadın girişimci ve yönetici sayısı oldukça az. Bunun da en önemli nedenleri arasında ülkedeki iktisadi, kültürel ve sosyo-ekonomik çevrenin sunduğu imkanlar bulunuyor. TÜİK rakamları Türkiye’de sadece 72 bin kadın girişimcinin varlık gösterdiğini ortaya koyuyor. Kadınların genel nüfusa oranına kıyasla kadın girişimci oranın bu denli düşük olmasının ve girişimciliğin kadınlar arasında Türkiye’de hak ettiği sempatiyi görememesinin altında finansman sorunları, iktisadi krizler, toplumsal bakış, kültürel yapı, iktisadi teşviklere erişimdeki zorluklar ve ailevi nedenlerin yattığı söylenebilir.
Bilgi ve donanımı ön plana çıkaran yeni iktisadi yaklaşım çerçevesinde girişimcilik ve yenilikçiliğin artan önemi bağlamında kadınların her sektörde girişimci ve yönetici olmaya teşvik edilmeleri gerekir. Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde girişimcilik ruhunun özendirilmesi konusu giderek önem kazanıyor ancak nüfusun hatırı sayılır bir kısmını oluşturan kadınların iktisadi düzendeki katma değerlerinin arttırılması meselesi de gündemin üst sıralarına çıkmıyor. Girişimciliğin önemsendiği bir kültürel ortamın oluşturulması için kadınların topluma olan katkısının ve iktisadi büyümedeki önemli rollerinin topluma anlatılması gerekir. Bu yüzden de sadece büyük kentlerde değil Anadolu’nun her köşesindeki girişimci kadın hareketleri desteklenmeli ve kadınların iktisadi değer üreterek güçlenmeleri sağlanmalıdır. Bunun için de birlik olmak, girişimcilerin birbirlerini destekledikleri ve besledikleri ağlar oluşturmak gerekir. Ayrıca Türkiye’deki mevcut organizasyonların ataerkil yapıları, bu tip kurumlarda kadınların sahip oldukları işletmelere yönelik faaliyetlerin olmayışı ve kurumsal yapı dışında sosyal sorumluluk sahibi kadınların bir araya gelebilecekleri platformların eksikliği kadınların ortak hareket edebilmelerinin ve işletmelerini büyütebilmelerinin önündeki en büyük engeller arasında yer alıyor. Kadınların statüleri, sorunları gibi alanlara yönelmenin yanında ticari ve sosyal ortaklık yapabilecekleri platformlar da oluşturmak gerekir.
Bir Hatice, Bir Zeyneb Olmak
Ticari girişimciliğin yanında her girişimcinin kurumsal sosyal sorumluluk çerçevesinde topluma olan borcunu sosyal faaliyetlerle ödemesi anlayışına sahip olması da gerekir. Girişimciliği sosyal sorumluluk projeleri olarak algılayan, topluma değer katacak ve bunu somut projelere dönüştürebilecek gönüllü kadın girişimcilere de büyük ihtiyaç var. İlk kadın müteşebbis olan Hz. Hatice, girişimci ruhu ile Arap yarımadasında iktisadi ve siyasi güce sahip olmuştu. “Yoksulların anası” lakabını alan Hz. Zeyneb de kendi deri atölyesinde el emeği dericilik sanatından elde ettiği tüm geliri ve Hz. Ömer zamanında Divan’dan aldığı maaşın tamamını tasadduk etmesi bakımından toplum yararını gözeten ve topluma iktisadi değer katarak katkıda bulunan gönüllü kadın girişimciler için mükemmel bir örnek. Bu yüzden Hz. Hatice ve Hz. Zeyneb gibi istisnai rol modelleri topluma tanıtacak gönüllü girişimci kuruluşların stratejileri de günümüzde önem kazanıyor. Ayrıca kadın girişimciler için, Fatma Bacı liderliğinde kurulan ve dünyanın ilk kadın “sivil toplum örgütü” olarak bilinen “Bacıyan-ı Rum”, Anadolu’daki kadınların çeşitli alanlarda iş dünyasına girerek iktisadi ve sosyal hayata aktif katılmalarına olanak sağlayan önemli bir örgütlenme modelini temsil ediyor. Günümüzde toplumun, Hz. Hatice gibi iktisadi ve siyasi temsil gücüne sahip müteşebbis kadınlara, Hz. Zeyneb gibi kazancını toplumda ihtiyaç sahiplerine tasadduk eden ve toplum yararına çalışan sosyal girişimcilere ve Fatma Bacı gibi aktif iktisadi hayatın içinde olan kadınları ülkenin her yerinde teşkilatlandırma becerisini haiz, sosyal sorumluluk sahibi gönüllü kadın girişimcilere ihtiyacı var.
Küresel iktisadi düzen hızla değişiyor. Donanımlı, girişimcilik kabiliyeti olan, organizasyon becerisine sahip bireyler ve bu bireylere sahip ülkeler rekabet avantajı kazanarak ön plana çıkıyor. Girişimcilik kültürünü geliştiremeyen bireyler ve ülkeler gelişen küresel iktisadi düzenin gerisinde kalıyor. Bu bağlamda, ülkemizin hem yeni yetişen kadın girişimcilere hem kadın girişimci ve yönetici potansiyellerinin geliştirilmesine hem de kadınların çalışma hayatına daha etkin katılımlarının sağlanması ile iktisadi refahın yükseltilmesine şiddetle ihtiyacı var. Ancak en az onun kadar ihtiyaç hissedilen bir husus, ait olduğumuz medeniyet ve değerler sisteminden beslenerek toplum yararına katma değer üreten, sosyal sorumluluk hizmetleri veren ve çevrelerindeki toplumsal kesimleri bilinçlendiren Hz. Hatice ve Hz. Zeyneb modelinde sosyal girişimcilerdir.
Paylaş
Tavsiye Et