HAK İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Hak-İş), Türk işçi hareketinin hızla büyüdüğü, yoğun grevlerin yaşandığı 1970’li yılların ortalarında, 22 Ekim 1976’da, çeşitli işkollarında örgütlenmiş bulunan 7 bağımsız işçi sendikası tarafından kurulmuştur. Bunlar Öz Yapı-Sen, Öz Süt-Kur, Öz Demir-İş, Öz Yol-İş, Öz Dokuma-İş, Öz Gıda-İş ve Öz Metal-İş sendikalarıdır.
Hak-İş Konfederasyonu’nun temel özelliği, kuruluşundan itibaren ülke gerçeklerini dikkate alan “yapıcı, uyumlu ve uzlaşmacı” bir sendikacılık anlayışına sahip olması ve bu anlayışını geliştirerek sürdürmesidir. Nitekim ana tüzüğünde belirtildiği üzere Hak-İş, “ülke gerçeklerini göz önünde bulundurarak çalışanların haklarını korumayı, milli ve manevi değerlere saygıyı, hak ve hukuk kaidelerine uymayı ve bu değerlerle işçi ve işverenler arasında denge sağlamayı ve işbirliğini geliştirmeyi, iş ahengi ve iş barışını çatışmasız bir şekilde tesis etmeyi amaçlayan” bir konfederasyon olarak kurulmuştur.
Öncelikle, ülkemizde 1952’de kurulan ilk işçi sendikası konfederasyonu olan Türk-İş dışındaki konfederasyonların kuruluşunda, siyasal hareketteki bölünmelerin etkili olduğu ve bu konfederasyonların, belli bir ideoloji doğrultunda ve siyasi partilerin işçi hareketi içindeki temsilcisi olarak sendikacılık tarihimizdeki yerini aldıkları belirtilmelidir. Sendikalar, partileşen veya partileşmeyen siyasal hareketler tarafından geniş kitlelere ulaşmada ve toplumsal etkinliği artırmada bir araç olarak görülmüşlerdir. Bu nedenle Türkiye İşçi Partisi ile dolaylı şekilde de olsa belli bir işbirliği sonucu kurulan DİSK bu parti ve CHP ile, MİSK Milliyetçi Hareket Partisi ile, Hak-İş ise Milli Selamet Partisi ile tutum birlikteliği içinde hareket etmiştir.
Ancak 1980 müdahalesi ülkemizdeki sendikaların ideolojilerinde ve sendikacılık anlayışında büyük değişikliklere yol açmıştır. Hak-İş de bu değişimden etkilenmiş ve 1980 öncesinde keskin ideolojik eğilim taşıyan bu konfederasyon, ana paradigmasında köklü bir değişim olmamakla birlikte ideolojik keskinlikten uzaklaşmıştır. Gerçekten Hak-İş, 1980 öncesinde ücret sendikacılığını reddetmekte, sendikacılığın hak nizamın kurulmasında bir araç olduğunu savunmakta ve bu amacı gerçekleştirmek için de milli ve inkılapçı bir sendikacılık anlayışını benimsemiş bulunmaktaydı. Ayrıca sosyalizm, komünizm ve kapitalizm gibi kökü milletimize ait olmayan yabancı ve yıkıcı akımları kabul etmeyen Hak-İş, çalışma hayatının ülkemiz değerlerine ve tarihî birikimine dayalı olarak yeniden yapılanması gerektiğini ileri sürmekteydi.
1980 sonrasında ise 15 Eylül 1980-19 Şubat 1981 tarihleri arasında kısa bir süre faaliyeti durdurulan Hak-İş, yeniden faaliyete geçtiğinde yeni bir kimlik arayışına yönelmiştir. Sendikal örgütlenme ve mücadele anlayışındaki değişikliklerin ilk adımı, genel başkanın da değiştiği 19-20 Aralık 1981 tarihindeki 3. Genel Kurul’da atılmıştır. Zaten 12 Eylül müdahalesi koşulları sadece Hak-İş’te değil, ideolojik eğilimler taşıyan konfederasyonların tümünde köklü bir dönüşüme yol açmıştır. Daha doğrusu sendikal ve siyasal faaliyetlerin büyük ölçüde kısıtlandığı bu müdahale dönemi, sendikalara kendi kimlikleri üzerinde yeniden düşünme ve kendi kurumsal yapılarını yeniden üretme imkanı vermiştir. Müdahale sonrasında bazı siyasi partilerin kapatılması ve siyasi yasakların uzun bir süre devam etmesinin etkisiyle sendikalar ve siyasi partiler arasındaki tutum birlikteliği biçiminde ortaya çıkan sıkı ilişki biçimi zayıflamıştır. Bu ortamdan istifade eden Hak-İş’te 1980 sonrası dönemdeki ilk değişiklik, siyasi partilerle daha mesafeli ve dolaylı ilişkiler kurmaya başlaması ve halen bu tutumunu sürdürmesidir. Hak-İş bütün siyasi partilere eşit uzaklıkta durmakta ve ilişki kuracağı partide ortak dünya görüşü ve daha da önemlisi çalışanların sorunlarına ortak bakış açısı aramaktadır. İktidardaki partilere, ülkenin sorunlarına çözüm ürettikleri, faydalı işler yaptıkları sürece destek olan Hak-İş, sorunlara kayıtsız kalan iktidarlara ise sivil muhalefet etmekte, uyarı ve tavsiye görevlerini yerine getirmektedir. Bu, Hak-İş’in katı ideolojik saplantılardan uzak durarak ülkenin gelişmesine yönelik her türlü çabaya destek olduğunu ve makul bir yaklaşımla yapıcı bir sendikacılık işlevi yerine getirdiğini göstermektedir.
Asıl önemli değişiklik Hak-İş’in farklı bir sendikacılık anlayışı geliştirerek 1990’lı yıllarda sendikacılığın bir sivil toplum örgütlenmesi olduğu görüşünü vurgulamaya başlamasıdır. Hak-İş, bu yaklaşımıyla, başta siyasal iktidarlar ve siyasal partiler olmak üzere her türlü etkiden uzak olarak sosyo-ekonomik ve siyasi şartlardaki değişiklikleri ve dünyadaki endüstri ilişkileri alanındaki gelişmeleri dikkate alarak uyumlu ve özgün politikalar üretmeye odaklanmıştır. Çalışma hayatına önemli değişiklikler getiren makro düzeydeki değişmeler ile yeni yönetim teknikleri ve insan kaynakları yönetimi gibi gelişmeler karşısında sendikaların yapı, fonksiyon ve yaklaşımlarının değişmesinin gerekliliğine inanan Hak-İş, çatışmaya dayalı sendikal mücadele yerine, üretimden kaynaklanan karşılıklı çıkar ilişkisine dayalı uzlaşmacı sendikacılık anlayışının geliştirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Nitekim Et ve Balık Kurumu ile Karabük Demir Çelik işletmelerinin özelleştirilmesinde Hak-İş, çözümsüz katı muhalefet anlayışı yerine, Türk sendikacılığında yeni bir olgu olan teklif sendikacılığını öne çıkararak özelleştirilecek işletmelerin çalışanlara da satılabileceğini savunmuş ve bu politikanın hayata geçirilmesini sağlamıştır.
Hak-İş 1990 sonrasında sendikaların sivil-demokratik bir kitle örgütü olarak yapılanması anlayışıyla hareket etmiş ve iktidarlar, diğer sivil toplum örgütleri ve kamuoyu ile ilişkilerini bu perspektifle dizayn etmiştir. Hatta bu yaklaşımını olağanüstü dönemlerde dahi sürdürmüştür. Öyle ki, ülkemizde sendikaların iktidarlar karşısında aldığı tavır olağan ve olağanüstü dönemlerde farklılık arz eder. Olağan dönemlerde, çalışanlar için daha fazla taviz koparmak amacıyla siyasal iktidarlara baskı yapan sendikalar, olağanüstü dönemlerde ideolojik kaygılarla farklı yaklaşımlar sergilemekte, demokrasiden ve sivil toplumcu niteliklerinden uzaklaşmaktadır.
Nitekim Türk siyasal hayatında kırılmalara yol açan 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat süreçlerinde sendikalar farklı politikalar takip etmişlerdir. Türk-İş üç müdahaleyi de desteklemiştir. DİSK ise 12 Mart ve 28 Şubat’ı desteklemiş, kendine karşı açık bir cephe alan 12 Eylül’e destek vermemiştir. 12 Mart’tan sonra kurulan Hak-İş ise 12 Eylül’ü eleştirmiş, 28 Şubat sürecini de desteklememiştir. Hak-İş, sivil ve demokratik niteliğini 28 Şubat sürecinde koruyabilen sınırlı sayıdaki kuruluş arasında yer almıştır. İlginç olan husus, bu süreçte aralarında “menfaat çatışması” olması gereken işçi ve işveren konfederasyonları ve meslek odalarının “beşli çete” adını verdikleri bir oluşum içinde çalışma hayatından kaynaklanmayan gerekçelerle dönemin iktidarını devirmek amacıyla birlikte hareket etmeleridir. Ne yazık ki bu süreçte demokratik sistemin vazgeçilmez unsurlarından olan sendikalar ve sivil toplum örgütlerinin çoğu başarılı bir demokrasi sınavı verememiştir.
Kuruluş yıllarından itibaren güçlü bir üye desteğine sahip olan Hak-İş, 1980’li yıllar boyunca üye sayısını artırmıştır. 1984’te 104.524 olan üye sayısı, 2001’de 299.312’ye, 2008 yılı itibarıyla 402.054’e yükselmiştir. Ülkemizdeki sendikalı işçilerin %13’e yakını bu konfederasyona üyedir. Güçlü sendikacılık anlayışı gereği sadece 6 işkolunda örgütlenen Hak-İş’e bağlı ikisi tarım işkolunda olmak üzere 7 işçi sendikası vardır. Bunlar; Tarım Orman-İş, Öz Tarım-İş, Öz Gıda-İş, Öz İplik-İş, Öz Ağaç-İş, Çelik-İş ve Hizmet-İş’tir. Bu sendikalar içinde en fazla üyeye 119.481 üye ile Hizmet-İş, 96.161 üye ile Çelik-İş, 87.781 üye ile Öz İplik-İş sendikaları sahiptir. Ayrıca Kıbrıs Türk Kamu Görevlileri Sendikası da Hak-İş’e bağlıdır.
Paylaş
Tavsiye Et