Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Ekonomi
İSO-500’de istihdam az, tekelleşme tam gaz
İbrahim Öztürk
BÜYÜK sermaye AK Parti döneminde tarihî bir büyüme kaydetse de, sahne arkasında sürekli olarak ona nefretini açıkladı. Yerine koyacak daha iyi bir parti bulamadıkları için hükümete “katlanma”ya çalıştılar. Hatta kimin kimi nereye koyacağına halkın karar vermesine de bir hayli hayıflandılar.
İstanbul Sanayi Odası’nın hazırladığı “Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu 2008 Yılı” raporu ise gidişatın ne yönde geliştiğini açıkça gösteriyor. Ancak bu çalışmanın güvenilirliğini de ayrıca sorgulamak gerekiyor. Zira anket soruları doğrudan üyelere gönderiliyor. Cevap verme zorunluluğu yok. Beyan esas. Anket çalışmalarının bir yerlere mesaj vermek ve yönlendirmek için nasıl ustaca kullanıldığını da bilen biliyor. Diyeceğim odur ki açıklanan İSO-500 anketine bu gözle bakalım, ne küçümseyelim ne de abartalım.
Şimdi çalışmaya dönmek gerekirse, 2008 kârlılık göstergelerinin 2001 krizinden de kriz öncesindeki “altın yıldan” da daha kötü olmadığını söyleyebiliriz. 2008 yılında dünyanın devasa şirketlerinin hak ile yeksan olduğunu düşünürsek bunun ne demek olduğunu daha iyi anlarız.
Kârlar kabaca %4 oranında artmış. Bu, 2001’den sonraki en düşük oran olabilir. Ancak 2008 yılında ekonominin sadece %1,1 büyüdüğü ve sanayi üretiminin ilk defa sıfırın altına düştüğü dikkate alınınca insanın şükretmesi gerekiyor. Ancak şükretmek bizimkilerden beklenecek bir davranış değil. Her şeyden önce işe din karıştırmak olmaz! Zaten bu dönemde “iyiye iyi demeyeceklerine” de ant içmişler malum sebeplerle. 2002’den bu yana ilk defa yedi yıl gibi uzun bir periyotta kesintisiz kâr açıkladılar. Bu kez de “1990’lar böyle değildi” dediler. Tabii değildi; açıkladıkları kârların %70’i faaliyet dışı alanlardan, yani kamu kağıtlarından, işin Türkçesi faizden geliyordu. Cuntacı-mafya izdivacından husule gelen yan gelip yatma dönemini unutamamışlar besbelli.
Ayrıca “Kâr ettik ama sor bakalım nasıl?” dediler. “Siz bakmayın, bunun %25’i kambiyo kârı” dediler. İyi ya işte, beleşe borç almış, TL’ye geçmiş, kurdan, faizden ve faaliyetten kazanmışsın. Yüksek kârlarına “evlere şenlik” başka açıklamalar da getirdiler. Örneğin dediler ki; “Tamam, bu sene de kârdayız ancak gelecekte zarar edeceğiz.” Eh, Allah dualara icabet eder. Belli ki 2009 yılında duaları kabul edildi. 2008’e bakıp “2009’da daha da beter olacağız” dediler. Allah gönüllerine göre versin.
Biraz da tekelleşme eğilimlerine yakından bakalım. Kamu kuruluşları ciroda, kârlılıkta, ihracat performansında ilk sıraları süslemiyor artık. Yani özelleştirmelerin ardından iktisadi faaliyet artan oranlarda özel sektöre geçiyor. Özelleştirmenin amacına ulaşması için yatırım, istihdam, kalite ve ucuzluğun artması, bütün bunların refah düzeyine yansıması lazım. Burada rekabet artışı olmazsa olmazlardan. Bir başka ifade ile kamu tekellerinin özel sektör tekellerine dönüşmemesi gerekiyor.
Açıklanan veriler irdelendiğinde, tepede rekabet dışı büyük bir yoğunlaşmanın olduğu görülüyor. Örneğin 2007 yılında üretimden satışların %49,8’i ilk 50 kuruluşa ait iken, bu oran 2008 yılında %52,6’ya yükselmiş. Keza, vergi öncesi dönem kârında da ilk 50 kuruluşun payı 2007 yılında %43,9’dan 2008’de %58,8’e çıkmış.
Daha da derinleştirelim, üretimden net satışlarda ilk on şirket içinde Koç Topluluğu zirvede tek başına. Tam beş şirketi var. İki tane de Oyak Grubu’ndan var. Yani devlet imkanlarıyla haksız rekabet etmeye devam eden “asker şirketleri”. Şirket sayısı gibi satış miktarında da Koç damgası söz konusu. İlk 10’un toplam satışı yaklaşık 70 milyar TL. Bunun tam 45 milyarını tek başına Koç Topluluğu yapıyor. Sadece TÜPRAŞ toplamın %35’e yakınını oluşturuyor. Devlet tekeli olan elektrik şirketi EÜAŞ ayrı tutulursa, TÜPRAŞ en yakın rakibinin 4,5 katı kadar büyük. Koç’un rakibi, yine Koç.
En çok kâr eden ilk on arasında yer alan TPAO, artan enerji ve emtia fiyatları ile devlet tekeli olmasının rantını yiyor. En yakın rakibinin 2,5 katı kâr açıklamış. Tabii ben buna pek itibar etmiyorum. Tekelciliği, acımasız vergiler ve emtiada yaşanan olağanüstü fiyat artışlarından kaynaklanıyor. Sıra kârlılığa geldiğinde Koç listede iki şirkete düşüyor. Kârı kaldırıp götürmekte yabancılar ve yabancı ortaklılar bir hayli maharetli. Bilgi, katma değer, dağıtım zinciri, marka, sermaye onlarda ya!
Bu arada farkında mısınız bilmem, son yıllarda Sabancı Grubu adeta bir “fetret dönemi” yaşıyor. Grup amip gibi bölünüp çoğalmakla meşgul. Bu savrulmayı kimileri Sakıp Sabancı’nın vefatına indirgese de, ben Türkiye’nin en iyi korunan mekanında katledilen kardeş Sabancı’ya gitmeyi tercih ederim. O günden beri grup adeta bir mesaj almış gibi hiçbir büyük stratejik adım atamadı. Şimdilerde enerji alanında bazı niyet beyanları var. İsabetli bir yönelim.
Ayrıca mesajı veren “O maharetli el”, devletin “şefkatli kucağı”ndaki katili de ortadan kaldırdı. Kodesten “Onları bana devlet öldürttü” diye bağıranlar da acaba ortadan kaldırılacak mı? “Yargıya güven, gerisini merak etme sen” mi dediniz? Pardon, duyamadım!
Sürecin “meşhur bürokratı” ile ilgili gazetelere düşen şaibeli iddialar, bizi bir kez daha Ergenekon’un kapısına götürüyor. Bu “devlet” denen “devletlü” ise yargının tepesinde Ergenekon’u deşip, Danıştay binasına, Sabancı Center’a, Fırat’ın ötesine ulaşmak isteyen diğer hukukçu “arkadaşları”na görevden el çektirmek için çaba harcıyor. Bir gün bu ülkede adalet geriye doğru işlerse, ülke piramidinin en üstteki üçte birlik kaymak tabakası ikinci pasaportuna sarılacak. Boşuna “asrın davası” denilmedi.
Görüyorsunuz, basit bir “İSO-500 analizi” gelip nerelere dayanıyor. Yeter ki dayamak isteyin! O halde bir sorunun cevabını da siz verin: 28 Şubat’ın kudretli generalleri emekli olunca kimlerin emrine girdiler?
Dikkat çeken diğer bir nokta ise İSO-500’ün cirosu, ihracatı, kârlılığı artarken, katma değere ve istihdama katkısının gözle görülür bir şekilde gerilediği. 2006 ve 2007’de ilk 50 kuruluşun istihdamdaki payı %33,5’ten 2008’de %31’e düştü. Yani ilk 50 kuruluşun ciroda, ihracatta, kârdaki payı %50 ve üzerinde iken, istihdamdaki payı üçte bire indi. Yani büyük sermaye “paylaşım” kriterleri açısından sınıfta kaldı.
Toplumun sakalında oturup bıyığı ile oynayanlar ne zaman sınıfı geçmişlerdi ki? Sözde yerli sermaye, küresel düzenin sıfırcı öğrencisi ne de olsa.

Paylaş Tavsiye Et