ANAYASA değişiklik paketinin getireceği değişikliklerin üç başlık altında toplanması mümkün: İlki, bazı temel hak ve hürriyetlerin alanının genişletilmesi ve bazı yeni hak kategorilerinin Anayasa’ya girmesi. İkincisi, parti kapatma davası açma sürecine Meclis’in de dâhil edilerek demokrasinin temel unsurları olan siyasi partilerin kapatılmasının güçleştirilmesi. Üçüncüsü ise Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun daha geniş tabanlı bir şekilde yapılandırılması ve askerî yargının görev sahasının daraltılması. Burada amaç, yüksek yargı organlarının demokratik meşruiyet açığını gidermek ve demokratik sürece yönelik eylemlerin adli yargıda yargılanmasını sağlamaktır.
İlk başlığa ilişkin herhangi bir tartışma yok; ama ikinci ve üçüncü başlık siyasi arenadaki partileri ciddi bir şekilde karşı karşıya getirdi. Bu da normal; zira 1982 Anayasası’nın kurduğu vesayetçi siyasal sistemde yargı önemli bir işlev ifa ediyor. Dolayısıyla yargıdaki olası bir değişim siyasi tansiyonun yükselmesine ve siyasetin kutuplaşmasına neden oluyor.
Bu kutuplaşmada CHP ve MHP kendi konumlarını ilk günden beri açık bir şekilde ortaya koydular. Siyasi partilere ve yargıya dair düzenlemelerde amacın AKP’nin kendi yargısını yaratmak olduğu iddiasını dile getiren bu iki parti, anayasa değişikliklerine karşı bir direnç cephesi meydana getirdi. Bu durum BDP’yi Meclis’in kilit partisi yaptı.
Böylesi bir konumda iken BDP’nin sürecin dışında kalması veya “tarafsız” durması mümkün değildi. İki yol vardı BDP’nin önünde: Biri, mevcut darbe anayasasındaki en kapsamlı değişikliklere “evet” demesiydi. Bunu yaparken taslaktaki eksiklikleri sert bir şekilde eleştirmesi ve daha demokratik bir hukuki ve sosyal düzen için
-TMK, TCK, Hazine yardımı ve seçim barajı konularındaki- taleplerini gür bir sesle dillendirmesiydi. Diğeri ise anayasa değişikliklerine açıktan muhalefet ederek ret cephesinde yer almasıydı.
Ancak anayasa değişikliğinin gündeme gelmesinden ve Meclis’te görüşülmesinden bugüne kadar geçen sürede BDP, bu iki yoldan birini tercih etmedi. Örneğin, parti olarak kararlılıkla “evet” demedi. Ama CHP ve MHP gibi, kategorik olarak karşı da durmadı; görüşmelerde bulundu, bazı maddelerin (siyasi parti kapatmaya ilişkin düzenleme) oylamasına katılıp olumlu oy kullandı, grup başkanvekilleri görüşmeleri geciktirecek önergeler vermekten sakınacaklarını belirtti. Dolayısıyla BDP kendisine üçüncü bir yol açmaya çalıştı. Acaba BDP’nin bu şekilde hareket etmesinin nedeni ne? Bu parti neden somut bir biçimde “hayır” veya “evet” yönünde bir seçimde bulunmuyor?
BDP, diğer iki muhalefet partisi gibi doğrudan “hayır” deme şansına sahip değildi, halen de değil. Zira bu tür bir tercih, BDP’yi demokratik değişimin önüne canhıraş bir şekilde bariyer örme uğraşı içinde olan statükocu güçlerle aynı kare içine sürükleyecekti. Daha açık bir ifadeyle eğer BDP, taraftarlarına muhtemel bir referandumda “hayır” demelerini salık verseydi/verse, CHP, MHP ve yargı bürokrasisi ile aynı cephede değerlendirilecek ve değişimin karşında saf tutacaktı. Bu ise radikal değişim talep eden bir seçmen kitlesine hitap eden BDP için, ayağına değil, kalbine sıkmak anlamına gelirdi.
BDP, direkt “evet” de diyemedi. Bunun üç önemli nedeni var: Birincisi, BDP’liler, AKP’nin kendi taleplerine kulaklarını tıkadığını ve kendilerini hiç dikkate almadığını belirtiyorlar. Bir siyasi parti olarak kendi tabanlarının da birtakım istekleri olduğunu (barajın düşürülmesi, TCK ve TMK’da özellikle çocuklarla ilgili iyileştirmelerin yapılması gibi), bu isteklerinin karşılanması halinde anayasa değişikliğine destek vereceklerini, ancak AKP’nin bu talepleri gündeme almadığını ifade ediyorlar. Bunun yanı sıra, kapsamlı bir çalışma yapıp iktidara çeşitli anayasa değişiklik önerileri götürdükleri halde iktidar temsilcilerinin “Hiçbir partiden bize öneri gelmedi” diye açıklama yapıp BDP’yi yok saymalarından rahatsızlık duyuyorlar.
İkincisi, bazı BDP’li yöneticiler bu değişikliğin daha kapsamlı bir anayasa değişikliğini veya yeni bir anayasa talebini rafa kaldıracağı kanaatindeler. Buna göre, bu değişiklik gerçekleştiği takdirde AKP isteklerinin büyük bir kısmını elde etmiş olacağından, bir daha anayasa değişikliği konusunu gündeme taşımaktan uzak duracak ve böylece bu değişiklik yeni bir anayasa yapımını öngörülemez bir tarihe ertelemiş olacak.
Üçüncüsü ise Öcalan ve Kandil etkisi. Öcalan, sürecin başında “BDP’nin önerileri desteklenmeden paket desteklenmemeli” demişti. Kandil ise “Bu anayasa paketi desteklenemez” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Tabanı ve siyasi kaygıları bakımından bu parti üzerinde söz konusu odakların etkisi yadsınamaz. Dolayısıyla BDP’nin anayasa değişikliğine açık destek verememesinde, Öcalan ve Kandil’den gelen olumsuz mesajların büyük bir etkisi var.
Peki, bu nedenler ikna edici mi? Kanımca değil. Bir kere, BDP’nin talepleri haklı olsa da bu aşamada bu talepler yerine getirilmediği için anayasa değişikliğine destek vermekten kaçınmak ret cephesinin değirmenine su taşımakla aynı anlama geliyor. Eğer her daim bu mantıktan hareket edilseydi Türkiye’deki birçok kısmi değişikliği gerçekleştirmek mümkün olmayabilirdi.
İkincisi, anayasa değişikliğinin toplumun yeni anayasa konusundaki isteğini körelteceği ve AKP’yi yeni anayasa konusunda atalete sevk edeceği iddiası da Türkiye’nin yakın tarihindeki gerçekliklerle örtüşmüyor. 82 Anayasası bugüne kadar 16 kez değiştirildi (1 değişiklik AYM tarafından iptal edildi); yapılan her değişiklik, anayasaya dair tartışmaları azaltmak şöyle dursun, bu tartışmaların daha da alevlenmesine ve daha da derinleşmesine neden oldu. Bu değişiklik gerçekleştiğinde olacak olan da bu.
Üçüncüsü, Öcalan’ın değişiklik karşıtlığının da zaman içinde değişme olasılığını göz önünde bulundurmak lazım. Nitekim bunun emareleri kendini göstermeye başladı. Haftalardır BDP’ye “hayır”cı bir cephe kurması yönünde telkinlerde bulunan Öcalan, son görüşmelerinde AKP’nin, BDP’nin taleplerine yönelik samimi bir adım atacağına kanaat getirilirse sürecin desteklenebileceğine dair ılımlı mesajlar vermeye başladı.
Dolayısıyla tatmin edici olmaktan uzak bu gerekçelerle anayasa değişikliğine destek vermekten imtina etmek BDP için yanlış bir politik tercih. Çünkü genel olarak BDP’li seçmen, değişimden yana taraf tutuyor, değişimin önündeki en büyük engellerden birinin yargı olduğunu görüyor ve yargı da -kısmi de olsa- bir iyileştirme getiren anayasa değişikliğini destekliyor. Eğer BDP, şu anki pozisyonunu devam ettirir ve referandum esnasında seçmenlerine “katılmayın” çağrısı yaparsa CHP, MHP ve yargı bürokrasisinden oluşan değişim karşıtı cephenin yedeğine düşmüş olacak ve kendi tabanıyla karşı karşıya gelecektir. Böylesi yanlış bir tercih BDP’de büyük bir kan kaybına yol açacak ve seçimlerde önemli oranda bir oy erimesine neden olacaktır.
Bu nedenle yapılması gereken belli: BDP, bu sürecin itici gücü olmalı ve anayasa değişikliğine destek sunmalı. Bugün Türkiye’deki en önemli sorunlardan biri özgürlükçü muhalefet eksikliği. Yaşanan siyasi tıkanıklıkların temelinde iktidarı daha fazla özgürlükçü olmaya zorlayacak bir muhalif yapının olmaması yatıyor. Anayasa değişikliği BDP’ye bu imkanı sundu. Eğer BDP, Meclis’te “daha fazla demokrasi” talep eder, alternatifler ortaya koyarak pozitif bir siyaset yürütür ve daha özgürlükçü bir perspektifle anayasa değişikliğine katkı yaparsa, sürecin en önemli siyasi aktörü haline gelir. BDP’ye düşen bu imkanı geri tepmemek, sonuna kadar kullanmaktır.
Paylaş
Tavsiye Et