Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Türkiye AB’yi nihai ve tarihi karara zorluyor
Ömer Bolat
TÜRKİYE, Helsinki Zirve toplantısından sonra AB’nin hazırladığı ‘Katılım Ortaklığı Belgesi’nde yer alan siyasi, hukuki ve ekonomik düzenlemeleri 2001 yılında kabul ettiği Ulusal Program dahilinde yerine getirmeye başladı. Ancak Anasol-M koalisyon iktidarı döneminde gerek koalisyonun yapısal zorluğu, gerekse koalisyondaki partilerin farklı düşünceleri ve direnmeleri yüzünden düşünce özgürlüğü ve siyasi yapı alanında kapsamlı reformlar yapılamamıştı. Bunun yerine, idam cezasının kaldırılması, dernekler kanunundaki iyileştirmeler, ana dilde öğrenim için kurslar açılması ve yayın özgürlüğü, cemaat vakıflarına taşınmaz mal edinme kolaylığı gibi sathi ve kısmi iyileştirmeler yapılabilmişti.
Bununla beraber, AK Parti’nin tek başına çoğunluk iktidarı ile hükümete geldiği 3 Kasım 2002 seçimlerinden bu yana Türkiye–AB ilişkilerinin Türkiye tarafında baş döndürücü hızda gelişmeler yaşanıyor. Bunun birinci sebebi, konjonktür gereği 12-13 Aralık 2002’de Kopenhag’da yapılan AB Devlet Başkanları Zirve toplantısında Türkiye ile tam üyelik müzakerelerini başlatma tarihini alma çabasıydı. AK Parti Genel Başkanı’nın 25 günde 15 üye ülkeyi ziyaret etmesi Türkiye lehine iyi bir tanıtım oldu. Ayrıca 58. Hükümet “yeni uyum paketini” (siyasi partiler kanunu ve seçim kanunundaki değişiklikler, dernek kurma özgürlüğünün genişletilmesi, vs.) Aralık ayının ikinci haftasında TBMM’de muhalefetin de desteği ile yasalaştırdı. Ancak AB’nin tavrı değişmedi. AB Kopenhag Zirvesi’nde Doğu Avrupa, Akdeniz ve Balkanlar’dan 10 aday ülkeyi tam üyeliğe kabul ederek 1 Mayıs 2004’de birleşme sözü verdi; Bulgaristan ve Romanya’ya da 1 Ocak 2007’ de tam üyelik taahhüdünde bulundu. Buna karşın, AB Türkiye’ye ise 2004 Aralık ayında yapacağı Zirve toplantısında durumu değerlendirip Kopenhag kriterlerini karşıladığına karar vermesi durumunda tam üyelik müzakerelerini başlatacağını bildirdi. AB Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve sosyal reformlara devam etmesini ve bunları uygulamasını isterken, Türkiye ile Gümrük Birliği’nin derinleştirileceğini ve katılım öncesi Türkiye’ye mali yardımın artırılacağını belirtti.
Diğer taraftan, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB üyeliğine kabul edilmesinden sonra, Türk kesiminin de bir anlaşma olması halinde Rum kesimi ile beraber tam üye olabileceği şartının öne sürülmesi ve adada çözüme ulaşması için diplomasi trafiğini hızlandırdı. Ancak BM Genel Sekreteri’nin hazırladığı Annan Planı için Mart ayı ortasında Lahey’de yapılan Kıbrıs Türk ve Rum kesimleri arasındaki görüşmelerde anlaşma sağlanamadı. Rumlar “nasılsa 1 Mayıs 2004’de üye olacağız, ondan sonra kendi istediğimiz şartlarda Kıbrıslı Türkleri azınlık statüsüyle anlaşmaya zorlarız” mantığında hareket edip zamana oynamaktadır. Kıbrıs Türk yönetimi de başta yeni açılımlara direnç gösterirken, diplomaside inisiyatifi elden kaçırma riski ve 59. hükümetin AB kararlılığı karşısında 23 Nisan’dan itibaren peş peşe yeni açılımlar göstermeye başladı. Adayı ikiye ayıran duvarı kaldıran KKTC Hükümeti insanların geçişlerini serbest bıraktı. Türkiye Hükümeti de Rumların Türkiye’ye vize ile girmelerini serbest bıraktı. Rumlar KKTC’nin dış dünyada da takdir edilen bu atakları karşısında, bazı öneriler geliştirme ihtiyacı duysa da, 1 Mayıs 2004’e kadar zamanı çözümsüzlükle doldurmaya çalışmaktalar. Kıbrıs sorununun çözümlenmesi hususunda Türk tarafınca, çözüm yanlısı bir tavırla inisiyatifler ve öneriler geliştirilmesi ve bu yönde çabalara devam edilmesi, Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin görüş ve pozisyonlarını korumak açısından bir zorunluluktur.
Kopenhag Zirvesinden sonra Türkiye-AB ilişkilerindeki ivme artarak bugüne geldi. AB, Türkiye’nin aday üyeliği ile ilgili yeni beklentilerini ortaya koyan “Yeni Katılım Ortaklığı Belgesi’ni” kabul edip Türkiye’ye sunarken, Türkiye de bu belgedeki beklentilere cevap niteliğinde 2. Ulusal Programı’nı hazırladı. AB Türkiye’den özetle, düşünce ve inanç özgürlüğünün tam olarak uygulanmasını, işkencenin ve ölüm cezasının tamamen kaldırılmasını, Milli Güvenlik Kurulu’nun çalışma şeklinin Avrupa ülkelerindeki uygulama düzeyine getirilerek askeri işler üzerinde sivil kontrolün tesisini ve demokratik sistem üzerindeki askeri vesayet gölgesinin kaldırılmasını, Türk dili dışında kullanılan dillerle eğitim ve radyo-televizyon yayın serbestiyetinin sağlanmasını ve bunların uygulamaya geçirilmesini istemektedir.
Türkiye’de siyasi reform yanlısı çevreler ve 59. Hükümet tam üyelik konusunda sonuna kadar bastırıp, AB’nin demokrasi ile temel hak ve özgürlükler standartlarını yakalamak kararlılığı içindedir. AK Parti hükümeti, AB’ye tam üyelik hedefini benimseyerek, içeride kendisine karşı olan sistem ve bürokrasi içindeki derin mahfiller karşısında adeta iktidarını perçinlemeye çalışmaktadır. 6. ve 7. uyum paketleri ile birlikte anayasa ve kanunlarda yapılmakta olan değişiklikler, Türkiye’nin yönetim sisteminde yer alan bürokratik kurumların ağırlığını ve fonksiyonlarını azaltacak ve yasama-yürütme erkleri üzerindeki askeri vesayet görüntülerini kaldıracaktır.
Avrupa Birliği Komisyonu ve AB’nin lokomotif ülkeleri Fransa ve Almanya’nın son Irak Savaşı krizinde Türkiye’yle örtüşen politikaları nedeniyle Türkiye’nin AB’ye üyelik perspektifi konusunda iyimser bir yaklaşım sergilemeye başlamaları da önemli bir ilerleme kabul edilebilir. Özellikle ABD’nin Soğuk Savaş sonrası yeni dünya düzeninde tek kutuplu hegemonik güç olma politikasının Birleşmiş Milletler, NATO, AB ve İslam dünyası içinde oluşturduğu çatlaklar ve memnuniyetsizlik, Türkiye’nin Avrupa ve İslam ülkelerinin kamuoylarında ve hükümetleri nezdinde itibarını ve ağırlığını arttırmıştır.
Bize göre, Türkiye’nin önündeki en önemli hedef, kendi dinamiklerinin farkında olarak ve kendi halkı için ekonomik, siyasal ve sosyal gelişmişliğini sağlamasıdır. Bu sağlanmadan AB’ye üye olmamız zor olacağı gibi, bu sağlandığı durumda da AB, ülkemizin karşısında tek seçenek olarak durmuyor olacaktır. Türkiye taşıdığı büyük tarih ve kültürüyle, bir komplekse sahip olmadan çağı yakalamalı, yapılması gerekenleri gerçekleştirmeye başlamalıdır.
Bugün gelinen noktada Avrupa Birliği’nin Türkiye açısından siyasi, ekonomik, ticari ağırlığı ve önemi yadsınamaz bir gerçektir. AB Türkiye’nin, en büyük dış yatırımcısıdır ve en önemli dış ticaret (ihracatta %51,5, ithalatta %44) ve turizm partneridir. Ancak AB ile 44 yıldır süren oyalama veya uzatmalı nişanlılık dönemi de göz önünde tutularak, Türkiye özellikle komşu ülkelerle ekonomik, siyasi ve sosyal ilişkilerini geliştirmeli ve derinleştirmeli, dış politikasını dengeli ve çok yönlü bir ilişkiler yelpazesinde yürütmelidir. Komşu ülkelerle ve bölge ülkeleriyle ekonomik ve ticari ilişkilerimizin AB standartlarına çıkarılması halinde, Türkiye’nin AB ile olan ilişkileri de daha rasyonel bir temele oturacak ve tek taraflı bir bağımlılık ilişkisi görüntüsünden kurtulacaktır.

Paylaş Tavsiye Et