İMPARATORLUK bakiyesi diğer ülkeler gibi İran’ın da etnik açıdan son derece zengin bir ülke olduğu bilinen bir gerçek. Bu etnik çeşitlilik yüzyılın başındaki ilk nesil İran milliyetçilerini ciddi endişeye sevk etmiş; aslen Azeri olan ve modern İran milliyetçiliğinin fikir babası kabul edilen Ahmed Kesrevî gibi isimler, Farsçanın yaygınlaştırılması ve ülkede millî birliğin sağlanabilmesi için çeşitli önerilerde bulunmuşlardır. Ervand Abrahamian’ın, İran’ın yakın tarihiyle ilgili en muteber kaynaklardan birisi kabul edilen İki Devrim Arasında İran adlı kitabında belirttiği gibi, aslen Hazar’ın güneyindeki Mazenderan bölgesine mensup bir Türk olan Rıza Han’ın 1925 yılında hâkimiyeti tamamen ele geçirmesiyle birlikte söz konusu İranlılaştırma politikaları çok boyutlu ve genelde Tahranlılaştırma stratejisi olarak adlandırılabilecek bir şekilde uygulanmaya başlandı. Aslında o dönemde ülke nüfusunun yaklaşık %40’ının Farsça konuştuğu göz önüne alınacak olursa, bu politikaların İran’ın bekası için ne kadar gerekli olduğu anlaşılacaktır.
1979 yılındaki devrime kadar süren bu resmî politika sanıldığı gibi yalnızca Azeriler, Kürtler, Beluclar ya da Araplarla sınırlı kalmamış; aslen Fars olduklarında kuşku bulunmayan Reşt, Kirman, İsfahan, Meşhet ve Şiraz gibi şehirlere karşı bile tabiri caizse tam bir psikolojik savaş başlatılmıştır. Bugün İran’da herhangi bir kimseye nereli olduğuna dair yöneltilen bir soruya verilen cevap her ne olursa olsun muhatabın hafif bir şekilde gülümsediği görülecektir; zira neredeyse bütün şehirler için son derece kırıcı fıkralar oldukça yaygındır. Bu durum İranlı meşhur Azeri şair Şehriyar’ın bir şiirinde Tahranlıları şiddetle eleştirmesine neden olmuştur. Bahsettiğimiz olgunun etkilerinden ve yarattığı psikolojik eziklikten kurtulabilmek için birkaç yıl önce Tahran’a göç etmiş bir ailenin çocuğu kendisinin Tahranlı olduğu hususunda ısrar edebilmekte ya da aklı başında insanlardan “annem ve babam Türk ama ben Farsım” cümlesini duyabilmektesiniz. Son bir anekdot olarak, bu satırların sahibinin İranlı olmadığını bildikleri halde bazı İranlı Azeri dostlar, “çocuklarla evde Farsça konuşun ki daha kültürlü olsunlar” diye samimi tavsiyelerde bulunabilmişlerdir. İran’daki mevcut ve muhtemelen yakın gelecekteki etnik hareketlerin alt yapısını anlamak için bu zihinsel algılamanın çok iyi anlaşılması gerektiğini düşünüyoruz.
1979 devriminden itibaren söz konusu politika büyük ölçüde terk edilmiş olmasına ve özellikle yazılı ve görsel basında etnik kimlikleri dışlayıcı ya da küçültücü temalara yer verilmemesine rağmen bahsettiğimiz zihniyet hâlâ varlığını sürdürmekte ve son karikatür krizinde de görüldüğü gibi zaman zaman kendini dışa vurabilmektedir. İran Haber Ajansı’na bağlı yarı resmî bir statüsü bulunan İran gazetesinin hafta sonu ekinde yer alan ve farklı anlamlara çekilmeye müsait bir karikatür, başta Azeriler olmak üzere İran’ın geniş kesimlerinden ciddi tepki çekti. Ayetullah Hameney’e bağlı Zencan Cuma İmamı, karikatüristin ve sorumlu yazı işleri müdürünün idam edilmesi talebinde bulunurken; karikatüre karşı Tebriz’de gerçekleştirilen protesto gösterisi devrimin başından bu yana düzenlenen ve resmî bir niteliğe sahip olmayan en geniş katılımlı gösteri oldu. Bu arada belirtilmesi gereken noktalardan birisi de gösteriye katılan birçok gencin bize tanıdık gelen bozkurt işaretleri yapmasıydı.
Karikatür krizi şimdilik İranlı üst düzey yetkililerin sağduyulu yaklaşımı, gazetenin geçici olarak kapatılması, karikatürist ile sorumlu yazı işleri müdürünün tutuklanması ve Kültür Bakanı’nın özür dilemesi gibi yerinde önlemlerle yatıştıysa da, son bir yıldır Kürdistan, Belucistan ve Ahvaz eyaletlerindeki ayrılıkçı hareketlerin dozunun arttığı göz önüne alındığında, ABD ile yaşanan nükleer krizin aşılmaması durumunda İran’daki Azerilerin daha fazla gündeme geleceğini söylemek fazla ileri görüşlülük olmasa gerek. Bu arada İran Azerileri ile ilgili bahsedilmesi gereken son bir gelişme de, ABD’de yaşayan GAMOH (Güney Azerbaycan Oyanış Hareketi) lideri Mahmud Çehregani’nin geçen ay Türkiye’ye gelmesine izin verilmemesinin ardından gittiği Bakü’de de havaalanından geri çevrilmesi ve ABD’ye dönmek zorunda kalmasıydı. Söz konusu ismin ilginç çıkışları ve “Türkiye’yi sarıksız mollalar yönetiyor” ya da “Barzani ve Talabani’ye kırmızı pasaport verenler beni ülkelerine sokmuyorlar; ama benim Türk halkının her kesimiyle iyi ilişkilerim var” gibi sözleri ister istemez “Yeni bir Denktaş mı doğuyor?” sorusunu akla getiriyor.
Şanghay ve Nükleer Diplomasi
Başını Çin ve Rusya’nın çektiği ve kuruluşunun üzerinden birkaç yıl geçmesine rağmen hızla yeni bir siyasî blok olma yolunda ilerleyen Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’nün, geçen yılki toplantısında ABD’den Kırgızistan’daki üslerini boşaltmasını istemesi ciddi yankılar uyandırmıştı. Örgütün bu yılki zirvesine gözlemci statüsündeki İran’ı cumhurbaşkanı seviyesinde davet etmesi de başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler tarafından kaygıyla izlendi. Son günlerde 5+1 olarak bilinen Güvenlik Konseyi’nin beş daimî üyesi ve Almanya’nın sunduğu teklife ne cevap vereceği merakla beklenen İran, bu zirvede kesin bir cevap vermekten kaçındıysa da elindeki enerji silahını sonuna kadar kullanma niyetinde olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Putin’in, ŞİÖ’nün enerji alanında yoğunlaşması gerektiğine dair sözlerine Ahmedînejad, İran’ın örgüt üyesi enerji bakanlarının katılımıyla düzenlenecek bir toplantıya ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu açıklayarak karşılık verdi. İran ve Rusya’nın uzun süredir doğu-batı ve kuzey-güney enerji koridorları üzerinde organize hareket etmeye çalıştıkları gözlemleniyor ki, Türkiye de Rusya üzerinden bu enerji politikasında aktif bir yer almaya çalışıyor. İki ülkenin dünya doğal gaz rezervlerinin yaklaşık %50’sine sahip olması, yakın gelecekte Türkiye’nin kuzeyinde ve doğusunda büyük enerji yoğunlaşmalarının meydana geleceğinin habercisi.
Nükleer enerji hususundaki belirsizlik ise devam ediyor. Güvenlik Konseyi üyesi ülkelerin yanı sıra Türkiye ve Arabistan gibi bölgesel güçlerin aktif diplomatik çabalarına rağmen İran’ın uranyum zenginleştirme hakkından vazgeçeceğine ihtimal verilmiyor. Konuyu yakından izleyenlere göre İran’ın vereceği en büyük taviz, sınırlı ölçüde uranyum zenginleştirmeyi ve yüksek dereceli uranyum zenginleştirme işlemini Rusya gibi üçüncü bir ülkede yapmayı kabul etmesi olacak ki bunun ABD tarafından kabul edilip edilmeyeceği merak konusu. Çok büyük politik iddialara sahip İran’ın sivil uçak yedek parçası alma izni ya da DTÖ üyeliği gibi vaatlerle ikna edilmesi -özellikle içeriye yönelik tavizsiz söylemi göz önüne alındığında- oldukça zor görünüyor.
Paylaş
Tavsiye Et